PARALEL NURCULUK SÖYLEMİ VEYA KOMPLO TEORİSYENLİĞİ –4
Şerh ve İzah mes’elesini Risale-i Nur,dan ve Nurun birinci talebesi Hulûsi abiden yaptığım derlemelerle açıklamaya çalışacağım.
Risâle-i Nûr dâiresinde bulunanların fikir mahsûlü olan eserleri, ilhâm eseri olan Risâle-i Nûr’a perde ve gölge olmamalıdır. Ancak Nûrları takdîm, teşvîk, tamim ve teblîğ gibi Nûr’a hizmet için olan yazıları müstesnâdır.
Evet, Risâle-i Nûr ekseriyeti i’tibâriyle ilhâm eseri olduğundan, fikr-i beşerînin eseri ona takaddüm edemez. Çünkü ilhâm, sonsuz ilm-i İlâhî’den gelir. İlm-i İlâhî ise, herşeyi ve herkesi bütün husûsiyyet ve ahvâliyle bildiği için, en isâbetli ve tam muvâfık ve ma’nâ külliyyetine ve kudsiyyete sâhib ve dertlere devâ olacak ma’nâları ilhâm eder. İnsân ise, idrâk ve hislerinin teşkîl ettiği husûsî âleminin rengine göre görür. Meselâ, 24. Söz’ün “2. Dal, İkinci Sır’ında:
“İnsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin iktidarı cüz’î, ihtiyarı cüz’î, istidadı muhtelif, arzûları mütefâvit olduğu hâlde binler perdeler, berzahlar içinde hakikatı taharri eder. Onun için hakikatın keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor.” Diye devâm eden îzâhâtta, bu derin hakìkat yüksek bir temsîl ile tefhim ediliyor.
Hem yine 13. Söz’ün son yarısında, ihâtâ ve muvâzene-i hakàik cihetiyle fikr-i beşerin nâkısiyyeti ve 27. Söz olan İçtihad Risâle’sinde “Bu zamânda hayât-ı dünyeviyyenin te’mîni , siyâset merâkları ve ahkâm-ı dîniyyeye teslîmiyyet yerine, felsefe ve aklın maslahat anlayışına tâbi’ olmak gibi cemiyetin üç mühim husûsiyyetiyle semâvîlikten uzaklaştırması sebebiyle zamânımızda erbâb-ı ilmin, ilm-i şerîatta ve kemâlât-ı dîniyyede yetersizliği isbât edilmiştir.
Bundan başka daha mühim bir cihet de şudur ki, ilhâmât-ı İlâhiyye ve füyuzât-ı Kur’âniyye ile ma’nen vazîfeli şahsiyyetin irşâd sahasında, bilhassa onun ma’nevî şahsiyyetini bilenler, allâme de olsalar, eser yazmak değil, ancak o zâtın eserleriyle hizmet etmek gerektir.
Ma’nen vazîfeli olup hadîs-i şerîfle müjdelenen müceddid zâtların vazîfe cihetindeki ma’nevî şahsiyyetleri hakkındaki takrizden bir parçadır.
“…Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dînin yüksek hâdimleri; emr-i dînde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. ya’ni, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı dîniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (asm) harfiyen ittiba’ yoluyla dîni takdim ve tahkim ve dînin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen batılı ref ve ibtal ve dîne vâki tecavüzleri redd ü imha ve evamir-i Rabaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlâhiyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna’ usûlleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler. Bu me’ûrîn-i Rabaniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de me’ûriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i îmaniyelerinin ve ihlaslarının âyinedarlığını bizzât îfa ederler. Mertebe-i îmanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ı Muhammediyenin (asm) tam âmili ve mişvar-ı Ahmediyenin (asm) ve hilye-i Nebeviyenin (asm) hakikî lâbisi olduklarını gösterirler. Hülâsa: Amel ve ahlâk bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye (asm) ittiba ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammed’e (asm) tam bir hüsn-ü misal olurlar ve nümune-i iktida teşkil ederler. Bunların Kitabullah’ın tefsiri ve ahkâm-ı dîniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedînde yazdıkları eserler, kendi tilka-yı nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsulü değildir, kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-i vahy olan Zât-ı Pâk-i Risalet’in (asm) manevî ilham ve telkinatıdır…” Şualar, sayfa 546
Sa’y-u gayret bizden tevfik Cenabı Haktan. Selametle kalın.
Mehmet Nuri Turan
Devam edecek.