Soru 6- Allah Sakat Veya Mutasyona Uğramış Canlıları Niçin Yaratıyor?
Cevap: Yaratılışta Allah; büyüme, gelişme, farklılaşma ve çoğalma gibi bazı kanunlar koymuş ve bu kanunları da bir takım sebeplere bağlamıştır. Bu kanunlar sadece insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir.
Allah (Celle celâlehu) her canlı türüne en gelişmiş ve o canlıya en uygun bir uç noktası vermiştir. Buna kemal noktası, yani o canlının en mükemmel hali deniyor. Lalenin en güzeli, en mükemmeli olduğu gibi, gülün de, bülbülün de, ineğin de, sineğinde ve atın da bir kemal noktası vardır. Bu kemal noktaya o canlı türünün ulaşması için bir takım sebep ve kanunlar konmuştur. O kanunlara uyulmaması halinde, o canlı kemal noktasına ulaşamadan ömrünü tamamlar. Bunun insan olması, bitki veya hayvan olması fark etmez. Mesela, ihtiyacı olan suyu veya besini yeterince alamayan bir canlının yapısında bir takım kusurlar meydana gelir. Bu noksanlığın ve hastalığın derecesi, o canlının ihtiyacı olan maddenin temini ile doğru orantılıdır.
Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları yaratmasına itiraz eden ve böyle yaratılışı kusurlu görenlere verilecek en kısa cevap; “Edep Ya HU!”dur. Yani bu itiraza sebep, o kişinin haddini bilmemesidir. Yani Allah’ın kâinattaki tasarrufuna karışmaması, O ne yapıyorsa, muhakkak bir hikmet ve gayesinin olduğunu düşünmesi, o gözle bakması ve mütalaa etmesi kulluğun gereğidir. Yoksa kendi kısır fikriyle dar bir alana bakan Allah’ın kâinattaki tasarrufunu kavrayamadığından itiraza başlar ve dalalete düşer.
Dün bu âlemde yokken, Allah’ın lütuf ve rahmetinin eseri olarak yokluk âleminden bugün bu varlık âlemine getirilen, insan makamında yaratılıp maddî ve manevî bütün duygularla donatılan insanın vazifesi, yalnız O’na hamd ve şükür olması lâzım gelirken, kendi aklını sanki bu dünyanın tanzimine memur görerek ve Allah’ın kâinattaki tasarrufunu hatalı ve yanlış olduğunu değerlendirerek itiraza başlıyor.
Bunu Bediüzzaman şöyle ifade eder:
“Ehl-i zahiri hayse beyse vartalarına atanlardan birisi, belki en birincisi, imkânâtı, vukuâta karıştırmak ve iltibas etmektir. Meselâ diyorlar: “Böyle olsa, kudret-i İlâhiyede mümkündür. Hem ukulümüzce azametine daha ziyade delâlet eder. Öyleyse bu vaki olmak gerektir.”
Heyhat! Ey miskinler! Nerede aklınız kâinata mühendis olmaya liyakat göstermiştir? Bu cüz’î aklınızla hüsn-ü küllîyi ihata edemezsiniz. Evet, bir zira’ kadar bir burun altından olsa, yalnız ona dikkat edilse, güzel gören bulunur!” (Muhakemat).
Demek ki, dar bir alana bakan insan kendine göre orada bir güzellik şekli ve modeli düşünebilir. Mesela altından bir burun zahiren güzel göründüğü halde, vücudun tamamına altın bir burnun hem görev bakımından ve hem de görünüş bakımından çirkin düştüğü gibi, Allah’ın kâinattaki tasarrufun tamamını ihata edemeyen insanın kendi aklınca çirkin ve uygunsuz gördüğü icraatlar tam yerinde ve en ideal durumdadır.
Bu dünya imtihan meydanı olduğu için Cenab-ı Hak, insanın davranış ve fiillerine göre netice yaratıyor. Buna siz soruya göre cevap da diyebilirsiniz. Biz nasıl soru sorarsak ona göre cevap alıyoruz.
