Hüsnü Bayramoğlu Ağabey ile görüşme notları-2 (18.08.2020)
Kastamonu Lahikasındaki o üç mektubu okuduktan sonra Ağabeyimizin bahsettiği hususlara geçiyorum :
“Risale-i Nur’daki bu bahislerden, hizmet düsturlarından ve hizmet esaslarından Nur Talebelerinin asla taviz vermemesi en birinci mesuliyetidir. Yani düsturlardan ve Nurculuk prensiplerinden taviz vermemek şarttır.
Madem ki Risale-i Nur ve Bediüzzaman Hazretleri’nin makamını biliyoruz, Mehdi-yi Azam’ın makamını bilen bir Nur Talebesi asla taviz vermez, hatalı meslek tatbikatlarına karşı taviz vermez, Risale-i Nur’un esaslarını bozacak icraatlara girişenlere karşı tavizsiz olur” dedi.
İngiltere ve Amerika’da önceki yıllarda ziyaret ettiğim Muvahhid İseviler (Unitarian = Tevhidçi İseviler) ile ilgili sohbet ettik. Bu Muvahhid / Unitarian Kiliseleri Başpiskoposunu randevu alıp ziyaret etmiştim ve ingilizce küçük risalelerden hediye etmiştim. Bunlar Teslisi (3 tanrı inancını) reddeden, Allahın birliğine iman eden, Hz İsa ve Hz Muhammed asm’ı Peygamber / İlahi Muallim kabul eden bir mezheb.. Bütün Hristiyanlar içinde takriben % 5 kadar bir takipçi kitleye sahipler.. Ticari seyahatlerim esnasında bunlar ile tekrar görüşüp, onlara Risale-i Nur’u daha yakından tanıtmayı gaye edindiğimi söyledim.
Ağabey, Unitarian Muvahhid İsevilere ve diğer bütün İsevilere Risale-i Nurların ulaştırılması gerektiğini söyledi. Avrupa ve Amerika’da tevhid inancının yaygınlaştırılması gerektiğini konuştuk. Barla Lahikasında Hz İsa ve cemaatinin Risale-i Nurlardan istifade ile hizmet edeceklerine dair olan rüya-yı sadıka bahsine binaen, Hristiyanların akidelerinin Tevhide dönmesine Risale-i Nur hizmet edecektir. Bunun için de Nur Talebelerinden bazılarının bu sahada hizmet ve faaliyet göstermesi gerekiyor.
Bu meyanda, Hüsnü Ağabey, Envar Neşriyatta İngilizce Tercümede çalışan uzman kardeşlerden aldığı bilgiler ışığında yıllar önce ilk yapılan tercümelerde Hristiyan İlahiyatında kullanılan bazı tabirlerin ingilizce tercümelere geçtiğini ve bunların tashih edilmesi mecburiyetini belirtti. Uluhiyet, Rububiyet, Ehadiyet, Vahidiyet ve bazı Esma ve Sıfat-ı İlahiyenin ecnebi okuyuculara da kısa izahla öğretilerek bu tabirlerin islam ilahiyatına uygun tashih edilmesi gerektiğini söyledi.
Zaten Envar Neşriyat, ingilizce risalelerde islam ilahiyatına uygun tabirler ile bazı risaleleri yeniden tercüme edip baskıya geçildiğini biliyoruz.
Daha önce Tarihçe-i Hayat eseri İngilizce’ye tercüme edilmemişti. Bediüzzaman’ın Biyografisi adı altında başka bir kitab, muhtemelen Necmeddin Şahiner’in kitablarına dayanan bir kitap, ingilizce külliyat içinde dahilmiş gibi neşredilmişti. Bu kitap çoğu insanlar ve ingilizce külliyatı okuyanlar tarafından Türkçe Tarihçe-i Hayatın tercümesi zannedildi, halbuki alakası yok.
Geçen sene Envar Neşriyat tarafından Asıl Tarihçe-i Hayat tercüme yapılıp, neşredildi. Kastamonu Lahikası tercüme edildi ve basıldı. Bu şekilde tercümelerdeki eksikler ve hatalar giderilip yeniden ingilizce külliyat tek tek basılıyor dedi.
Hüsnü Ağabeyin tercümelerde dikkatimizi çektiği, ikaz ettiği bir husus da, eserlerin orijinal isminin aynen muhafaza edilerek tercümesi gerektiğini söyledi. Mesela eski yapılan tercümede Hastalar Risalesi Kapağında “Message For The Sick” yani “Hastalara Mesaj” tabiri kullanılmış.. Bu tür orijinal eser adları muhafaza edilerek “Treatise for the Sick” yani “Hastalar Risalesi” olarak kitab adlandırılmalı ve aslına sadık kalınmalıdır… ingilizce ve tüm lisanlarda Risalelerin isimlerine sadakat göstererek tam tercüme edilmeli..
İngilizce risaleleri epey okumuş incelemiş biri olarak, şahsi kanaatimi Ağabeye ifade ettim : İlk İngilizce tercümeler %95 oranında başarılı olmuştur. Kendi ingilizce nüshalarımda bulduğum tercüme hatalarını ve bazı eksik kelimeleri sayfa kenarlarına not aldım, onları Envar ve Sözler Neşriyata göndereceğimi ifade ettim.
Risale-i Nurların diğer dillere tercümelerinde en ufak bir hataya sebebiyet veya taviz vermemek gerekir. Çünkü akideye mütealliktir. İstikbalde akidede, inançta bir hataya sebeb olmamak için azami dikkatle tercüme gerekir. Onun için tercümeleri yapan heyetin islamiyetin akideye dair esaslarını hem de Risale-i Nuru çok iyi bilen bir heyet olarak çalışması gerektiğini ve hatalı tercümeye asla taviz vermemek için çok dikkat etmek gerektiğini belirtti.
Risale-i Nur ile tevhide ve imana girecek milyonlarca insanı ilgilendirdiği için tercümelerde hatalı tabirler olmaması mühimdir dedi. Benim % 95 tercümelerin iyi olduğuna dair toleransımı/hoşgörümü uygun görmedi Ağabey ve beni cidden ikaz etti. Allah razı olsun.
En başta Lafzullah yani aynen ‘Allah’ kelimesi muhafaza edilmelidir, tercümelerde dedi. Allah kelimesi yerine ingilizce God veya Almanca Gott yazılmaması gerekir. Çünki bunlar “Tanrı” demektir. 20-30 sene önceki tercümelerde bu hata yapıldı. Keza uluhiyet, rububiyet gibi kelimelerde hatalar var. İslâm ilahiyatına dair kelimelerin, esma ve sıfat-ı ilahiyenin hristiyanlara ve sair din mensuplarına yeni tercümelerde kullanılması ve ecnebilere öğretilmesi gerektiğini belirtti.
Emirdağ Lâhikası’nın İngilizce tercümesinde “Lozan’ın İç Yüzü” isimli bahsin olmadığını söyledi, Hüsnü Ağabey.
Sungur Abiye atfedilen “Tercümeleri tekrar yapmak fitne çıkarmaktır” gibi şeylerin yalan ve uydurma olduğunu söyledi…
Sözler Köşkü ve Hayalhanem gibi gençlik yapılanmaları için, onları Risale derslerinde ciddiyete ve vakara davet etti. Ciddiyet ve vakar içinde, Nur Medresesi adabına uygun tarzda dersleri yapmaları gerektiğini, laubalilikten uzak, Kur’an’ın ve Tefsirinin kudsiyetine uygun tarzda okuma ve sohbet olması gerektiğini söyledi.
Üstâd’ımızın gösterdiği tarza ve hususan Lahikalarda yazılı hizmet esaslarına Risale-i Nur’dan yerlerini göstererek, taviz vermeden dikkat çektiği için bazı kişilerin bundan rahatsız olduğunu söyledi. Bu rahatsızlıkların çoğunlukla Yeni Asya / Yeni Nesil ekolünden gelenlerde ortaya çıktığını ifade etti.
“1970’lerde ilk kuruldukları günlerden beri bu Yeni Asya/Yeni Nesil zihniyeti cırcır böceği şeklinde ötüyorlar, bize karşı çıkıyorlar. Halbuki biz sadece ve sadece Bediüzzaman Hz.’nin söylediklerini söylüyoruz, yazdıklarını okuyoruz. Risale-i Nurun dışında bir şey bizim ağzımızdan duymazsınız. Risale-i Nurun Esaslarına sadakatle sahip çıkmak lazım. Risale-i Nur’dan başka kitapları okumamak, neşretmemek lazım. Nur Talebesinin vazifesi Risale-i Nuru ve içinde yazanları neşretmek, okumak, anlatmaktır, onu kendi kitabı gibi kabul etmektir. Cırcır böcekleri ne kadar çok olursa olsun, bir müddet sonra yerlere dökülürler, devam edemezler.. biz bunlara kıymet vermiyoruz, Risale-i Nurun hukukuna kıymet veriyoruz.”
Üstadımızın Son Hidayet Serdarı olduğunu bilen bir Nur Talebesi başka kitablarla vakit kaybedermi ? Başka kitapları neşretmekle veya başka kitaplardan bahisler alıp onları neşretmekle vakit kaybedermi ? Mehdi-yi Azam’ın Talebesi (şayet Talebeyim diye kendini kabul ediyorsa tabi) Risale dışında romanlar, hikaye kitapları, siyasi kitablar yazarak değerli vaktini zayi eder mi ? Nur Talebesinin yegane ve asli vazifesi Risale-i Nurun neşridir, her mekanda, her imkanı kullanarak Nurları yaymaktır, okumaktır. Nur Talebeleri, başka kitapların revacı ve neşri ile değil; Risale-i Nurların neşri ile vaktini geçirmeli.
Kastamonu 122’deki o bahis gösteriyor ki başka kitaplar neşretmek, okumak, okutmak, bilerek veya bilmeyerek zındıka cereyanına yardım hükmüne geçiyor. Çünki bizler sayıca azız, herkesin iman hakikatlerinin neşrine yardım etmesi gerekirken, rakibane çığır açak, başka kitaplar yazmak, neşretmek, onlara para ve zaman harcamak ve bir de cemaati onlarla meşgul etmek, (hele bir de medreselere, dershanelere bu başka kitaplar giriyorsa) bu cinayet-i azimedir.
Risale-i Nur, Kur’ân-ı Hakîm’in Ayetlerinin bu asrın ihtiyacına göre bir dersidir, mânâlarıdır. Bu asrın tefsiridir. Onun için Mehdi-yi Azamın talebeleri Risale-i Nuru neşretmekten, okumaktan, yazmaktan geri çekilmez, çekinmez.
Ders yaparken izah ve şerh yapanlar ve şerh adına kitap yazanlar ile ilgili Hüsnü Ağabey şöyle dedi; “Pişmiş ete su katıp, 2 saat daha karıştırmaya benzer. Pişmiş ete su katılır mı ? “Üstâd’dan ben daha iyi anlıyorum, burayı daha iyi izah ediyorum” demeye gelir. O uzun uzun izahlarla ders yapanları asla ve kat’a kabul etmiyor Ağabeyimiz.. Zaten Konferanstaki umumi ders okuma tarzı hakkındaki talimat malum. lügat manalarını vererek dümdüz okumak… Bir saatlik derste 5 dakika kitabdan okuyan, 55 dakika izahlarla, fıkra ve latife anlatmakla ders yapanları asla tasvib etmiyor.
Ahmed Feyzi Kul Ağabey’in 1959’da Üstadı ziyarete geldiğinde konuşulanlar ile ilgili hatıraları tekrarladı Hüsnü Abi. Ahmet Feyzi Abinin Maidetul-Kur’ân’a zeyl/ilave olarak yazdığı 20 sayfalık bir bahis ile ilgili hatırayı anlattı. 20 sayfanın 10 sayfasını da Üstad ona okuttu. Ayasofya’nın açılması, İttihad-ı İslam gibi bahisler o sohbette geçiyordu. Üstad bunu dinledikten sonra, “Kardeşim ben bunları reddetmiyorum, kabul ediyorum ama bu güzel inkişafları ben görmeyeceğim, Hüsnü görecek” dedi.
Hüsnü Ağabey, “Bu fütuhat günlerine dair Üstâd’dan naklettiğim hatıralara neden itiraz ediliyor, tenkidler yazılıyor, anlamıyorum. Benim şahsımın ehemmiyeti yok ki. Ben bir vasıtayım. Biz bu hatırayı Tayyip Beye anlattık. Tayyip Beyi ehli küfre karşı destekledik. Üstadımızın en büyük iki arzusunu yerine getirdi, Risalelerin Diyanetçe basılması ve Ayasofya’nın açılması.. Ben Üstadımızın bu ihbarını, bu hatırayı bir itibar ve şeref kazanmak için anlatmıyorum. Menderese nasib olmadı, Tayyip beye nasib oldu. Ben bu hatırayı Tayyip beye de anlatmıştım. Ayasofyayı açtıktan sonra telefonla aradı, “Üstadımızın arzusu yerine geldi” dedi. Bundan herkesin memnun olması gerekir. Niçin bu hatıranın aleyhinde tenkidler yazılıyor ? Ben bunu anlayamıyorum.” dedi.
Ayasofya ve Âlem-i İslâm ile ilgili naklettiği hatıra için “Bunu altın ile yazıp, ilan etmek lazım. Çünki Üstadımızın ilhamen ihbarı bir keramettir. Bunu niçin tenkid ediyorlar ?” dedi.
Çok merak ettiğim, Zübeyir Ağabey ile ilgili gazete meselesini sordum. Mufassal Tarihçede geçen 19 maddelik şartlara uyulursa bir gazete çıkmasını uygun görmüş ve ruhsat vermiş Zübeyir Abi. Buna niçin ihtiyaç hissetti ?
Cevaben Hüsnü Ağabey; “Zübeyir Ağabeyden işittiğimiz kadarıyla, Nurlara ve Nurculara şiddetli hücumlar ve iftiralar menfi gazetelerde yapıldığı bir devrede, Risale-i Nurları müdafaa etmek ve mahkemede beraatleri ve serbestiyetini ilan etmek için o zaman cevaz verdiler. Ama gazeteyi üstlenenler, imzaladıkları 19 maddelik beyannameye de uymadılar zaten. İç yüzleri ortaya çıktı. Giderek zaman içinde Zübeyir Abinin bizleri (ve Rüştü Efendiyi) ikaz ettiği gibi bazıları masonlara maşa olacak yazılar ve icraatlara giriştiler ve Hakiki Müstakim Nur Hizmeti tarzından uzaklaştılar” dedi.
1995 yılında, Rahmetli Rüştü Abinin hazırladığı, İttihâd Yayıncılık’ın bastığı “Fetul. Hoca’ya Reddiye” broşürüne itiraz babında Bediüzzaman Hazretleri’nin 5 Talebesinin adlarının bulunduğu güya onların yazdığı iddia edilen bir mektup neşredildi. Bu mektupta Hüsnü Abinin adı dahil 5 Varis Ağabeyin isimleri en altta yazıyordu. Ama imzaları yok. Sadece Ahmet Aytimur Abinin adı yoktu. Bunu sordum. Siz bu mektubu neşrettiniz mi, haberdar mısınız, ? Hüsnü Abi kesin bir dille “Ben böyle bir mektuba imza da atmadım, önüme de gelmedi, o mektubu görmedim de” dedi. Böylece o mektubun da sahte ve Feto’nun elemanlarının bir oyunu olduğu şeklindeki tahminimiz doğrulanmış oldu. Ben de 25 senedir merak ettiğim hususun cevabını almış oldum.
Hüsnü Ağabey FETÖ hakkında bir ilave bilgi vererek, “Ben darbeden önce bu Feto, militan yetiştiriyor” demiştim. “Dershanelerimize gelmesinler” diye ilan etmiştim. Darbeden önce Tayyip bey bu beyanlarımı duymuş, bir gün bana sordu, böyle böyle demişsiniz ? Ben teyid ettim. Tayyip bey, “iyi etmişsiniz Hüsnü Abi” dedi.
2006 senesinde Nesil Basımın/Söz Yayıncılık’ın bastığı Şualar ve Emirdağ Lâhikası kitaplarının sonunda Bilgiler diye bir bölüm eklemişler. M.Kemal hakkında da 2 sayfa bilgi girmişler. “Biz buna hemen itiraz ettik. Mehdiyet ve Süfyaniyeti barıştırmaya çalıştılar. Büyük hata yaptılar. Daha sonra o bahsi çıkardılar ama ilk baskısı binlerce eve girdi maalesef”.
Cevat Rıfat Atilhan’ın “Masonluğun İç Yüzü” kitabı çıktığı zaman Üstad o kitabı bize aldırdı. Ücret vermeden ödünç alıp gelin, dedi. Alıp getirdik, Zübeyir Abi de vardı. Baştan, ortadan ve sondan 3 sayfa okuttu ve sonra Üstâd dedi ki; “Milyon lira verilse bu kadar reklam yapılamazdı.” Çünkü o kadar Masonların birbiriyle yardımlaşmasını anlatmış ki imanı zayıf müslümanlar Masonluğa gıpta edebilirler. Sonra Üstâd’ımız “Risale-i Nur yarayı deşmeden, kurutur, tedavi eder.” dedi. Bu dersi vermek için o kitabı parayla satın almadan o üç sayfayı okutturdu.
Ta 1970’lerden bu günlere, Yeni Asyacılık/Yeni Nesilcilik muhabbetiyle Üstadın Kur’ani Mesleğine, hizmet tarzına zarar verildi. Üstadın hizmet tarzına zarar verilmemeli. Bizler faniyiz, Üstadın hizmetkarı olarak bizim vazifemiz bunu tavizsiz söylemektir. Ben tavizsiz konuştuğum için bazıları beni tenkid ediyorlar. Biz onların tenkidlerinden asla etkilenmeyiz. Bizim vazifemiz Risale-i Nurda ne yazıyorsa, Üstadımız ne demişse bunları neşretmektir, okumaktır, ilan etmektir.
