BİR TAVZİH
Risale-i Nur gibi kudsiyet vasfına sahip yani serapa Kur’an’a mensup bir eser ve dava mevzu bahis olduğunda kitabi tabirler ve muhteva üzerinde gitmek gerekiyor ki, yanlış anlaşılmalara yol açmasın. Evvela: İlk göze çarpan “şahsa bağlı hizmet” tabiri yanlış anlaşılmaması gerekiyor. Bu mevzuun dersleri Risale-i Nur’da var, oradan okumak lazım.
Molla Ziyaeddin mes’elesinde olduğu gibi mana-yı harfi var mana-yı ismi var. (Kastamonu Lah.- Envar sahife. 88) Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- İmam-ı Ali’ye (R.A.) demiş: Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adavetle. Hazret-i İsa’ya Nasrani muhabbetinden hadd-i meşru’dan tecavüz ile hâşâ “İbnullah” dediler. Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemalini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru’dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. نَبْزٌ يُقَالُ لَهُمُ الرَّافِضِيَّةُ demiş. Bir kısmı, senin adavetinden çok ileri gidecekler, onlar da Havariç’tir ve Emevîlerin müfrit bir kısım tarafdarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir. Eğer denilse:Âl-i Beyt’e muhabbeti, Kur’an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş. O muhabbet, Şîalar için belki bir özür teşkil eder. Çünki ehl-i muhabbet, bir derece ehl-i sekirdir.
Ne için Şîalar hususan Râfızîler, o muhabbetten istifade etmiyorlar; belki işaret-i Nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar? Elcevab: Muhabbet iki kısımdır. Biri: Mana-yı harfiyle, yani: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt’i sevmektir. Şu muhabbet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adavetini iktiza etmez.İkincisi: Mana-yı ismiyle muhabbettir. Yani bizzât onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı düşünmeden Hazret-i Ali’nin kahramanlıklarını ve kemalini ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in yüksek faziletlerini düşünüp sever. Hattâ Allah’ı bilmese de, Peygamber’i tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın muhabbetine ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine sebebiyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adavetini iktiza eder.İşte işaret-i Nebeviye ile, Hazret-i Ali hakkında ziyade muhabbetlerinden, Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık ile Hazret-i Ömer’den teberri ettiklerinden hasarete düşmüşler. Ve o menfî muhabbet, sebeb-i hasarettir. (Mektubat -sahife 106/107)
Mesela: Hazret-i Üstadın tevazu-u mutlakını ifade eden, ve bu itibarla çok azam ve ehemm bir sır ile Hazret-i Üstadın emsalsiz bir mazhariyetini ifade eden “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur, konuşan yalnız hakikattır” cümlesi var. Cenab-ı Hak bu dehşetli asırda ümmetin ve insaniyetin şiddetle muhtaç olduğu, mahza Kur’an’ın dersine ayine ve bu ilim ve fen asrında manevi mu’cizesi olarak ilim ve hikmet nuruyla açılımı olan ekmel bir dersi Risale-i Nur olarak Kur’an semasından nuzülünü ihsan etmiş. Merhum Zübeyir Ağabey derdi: “Üstadımız ne kadar tevazu yapsa o nisbette onun kemal-i etemmine delildir.”Hatta Üstadımız buyuruyor: “Hazret-i Mevlana’nın Mesnevi-i Şerifi, Kur’an’ın elvan-ı seb’asından bir rengi aksettirmiş, Risale-i Nur yedi rengi birden aksettirmiştir. Yedi Mesnevi’ler kadar ehl-i hakikata bir rehber olacaktır. buyuruyorlar. Merhum M. Sungur Ağabey de: “Hazret-i Bediüzzaman Risale-i Nurları te’lif edip bırakıp gitmiş değildir.” derlerdi. Hatta çok zaman dersin başında: “Bu dersin arkasında bir ruh-u kudsi var” buyururlardı. Bir de: “Seb’al mesani Risale-i Nurda vardır” buyuruluyor Kastamonu Lahikasında: İmanın altı esası artı bir de İslamının beş şartı kemal-i vuzuhla, fürüatı değil hikmetleri izah ve isbat edilmiş buyuruluyor. “DÜNYANIN KANUN-U ESASI OLACAKTIR” diye müjde veriliyor. Konferansta; bozulan bir cem’iyeti ıslah kudretinde olduğu ifade ediliyor, fiilen de görülüyor. Hapishanelerdeki ıslahlardan Türkiye-Azarbaycan vesair çok yerlerde ıslahları bu keyfiyete şahit oluyor. Esasen Risale-i Nur’u tavsif edebilmek mümkün değildir. Bu mesailleri yerinden okumak gerekiyor. Mesela: “Bu felaket ve helaket asrının imdadına Kur’an-ı Azimüşşanın arşından nuzül ile bu asır insanının imdadına gönderilen Risale-i Nurun, Kur’ani ders ve irşadda asr-ı saadetten muktebes olup, gayet orjinal ve emsalsiz olduğuna dair Hazret-i Üstadın şu beyanları: “Şah-ı Geylani İmam-ı Rabbani gibi zatlar da gelseler ‘Said sen bu tarzda gidersen şu bir kaç biçarelerden başka şakirdin olmayacak, hem aç kalacaksın hapis yatacaksın. Şöyle bir parça değiştirsen (tasavvufvari veya siyasetvari); bütün memleket sena şakird olacak, hatta Reis-i cumhur ve Başbakan da sana şakird olup, gelip elini öpecekler’ deseler, ben bu tarzımı bırakmayacağım” buyuruyor. Dersin bu derece orjinalliğini ifade ettikten sonra da bu tarzdaki hizmette sadakattan ayrılmayacağınıza diyerek Kur’an’a el bastırarak, yemin ettirmişler. Mesela bu dersin Lahikası: Emirdağ1. Envar 74. Sözler 69′ aki iki şıklı sualin cevabı olan Lahika ders vermektedir. O dersteki kudsiyet keyfiyetini bizim ifade etmemiz mümkün değildir. Sıradan meslekler o Lahikadaki sualde ifade edilen iki şık üzerinden gidiyorlar, Risale-i Nur tarzı ise insan havsalasının ve gücünün fevkinde olan “istihdam-ı Rabbanî” ve “inayet-i İlahi” altında devam etmektedir. Ki, onun da dersi Onuncu Lem’a, Şefkat tokatları risalesinin mukaddimesinde üç madde halinde beyan edilmiştir. Risale-i Nurdaki imani hakikatlar ruh, kalb, sır, letaifin gıdaları yani manevi hayatımızın hayatıdır. Lahikalar da talebede ahlaki cihette yüksek seciyeleri inkişaf ettirerek, istikametle hizmete sevk etmektedir. İki Cihan Serverinin (asm) “Rabbim beni güzelce terbiye etmiş edeblendirmiş” fermanının cilvesine mahzar ediyor.Velhasıl: Kur’anın manevi mu’cizesi ve ekmel dersi olan Risale-i Nuru, Üstadımızın tabirleriyle: “Dem ve damarlarımıza yerleşecek derecede okumak lazım.”Ebedî hayatın sermayesi olan ömrümüzün, saat ve dakikalarımızın hukukunun ifası, bu yegane ulvi mazhariyete nailiyetimizle ifa edilmiş oluyor. Elbette bu derece hassas ve ulvi bir ders ve hizmetin istikametle muhafazası gayet müşkildir. Ancak Hazret-i Bediüzzaman’ın on sene gibi uzun bir zamanda azami bir manevi disiplin ve kudsi dersler ile terbiyesine nail olan zatların müzaheretleriyle mümkündür ve öyle de olmuştur. Hadis-i Şerifte buyrulmuştur: “Size iki emanet bırakıyorum; onlara sarılsanız şaşırmazsınız: Biri: Kitabullah. Biri: Al-i beytim” buyurulduğu gibi son vasiyetlerinde; “mutlak vekil” tabiriyle isimleri zikredilen zatlar omuzlayıp bu kudsi, Kur’ani hizmetin ihlas ve tesanüdle, istikametle idamesine tevfik-i İlahi ile vesile olmuşlardır. Vesselam
NurdanHaber