Mesela biz anne karnındaki on günlük bir fare embriyosuna belli dozda X ışını vererek nasıl bir cevap alacağımızı merak ediyoruz. Bu sorumuzu sorduğumuz, yani uygulamayı yaptığımız zaman cevabını alırız. Bunun cevabı belki sakat veya hastalıklı bir fare olacaktır.
Bazıları da şöyle diyor;
Biz dışarıdan hiç müdahale etmediğimiz hâlde, sebepsiz olarak sakat doğumlara ne diyeceğiz?
Her şey bizim malumatımıza tâbi değildir. Bizim bu konuda kendi bünyemizde bilmediğimiz, ya da muttali olmadığımız o kadar çok hadise vardır ki, bildiklerimiz onların yanında, devede kulak bile değildir. Mesela, doğum esnasında çocuğun doğum kanalında fazla kalıp nefes alamaması sonucunda beyin hücrelerinde hasar meydana gelebilir. Bu da zekâ geriliğine sebep olur.
Annenin hamileliği esnasında aldığı bir ilaç, ya da yediği haram bir lokma veya çevrenin radyasyonuna bilmeden maruz kalması, bir takım olumsuzluklara sebep olabilir.
Bu sakat yaratılışın ahirete bakan yönü ve o ailenin veya ferdin geçmişte yaptığı veya gelecekte yapacağı davranışların da rolü gözden uzak tutulmamalıdır.
Mutasyonlu, yani normaline göre kusurlu yaratılışın insanlara bakan bir başka yönü de, dünyanın imtihan yeri olmasıdır. O kusurlu çocuğa bakmakla anne ve babanın belki ebedî hayatı olan ahret hayatı kurtulacaktır. Aynı şekilde o sakat veya akıl bakımından özürlü yaratılmış olan çocuk için de o hastalıklı hali onun ebedî hayatını kazanmasına sebep olacaktır. O sakat değil de sağlam yaratılsaydı, belki bir takım nefsani davranışlarıyla ebedî cehennemde kalmaya namzet olacaktı.
Bizi bu konuda hataya sevk eden, bütün hayatın dünya hayatından ibaret olduğu telakkisidir. Yani, insanın göreceği bütün iyilikleri ve güzellikleri bu dünya hayatıyla sınırlı görmektir. Hâlbuki esas hayat ahret hayatıdır. Bu dünya hayatı ahret hayatına göre, bir yolcunun ağacın gölgesinde eğlendiği kadar bir süredir. Dolayısıyla insan hayatına baktığımız zaman ebedî hayatı yönünden değerlendirmeliyiz. Bir kimse ahrette cennet hayatını kazanamadan öbür âleme gitmişse, bu dünyada nasıl yaşarsa yaşasın ne ehemmiyeti kalacaktır.
Bütün bunların ötesinde Ceba-ı Hak mutlak adalet, rahmet ve inayet sahibidir. Kâinat Allah’ın mülküdür. O, mülkünde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hangi canlıların yaratılacağı ve bunların ne şekilde olacağı tamamen O’nun takdirine bağlıdır.
Sonuç olarak, Cenab-ı Hak, her şeyi bir kanuna ve sebebe bağlamıştır. Bu sebeplere veya kanunlara uyup uymamaya göre, canlılar âlemindeki fertlerde bir takım şekil bozuklukları veya hastalıklı yapılar ortaya çıkmaktadır. Siz buna isterseniz soruya göre cevap diyebilirsiniz. Canlılar âleminde hangi soruya ne cevap alınacağı da deneme ve uygulamalarla anlaşılmaktadır. Allah’ın yaratılıştaki hikmeti, adaleti ve hâkimiyeti bunu gerektirmektedir. Çünkü Allah ne yapmışsa mutlaka insanların iyiliği ve faydası için yapmıştır. Bu iyilik ve güzellik de genelde ahret hayatına bakmaktadır. Biz ise dünya hayatının daima güzel geçmesini istediğimiz için ayağımıza bir diken batsa, tâbiri caiz ise bir metre havaya fırlıyoruz. Hâlbuki ebedî hayatı kazanmak bir takım acılar, sıkıntılar ve kötülüklere, musibetlere sabretmekle mümkündür.