Nefis ve şeytan, insanı tuzağa düşürmek ve Allah’tan uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyen şeyleri insanın önüne atıyor. Özellikle cüz’i irade meselesinde, geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok insanı bu benzer sorularla hakikatten uzaklaştırmaya çalışıyor.
Bediüzzaman’ın, bu konuda en çetrefilli meseleleri, tereyağından kıl çeker gibi, hiç kimseyi incitmeden ve yormadan açıklaması hayrete muciptir. O bu konuda şöyle der:
“Mü’min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: “Haddini bil, yapan sen değilsin.
Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler” (26. Söz).
Nefis bize soruyor:
-Her şeyi Allah yaratmıyor mu? Biz,
-Evet. Diyoruz.
-O halde yaptığım günahlardan benim mes’ul olmamam lazım. Deyince cüz’i irade karşısına çıkıyor. Sen bunu kendi cüz’i iradenle yaptığın için mes’ulsün. Diyor.
Nefis tekrar dönüp soruyor:
Ben kendi ihtiyarımla yaptığım şeylerden mes’ul muyum?
-Evet, diyoruz.
-O zaman benim yaptığım iyilikler de bana aittir, deyince, kader karşısına çıkıyor, haddini bil yapan sen değilsin. Diyor.
İyiliklere nefsin sahip olma hakkı yoktur. Mesela, namaz kılmak bir iyiliktir ve güzelliktir. Nefsin bu iyiliğe sahip olma hakkı yoktur. Çünkü namaz kılmayı emreden Allah’tır. Sureleri bilmek için Aklı veren Allah’tır. Namaz kılmak için hayatı veren Allah’tır. Dolayısıyla iyilikler Allah’tan kötülükler nefistendir.
Şimdi burada durumu iyi anlaşılması lazım gelen cüz’i iradedir. Bediüzzaman onu şöyle tahlil ediyor:
“Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası olan meyelân, Mâtüridîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyleyse o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur(Haşiye).
Demek ki, cüz’i ihtiyariye meyil, arzu diyebiliriz. Bu meyil, Hanefilerce itibari bir emir olduğu için kula verilebiliyor. Ama Şafiler o meyili varlık kabul ettikleri için kula vermiyorlar. Çünkü varlıkları yaratma Allah’a mahsustur. Ancak onun kullanımını bir itibari bir emir veya nisbi bir emir kabul ediyorlar.
Ehl-i Sünnet mezhebi olan Hanefi ve Şafiiler, cüz’i iradenin kullanımında hemfikidirler.
Burada bilinmesi gereken husus emr-i itibarinin ne olduğudur. Dikkat edilirse, bunun harici vücudunun olmadığı ifade ediliyor. Yeni tâbirle buna soyut diyorlar. Mesela bütün mastarlar bir emr-i itibaridir. Yani hariçte vücudu yoktur. Fiilin köküne –mek, -mak eki getirilince mastar olur. Yatmak, yemek, konuşmak gibi. İşte bunların hariçte bir vücudu olmadığı için kullanımı kula verilebiliyor.
Emr-i nisbinin de hariçte vücudu yoktur. Mesela üçüncü katta oturuyorsunuz. Ayağınızın bastığı yer tabandır. Ama ikinci kata göre burası tavandır. Şimdi burası taban mıdır, tavan mı? Bunu kaldırıp bahçeye koyduğunuz zaman ne tavanı ve de tabanı temsil etmez. Yani bu nisbet edilen şeylerin de hariçte vücudu yoktur.
Bediüzzaman cüz’i iradenin kullanımını şöyle nazara verir:
“İrade-i cüz’iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz’î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: “Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyleyse mes’uliyet sana aittir.”
Yani insan ikiye ayrılan bir yolun başındadır. Yolun birisi sağa, diğeri de sola gitmektedir. Yol ayrımını başındaki insan bu yolların nereye gittiğini, bu yollarda insanı nelerin beklediğini bilmesi gerekir. İşte bütün peygamberler ve kitaplar, insanlara bu iki yol hakkında bilgi vermek için gelmiştir. Seçimde niyet veya meyil insana aittir. Nereye gitmeye meylederse Allah onu yaratacağını beyan ediyor. Yani, hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Kul tercihinden dolayı mes’uliyet almaktadır.
————————————
HAŞİYE 2 Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir.