Kâfir Hakiki Bir Mütekebbir ve Tam Bir Zalimdir
İman ile küfür insanın kâinata olan bakış açılarını değiştirmektedir. Bu bakış açısı varlıklar içinde kendilerine biçtikleri rolleri ve kâinat içindeki konumlarını da belirlemektedir. Mümin kâinata Allah’ın bir eseri olarak bakarken kâfir ise tesadüfî süreçler neticesinde meydana gelmiş bir oluşum olarak görür. Bu itibarla mümin ile kâfirin kâinatla olan alakaları da farklı farklı olmaktadır.
Müminin gözünde kâinat ve özelikle dünya, Allah’ın onun için hazırladığı bir misafirhanedir ve faydalandığı her şey de ona bir ikramıdır. Bu nedenle dünyadaki şeylerden istifade etmeye bir hakkı ve bu hakkın da bir dayanağı vardır. Yani bitkiler meyvelerini onun için hazırlamışlar; arılar balını, inekler sütünü, tavuklar da yumurtasını onun için çıkarmış ve hayvanlarlar onun yemesi için kendilerini bıçak altına yatırmışlardır. Daha doğrusu hayvanlar ve bitkiler birer sebep olarak Allah, nimetlerini bu sebepler üzerinden insana sunmaktadır ve müminin de bu nedenle bu varlıkları kullanmaya hakkı vardır.
Hâlbuki kâfir varlıkların tesadüfî süreçler sonucu kendi kendine meydana geldiğine inandığından her birinden istifade etmede izin alması gereken yer yine o varlığın kendisi olacaktır. Yani kâfir, arının balı başkası için değil kendisi için yaptığını düşündüğünden o baldan istifade etmesi için arıdan izin almalı ve karşılığını bir rıza dâhilinde vermelidir. Bu muameleyi gıdalarından istifade ettiği tüm varlıklara yani bitki ve hayvanlara karşı yapmalı hatta o bitkileri hayattan koparmak için gönüllerini hoş etmeli hayvanları da rızalarını alarak bıçak altına yatırmalıdır. Çünkü bunları bir nimet olarak ve yaratanın izni ile kullanmadığını düşünürse o nimetleri o canlıların elinden gasp ederek almak durumunda olacak böylece onlara zulmetmiş gerçek bir zorba ve onların üstünden geçinen bir parazit varlık olarak dünyadaki konumunu belirleyecektir. Yani o nimetleri kullanmaya hiçbir hakkı olmadığı halde bunları kullanma hakkını onlardan daha güçlü olmakta görerek zorla onların ürettiği gıdaları ellerinden almış olacaktır.
Demek kâfir Kuran’da da belirtildiği üzere gerçek bir kibir abidesi olarak yaşamaktadır. Bir taraftan müminlere: “Siz insanı çok değerli bir varlık olarak görüyorsunuz her şeyin kendiniz için yaratıldığını düşünüp büyüklük taslıyorsunuz, hâlbuki insanın doğada diğer varlıklardan farkı yoktur.” derken diğer taraftan bu dünyadaki nimetlerden faydalanma noktasında “gücü yeten yetene” mantığıyla: “ Ben onlardan daha güçlü olduğum için onları istediğim gibi kullanabilirim, her şekilde onların üzerinde tasarruf edebilirim.” Lisan-ı hal yani tavır ve davranışları ile onlarda istifade etmeye hiçbir haklı dayanak noktası olmadığı halde sadece onlara hükmedebildiği için onları kullanmakla sözde kendisini diğer varlıklarla aynı seviyede görürken hal ve davranışları ile büyüklenmekte yani bu hakkı kendisinden aldığını düşünmektedir.
Mümin ise kâinatta Allah’ın yarattığı birçok varlıktan üstün olduğunu ve onların kendisi için yaratıldığını düşünürken bunu bir kibir duygusu içinde değil Allah’ın bir kulu edasıyla bunlar üzerindeki tasarruf hakkını kendisinden değil Allah’tan aldığını bilerek tam bir tevazu ile hareket etmektedir. Hem bu düşünce ile istifade ettiği varlıkların kendisine verilen bir emanet olduğu fikriyle gelişi güzel değil o nimetleri verenin izni ve rızası dâhilinde kullanması gerektiğini bilerek hareket etmektedir. Kâfir ise kullandığı varlıkların bir sahibi olduğunu düşünmediğinden tüm hakkı kendisinden aldığı gibi onların nasıl kullanılması gerektiğini de kendi keyfine göre belirlemekte, başka bir zulüm ve kibri de bu şekilde sergilemektedir.
Mehmet BİLEN