Nurdanhaber-Özel
3. İslâm dünyasındaki bunalıma karşı çözüm arayışları
A. TEMEL PRENSİPLER:
a. Kendine güven duygusu: Bediüzzaman’ın bu bunalımlardan çıkış reçetesi ferdden İslâm âlemine doğru gelişen iç içe halkalar şeklinde düşünülebilir. Ferdî planda en çok vurguladığı husus Müslümanların kendine güven duygusunun tam bir psikolojik yenilenme ile takviye edilmesidir. İslâm âleminin büyük bunalımlar ve yenilgiler yaşadığı bir dönemde Eski Said bütün risale ve konuşmalarında yeise karşı ümidi tavsiye etmektedir. Gerçekten toplumları bunalım dönemlerinde ayakta tutacak ve gelecek için mücadelelere yöneltecek en önemli psikolojik temel kendine güven duygusudur. Eski Said Müslümanların tek tek ferd olarak bu psikolojik direnç temelini kaybetmemeleri için kimi zaman akidevî esasları kimi zaman tabiî olayları kimi zaman da mânevî öngörüleri devreye sokmaktadır. “İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak ve hâkim hakaik-i Kur’âniye ve imaniye olacak. Öyle ise şimdiki kader-i İlâhî ve kısmetimize razı olmalıyız ki, bize parlak bir istikbal, ecnebilere müşevveş bir mâzi düşmüş” 14 diyerek kader inancını dinamik bir psikolojik direnç odağı haline dönüştüren Bediüzzaman “her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-ı İslâmiye’nin güneşi ile, sulh-u umumî dairesinde hakiki medeniyeti görmeyi Rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz.” 15 diyerek sıradan insanların dahi her gün gözledikleri tabiî olaylardan hareketle Müslüman kitlelerin gelecekle ilgili ümitlerini ayakta tutmaya gayret etmiştir. Ümid ve kendine güven duygusu konusu o derece önemle ele alınmıştır ki, I. Dünya Savaşı sonundaki felaketler bile gelecekteki başarılar ve İslâm Birliği için delil olarak değerlendirilmiştir:
“Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar. Eskidenberi i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için kendini yekvücud olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, âlem-i İslâm’ın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musibet, maye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını hârikulade ta’cil etti. Biz incinirken âlem-i İslâm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse bağıracaktır. Şayet ölsek; yirmi öleceğiz üç yüz dirileceğiz. Hârikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz bu mağlubiyetle bir saadet-i âcile-i muvakkata kaybettik. Fakat bir saadet-i âcile-i müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz’î, müthavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.” 16
b. Hürriyet ve Meşrutiyyet: Bediüzzaman’ın düşünce sisteminde ferd-toplum ilişkisini kuran temel unsur ise bu psikolojik yenilenmenin ve kendine güven duygusunun sosyal ve siyasî katılım haline dönüşmesini sağlayan hürriyet fikridir. Yeni Said döneminde bu temel prensibe verdiği önemi “en ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan hürriyetimdir” 17 ve “ben ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” 18 diyerek ifade eden Bediüzzaman “Asıl mü’min hakkıyla hürdür. Sâni-i Aleme abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imâna kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur” 19 diyerek akide ile hürriyet arasında doğrudan bir ilişki kurmak suretiyle Batıya mal edilen hürriyet fikrinin gerçek anlamıyla İslâm akidesinde değerini kazandığını göstermektedir.
İman, hürriyet ve hukuk kavramları arasında kurduğu mantıkî ilişki Bediüzzaman’ın siyasî görüşlerinin ve ferdin siyasî katılımının temelini oluşturur:
“Zira Rabıta-i iman ile Sultan-ı Kâinat’a hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ve tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeye o adamın izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi; başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi o adamın şefkat-ı imaniyesi bırakmaz. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…” 20
Hürriyet ile iman arasında kurduğu ilişkiyi istibdat ve tahakküm karşısındaki en önemli engel olarak görmesi Bediüzzaman’ın Meşrutiyet hareketini desteklemesindeki en önemli amildir. Bu gerçek Divan-ı Harb-i Örfî’de de dile getirilmiştir:
“Avrupa bizdeki cehalet ve taasub münasebetiyle, Şeriatı -hâşâ ve kellâ- istibdada müsait zannettiklerinden nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzib etmek için, meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat namına alkışladım.” 21
Bu açıdan hüriyet, İslâm toplumlarının hem iç siyasî yapıları için hem dış ilişkilerindeki istiklalleri için mutlak bir zaruret olarak görülmektedir:
“Asya’nın ve Âlem-i İslâm’ın istikbalde terakkisinin birinici kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. (…) Ve hürriyet üç yüz yetmiş milyon İslâmı esaretten halâs etmeye bir çâre-i yegânedir.” 22
Bu tesbitten de anlaşılacağı üzere hürriyet, hukuk ve meşruiyyet ile denetim altına alındığı ölçüde siyasî yapının ve içtimaî terakkinin temel prensibidir, çünkü “nâzenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır” 23 ve “hürriyet-i umumî, efrâdın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki ne nefsine ne gayriye zararı dokunmasın.” 24
Bediüzzaman’ın hüriyetin meşruiyyet ve carî hukuki sınırlar içinde kullanılması hususundaki fikri siyasî pratiğine de aksetmiştir. Selanik’te Meşrutiyet’in üçüncü gününde yaptığı konuşmada “hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın, zira hürriyet, mürâat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk eder” 25 diyerek meşrutiyetçileri meşruiyyet sınırları içinde kalmaya dâvet eden Eski Said aynı ikazı Ayasofya Camiinde mebusana hitaben yapmıştır:
“Meşrutiyeti meşrûiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti, âdâb-ı şeriatla takyid ediniz. Zira câhil efrad ve avâm-ı nas; kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsız olur.” 26
Meşruiyyet temelindeki bu ikaz 31 Mart olaylarında isyancı askerlere karşı da dile getirilmiştir. 27
(devam edecek)
Dipnotlar
14 Hutbe-i Şâmiye, s. 18.
15 Hutbe-i Şâmiye, s. 32.
16 Sünûhat, s. 42.
17 Emirdağ Lahikası, İstanbul: Sözler, 1993: 18.
18 Emirdağ Lahikası, s. 19.
19 Hutbe-i Şâmiye, s. 86.
20 Münâzarat, s. 23.
21 Divan-ı Harb-i Örfî, s. 15.
22 Divan-ı Harb-i Örfî, s. 41-42.
23 Münâzarat, s. 18.
24 Münâzarat, s. 19.
25 Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Sözler, 1991:52.
26 Divan-ı Harb-i Örfî, s. 15.
27 Divan-ı Harb-i Örfî, s. 23-4.
Diğer bölümler