Yaa Biz Fırıncı Abisiz Kaldık (1. bölüm)
“İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz.”(2. Bölüm)
Saadetli Anlar ve Fotoğraflar
(3. Bölüm)
Fakat bu menfi hareketlerde bu fitneyi çıkaranların yaptıkları ve ima ettikleri en ahmakane şey üstadımızın son varisi ve mutlak vekili Hüsnü Ağabey’i karıştırmaya çalışmalarıdır. Yani bir taşla iki kuşu vurmaya çalışıyorlar ama onları eğiten ve öğreten hainler nur talebelerinin ferasetini hesaba katamadılar. Akıllarınca bir “taraf”ta görünüp diğer “taraf”ı vuracaklar ve iki “taraf” birbirine düşman olacak. Halbuki birinci bilmeleri gereken şudur ki nur talebeleri içerisinde taraf yoktur, herkes aynı taraftadır. Herkes üstadın ve risalelerin tarafındadır. Fakat elbette bu cemaat içinde de ihtisas gurupları vardır, söz gelimi bir gurup medresede hakikatleri okuyunca diğer gurupta okunan o hakikatleri sahada tatbik peşindedir.
Bir grup lise ve üniversite öğrencileri üzerinde mesailerini teksif ederken, diğer bir gurup medya marifeti ile nurları muhtaçlara ulaştırma gayretindedir.
Ve bütün bu gruplar birbirleri ile yardımlaşma ve dayanışma içerisinde hizmet şuuru ile hareket etmektedirler.
Son bir sene içinde o fitne çıkarmakla vazifeli hainler merhum Fırıncı Ağabey ile üstadımızın mutlak vekili Hüsnü Ağabey arasında suni bir problem üretmeye çalıştılarsa da hamd olsun ki muvaffak olamadılar.
Haziran ayı sonları idi, hainlerin sosyal medyada yaktıkları fitne ateşi tam yayılmadan fark edildiler Türkiye’nin her yerinden infial ve haberleri almaya başlamıştık, olanları Hüsnü Ağabey’e anlattım. Hüsnü Ağabey adeta şok olmuştu. Çünkü birileri hak namına haksızlığa hizmet ederken, yani Hüsnü Ağabey ile çektirdikleri resimleri kalkan yaparak Fırıncı Ağabey’e saldırı gerçekleştirirken başka birileri de sözde Fırıncı Ağabey’e sahiplenerek Hüsnü Ağabey’e saldırı tertip ediyor, Hüsnü Ağabey’e “Köpeklerinin tasmalarını tut.” diyecek kadar edepsizleşiyor pervasızlaşıyordu. Halbuki her iki ağabeyin de bu vaziyetten haberleri yoktu. Fırıncı Ağabey bu duruma muttali olunca ilk tepkisi adeta onun ruh halini, nezaket ve zarafetini ilan ediyordu. Şöyle demişti, “Bu Hüsnü Ağabey’e haksızlıktır, Hüsnü Ağabey bunları görürse çok üzülecektir. Bir şekilde ona duyurmamak lazım gelir”. Yani Fırıncı Ağabey kendisine atılan iftiraların adeta farkında değildi ya da fark etmemiş görüntüsünü veriyordu.
Hüsnü Ağabey’e ilk defa ben gittim ve sosyal medyada sanki kendisinin bilgisi varmış gibi imaj vererek paylaşılanları gösterdim. Hüsnü Ağabey’in dili tutulmuştu, “Kim buna cesaret edebilir?” dedikten sonra uzun bir müddet sessiz kalmıştı. Sonra o da Fırıncı Ağabey’in tepkisine benzer bir tepki verdi. “İnşallah Mehmet kardeş bunları görmemiştir.” dedi. Gerçekten çok sinirlenmişti. “Kardeşim hizmet tarzımızda farklılık olabilir, bazı şeyleri farklı düşünebiliriz, fakat bu kimseye hakaret etme hakkı vermez ki!” dedi. “Ayrıca hizmetin esaslarına zarar vermedikten sonra herkes kendi imkân ve kabiliyetine göre hizmet edecektir. Burada asl olan nurlara kanaat, sadakat ve ihlastır.”
Sonra Hüsnü Ağabey Fırıncı Ağabey’i yemeğe davet etti. Yemekte Hüsnü Ağabey, Fırıncı Ağabey, Muhammed Rıza ve fakirin haricinde Hüsnü Ağabey’in hizmetinde olan kardeşler ile Fırıncı ağabeyin yardımcısı Davut kardeş de hazır bulundular. 4-5 saat civarında süren muhteşem bir sohbet ve muhabbet sofrası, düşman çatlatan hatıra ve uhuvvet yüklü sohbet. Hele fırıncı Ağabey’in Hüsnü Ağabey’in annesinden börek isteme hatırası vardı ki hakikaten uzun zamandır böyle güzel manzaralara hasret kalmıştık.
Günün sonunda odadaki herkesin etvarından saadet damlıyordu. İki ağabey de çok keyifli idi, biz ise hem ilk defa duyduğumuz o harika hatıralar hem de ağabeylerin keyifli hallerinden çok etkilenmiştik.
Öğle namazından hemen sonra başlayan sohbet hüsnü ağabeyin muhteşem ziyafeti ve sohbet ve keyif, ikindi namazı ve tesbihat ile finali bulmuştu fakat bu buluşmanın ve muhabbetin tekrarlanması kararı ile herkesin simasında mutlu bir tebessüm ifadesinin adeta düşman çatlatan manası vardı.
Bu toplantıdan yedi gün sonra ben yurt dışına çıktım, 28 Eylül’de geri döndüm, 29 Eylül’de de Fırıncı Ağabey hastaneye kaldırıldı.
Biz Ekim ayının birinde aynı şekilde buluşacaktık fakat biraz daha geniş yani İhsan Kasım Ağabey’le birlikte diğer cemaatlerden de bazı ağabeylerin katılımı ile bir araya gelecektik. Hüsnü Ağabey “Bütün su-i zanların önüne bir set çekelim diye bize talimat vermişti, fakat Fırıncı Ağabey’in ömrü vefa etmedi.
10 Eylül günü ağabeylerin buluşması ve sohbetleri sonrası her iki ağabeyle de ayrı ayrı görüştüm. İkisi de çok memnun kalmışlardı cemaatin taşıyor gibi göründüğü ağır yük cemaatin sırtından alınmıştı. Hele Fırıncı Ağabey hem ne kadar mutlu olduğunu hem de dualarını bana aktarmıştı. Onlar zaten derslerini en üst makamdan almışlardı, elbette melek değillerdi fakat hata payları da çok azdı. En büyük hata bizdedir ki biz ağabeyler arasında nifak olduğunu düşünebiliyoruz. Kem söz sahibinindir.
Bakınız Fırıncı Ağabey gitti, artık yok şimdi müfteriler kendi iftiraları ile vicdanlarını nasıl bir araya getirecekler? Aynaya nasıl bakacaklar? İnsanların arasına nasıl çıkacaklar? Ve en önemlisi Allaha nasıl hesap verecekler? Elbette bütün bu soruların cevaplarını o meş’um iftiralarının içine derç etmişlerdir.
Bütün sermayemiz, üstadımızın bize bıraktığı miras Hüsnü Ağabey’imiz kaldı. Allah’tan onun için hayırlı, uzun ve sağlıklı ömürler talebi ile dua edip rabbimize niyaz ediyoruz.
Ahir kelam, başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere bütün peygamberlere, sahabe ve tabiinlere (ra) şüheda ve salihlere, evliya ve mücahitlere, özellikle de üstadımız ve talebelerine ve dahi Fırıncı Ağabeyin ruhuna binler hatimler, Yasinler ve Fatihalar gönderiyoruz…
Saadet ve muhabbetle kalınız.