Sözler’in sonuna Konferans’ı koyduran kimdir diye sordum. “Üstâd’dır” dedi. 1957’de Sözler basılırken Üstad Konferansı sonuna ilave etti. Daha sonra küçük bir Risale olarak da basılmasını söyledi. Ve bunlar Üstâd’ımızın onayı ile oldu.
Molla ve çetesinin “Lâhikalar Külliyattan değildir” iddiasını sordum. Bütün vasiyetnameleri de inkar ettiklerini söyledim. “Bunlara karşı resmi bir cevap verilmesi gerekmez mi ?” diye sordum.
Cevaben dedi ki : “Onları muhatap alırsak onlara kuvvet vermiş oluruz. Onun için muhatap almıyoruz. Risale-i Nur 60 senedir Lahikalarla beraber neşrediliyor ve lâhikalar ile beraber okunuyor.. Bütün dünyaya yayılmış bir Tefsir Külliyatı. Tayyip bey Üstadın vasiyetlerini yerine getiriyor (Diyanetin Risaleleri basması).. “Biz Nurcuyuz” diyen bazıları Üstadın vasiyetnamelerini veya hatıralarını inkar ediyorlar. Biz bu birkaç kişiyi muhatap almıyoruz. Milyonlar Talebeler var elhamdülillah.”
Bekir Berk Ağabey vefatından 10 gün önce Üstâd’ı ziyarete geldi. Mersin’de yerel bir gazete Üstâd’ın aleyhinde yazılar yazdığını Bekir Berk Ağabey, Üstâd’a göstermiş. Bekir Ağabey, “Üstâd’ım bunları mahkemeye verelim, dava açalım.” deyince Üstâd şöyle dedi; “Bu yazılar aleyhimizde de olsa, İnsanlar Risale-i Nur’u merak ederler. Bunların bir kısmı da Risale-i Nur’a talebe olurlar. Bu şekilde hizmete vesile olur. Böyle çok yazılar yayınlandı, ben kimseye tenezzül edip dava açmıyorum.”. Üstad hakikaten hayatı boyunca hiç kimsenin aleyhinde dava açtırmadı.
Biz de bizim aleyhimizde bazı yazılar yazıldığını, neşredildiğini duyuyoruz, kardeşler haber veriyorlar. Biz bunlar ile vaktimizi zayi etmiyoruz. Sadece bir kişiye whatsapp’dan cevap verdim : “Ben Risale-i Nur ile meşgulüm. Sadece Risale-i Nur Hizmeti ile ilgileniyorum. Başka şeylere vaktim yoktur.” diye…
Hüsnü Ağabey dedi ki; “Bak kardeşim! Biz Risaleleri düz okuyoruz, istifade ediyoruz. Bizim gibi binlerce kardeşler okuyorlar, istifade ediyorlar. Bazı zihniyetler kitaplar yazıyorlar, izahlar yapıyorlar ve Üstâd’ın sözünün üstüne fikir üretiyorlar, izah ediyorlar. Biz Risale-i Nuru anlamıyoruz. Bu kardeşler güya anlıyorlar ve izahlar ederek anlatıyorlar. Bu olmaz.”
“Üstadımız bir asra yakın ömrünü Kur’an’a hasretmiş. Üstâd bizden ne istiyor ? Biz Talebe olmuşuz veya olmak istiyoruz.. O zaman soracağız, Üstad bizden ne istiyor?
Üstad bizden tam sadakat ile Nur Talebesi olmamızı istiyor. Said Nursî Cemaati diye bir cemaat yok. Nur Cemaati var. Üstâd şahsiyetini geri çekmiş. Bütün külliyatta Şahsı-manevinin Üstadlığını ders vermiş. Hiçbir şahıs Nur Talebelerini kendine bağlamamalı… kendi adıyla bir cemaat teşkil etmemeli. Bir kişi çıksın desin ki Hüsnü Abi Cemaatı var.. diyebilir mi ? Hüsnü Abi insanları kendine bağlamaya çalışıyor, diyebilir mi ? Benim tek dersim var. Risale-i Nura bağlanın. Esaslarına, düsturlarına bağlanın. Bu kitabları okuyun. Benim hiçbir gruba, cemaate hususi meylim yoktur. Ben Risale-i Nur Cemaatindenim.”
diyerek en mühim bir dersi bu fakire vermiş oldu. Rabbim Ağabeyimize bu iman ve Kur’an davasında ve Nur Hizmetinde uzun ve sıhhat üzre hizmet ömürleri nasib etsin.
Ali Kemal Pekkendir
18.08.2020 Salı