Nurdanhaber-Özel
BÖLÜM 2
1. İslâm ve Batı: Medeniyetlerarası mukayese
Bediüzzaman’ın bu dönemde ortaya koyduğu fikirlerden meseleyi sadece bir siyasî ya da tarihi bir çatışma olarak değil kapsamlı bir medeniyet mücadelesi olarak gördüğü ve bu noktadan hareketle İslâm dünyasının temel meselelerine yaklaştığı anlaşılmaktadır. Batı medeniyeti ile İslâm medeniyetinin temelleri arasında yaptığı mukayese dünya görüşlerinin sosyal ve siyasî akislerini ortaya koymak bakımından son derece önemli ipuçları vermektedir.
“Çünkü (medeniyet) beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür. Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe’ni tezahümdur. Hayatta düsturu cidaldir. O ise, şe’ni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevese teşci ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. (…) Şeriat-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişaından inkişaf edecektir. Onun menfî esasları yerine müsbet esasları emreder. İşte nokta-ı istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe’ni adalet ve tevazundur. Hedef de menfaat yerine fazilettir ki, şe’ni muhabbet ve tecazüptür. Cihet-ul vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî vatanî, sınıfîdir ki, şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafüdür. Hayatta düstur, cidal yerine düstur-u teavundür ki, şe’ni ittihad ve teanüddür. Heva yerine hüdadır ki, şe’ni insaniyeten terakki ve ruhen tekamüldür. Hevayı tahdit eder, nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyatı-ı ulviyesini tatmin eder.” 6
Bediüzzaman’ın bu mukayesesi klasik İslâm siyasî düşünce tarihinin değer-bağımlı (normatif) özelliklerini aksettirmektedir. Hak, adalet, teavun gibi değerlere istinad eden bu düşünce sosyal değişimi tahlilden çok sosyal istikrar ve düzenin sağlanması için gerekli değerleri tesbite yöneliktir. İbn Haldun ve Tursun Beg gibi düşünürlerce dile getirilen ve hemen hemen bütün İslâm toplumlarının ortak siyasî değeri haline gelmiş olan Adalet dairesi düşüncesi, rekabet ve sınıflararası çatışma esasına dayanan ve sosyal değişimi tahlile yönelen Batı düşünce geleneğinden kesin bir tarzda ayrılır. Bediüzzaman bu mukayesesi ile İslâmî geleneği modern Batı medeniyetinin kuvvet ve çatışma esasına dayanan sistemi karşısında tekrar yaşanabilir bir model olarak dile getirmektedir. Burada dikkat çeken husus vatan ve sınıf gibi unsurların bu geleneksel şema içinde yerini almasıdır ki Bediüzzaman bu yolla o günün nasyonalist ve sosyalist ideolojilerinin iki temel kavramını temel İslâmî değerler bütününü içine almakta ve bu ideolojilerin yıkıcı ve dağıtıcı özelliklerini dengelemeye çalışmaktadır.
Bediüzzaman’ı Batı medeniyeti ile hesaplaşma sürecinde aynı dönemdeki diğer düşünürlerin yaklaşımlardan ayıran önemli bir husus da yaşadığı dönemin bütün bunalım ve yenilgilerine rağmen çoğu zaman doğrudan çatışmacı bir üslubu ve İslâm’ın -ya da Doğu’nun- nihaî zafer ve üstünlüğünü vurgulayan kararlı bir tavrı benimsemiş olmasıdır. Kimi zaman rüya, kimi zaman geleceğe müteallik öngörüler ve mânevî işaretlerle desteklenen bu kararlı ve izzetli tutum Eski Said’i yaşadığı şartların menfi havasına rağmen her zaman ümitvar olmaya sevketmiştir. Osmanlı coğrafyasının tarumar olduğu 1335 (1919) senesinde kaleme aldığı Sünuhat risalesinin Rüyada Bir Hitabe adlı bölümü bu psikolojinin en çarpıcı yansımalarından birisini oluşturur.
“Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyordu, zail oldu ve olmalı. Garb husumeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir, baki kalmalı. (…) Evet ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır.” 7
Yine o dönemde Batı karşısında yenilgi psikolojisinin etkisi altında bulunan modernist yaklaşımın dinî etkiyi gelişmenin önündeki en önemli engel gören varsayımının aksine İslâm ve doğu toplumlarının gelişmesinin ancak dinî temelde gerçekleşebileceğini mukayeseli bir tarzda göstermeye çalışmaktadır:
“Hakikat-ı İslâmiyenin kuvveti nisbetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i İslâm temeddün edip terakki ettiğini tarih gösteriyor. Ve ehl-i İslâm’ın hakikat-ı İslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahuş ettiklerini, vahşete ve tedenniye düştüklerini ve hercü merc içinde belalara, mağlubiyetlere düştüklerini tarih gösteriyor. Sâir dinler ise bilakistir. Yani, salâbet ve taassüblarının zaafiyeti nisbetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassublarının kuvveti derecesinde de tedenni ve ihtilallere maruz kaldıklarını tarih gösteriyor. Şimdiye kadar zaman böyle geçmiş.” 8 (…) “Cumhur-u Enbiya’nın Şarkta bi’seti, kader-i Ezelî’nin bir remzidir ki, Şarkın hissiyatına hâkim dindir. Bugün âlem-i İslâmdaki tezahürat da gösteriyor ki, âlem-i İslâm’ı uyandıracak, şu mezelletten kurtaracak yine o histir. Hem de sabit oldu ki, bu devlet-i İslâmiyeyi bütün öldürücü müsademata rağmen, yine o his muhafaza etmiştir. Bu hususta Garba nisbetle ayrı bir hususiyete malikiz. Onlara kıyas edilemeyiz.” 9
2. İslâm dünyasındaki temel meselelerle ilgili tesbitler
İslâm’ın Batı karşısındaki akidevî üstünlüğünü ortaya koyan ve gelecekle ilgili ümidini her zaman vurgulamış olan Bediüzzaman, İslâm âleminin pratikteki zaafları ve bu zaafların giderilme yolları ile ilgili olarak da önemli tesbitlerde bulunmuştur. Bu noktada İslâm âleminin aksaklıkları ile İslâmiyet’in kendisini ayırt etmeye özen göstermektedir. Bu ayrım “hem de gördüm ki, medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hazıradan geri kalmış; güya İslâmiyet su-i ahlâkımızdan darılmış mazi tarafına gidiyor” 10 ifadesinde çok açık bir tarzda tebarüz etmektedir.
Âlem-i İslâm’a “gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i mebusan ve encümen-i şûra nazarıyla” 11 bakan Eski Said değişik vesilelerle İslâm dünyasını geri bırakan hastalıkları tespit etmeye çalışmıştır. Bunlar kimi zaman topluma hakim olan genel davranış bozuklukları, kimi zaman da İslâm dünyasındaki elitin yanlış yaklaşımları şeklinde ortaya konmaktadır. Topluma hakim olan genel davranış bozuklukları Hutbe-i Şâmiye’de altı sınıfta toplanmıştır:
“Birincisi, ye’sin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi, ikincisi sıdkın hayat-ı içtimaiye-i siyaside ölmesi, üçüncüsü adâvete muhabbet, dördüncüsü ehl-i imanı birbirine bağlayan nuranî rabıtaları bilmemek, beşincisi çeşit çeşit sarî hastalıklar gibi intişar eden istibdad, altıncısı menfaat-ı şahsiyesine himmeti hasretmek.” 12
İslâmiyet ve Şeriat ile Müslümanların kötü ahvali arasında yapılan ayırım elit davranışlarındaki bozuklukları ve yanlış yaklaşımları da gündeme getirmektedir:
“Asr-ı saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsâvatı bahusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, Şeriat-ı garra müsâvatı ve adaleti ve hakiki hürriyeti cemi revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (r.a.), İmam-ı Ali (r.a.) ve Selâhaddin-i Eyyubî âsarı bu müddeaya delil-i alenîdir. Buna binaen katiyyen hükmediyorum: Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız sûi ahvalimiz dört sebepten gelmiş: 1. Şeriat-ı garrânın adem-i mürâât-ı ahkâmından; 2. Bazı müdâhinlerin keyfemâyeşâ sû-i tefsirinden; 3. Zâhirperest âlim-i câhilin, veyahut câhil-i âlimin taassubat-ı nâ-be mahallinden; 4. Sû-i tali’ cihetiyle ve sû-i intibah tarikiyle müşkilüttahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek çocuk gibi heva ü hevese muvafık zünub ve mesavi-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki, bu netice-i seyyie zühur ediyor.” 13
(devam edecek)
Dipnotlar
6 Sünûhat, İstanbul: Sözler, 1977: 44-46.
7 Sünûhat, s. 47.
8 Hutbe-i Şâmiye, İst., 1960: 19.
9 Sünûhat, s. 36.
10 İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi veya Divan-ı Harbî Örfî, İstanbul: Sözler, 1978: 68.
11 Münâzarat, İstanbul: Envâr, 1993: 78.
12 Hutbe-i Şamiye, s. 16-17.
13 Divan-ı Harb-i Örfî, s. 65-6.
Diğer bölümler