MADEM ALLAH BENİM NE YAPACAĞIMI BİLİYOR ….
Kader konusunda sıkça karşılaşılan sorulardan bazıları;
“Madem Allah benim be yapacağımı biliyordu, yaptığım bir takım günahlarda benim ne kabahatim var?” Benzer bir başka soru: “Madem Allah benim cehenneme gideceğimi biliyor, o zaman benim ibadet yapmama ne gerek var?”
Bu ve benzeri sorular, Allah’ın doğru tanınamamasından kaynaklanmaktadır. Allah kendisini bize Kur’an’da tanıttığı şekilde bilinmezse o zaman nefis kendi âleminde kendisine benzer bir ilah modeli çiziyor. Kendisi geleceği bilemediği için, İlahın da geleceği bilemeyeceğini zannediyor. İlah geleceği biliyorsa, o zaman da nefis yaptıklarının sorumluluğunu o ilaha yüklemek istiyor.
Aslında yukarıdaki soru cümlesinde fiili kimin yaptığı ortada. “Benim ne yapacağımı” diyor. Yani kabahati işleyen “Benim”. Nefis kendi işlediği suçu başkasına atmaya çalışıyor.
Meseleye kader noktasından baktığımız zaman Bedizzaman’ın bunu küçük bir paragraf içerisinde hallettiğini görüyoruz. O şöyle diyor:
“Kader, ilim nev’indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder” (Sözler, 26. Söz).
Demek ki kader ilmin bir çeşididir. İlim de bir şeyin, yani malumun bilinmesidir. İlmin düsturuna göre de, malum olan eşyayı bilmekle onu dışarıdan idare etmek mümkün değildir. Çünkü o şeyin idaresi için iradenin ve kudretin kullanılması gerektiğini anlıyoruz. Yani bir şeyin bilinmesinde Allah’ın sadece Âlim isminin tecelli ettiği, o şeyin idaresi için ise, bilinmesinin yanında iradesinin ve aynı zamanda Kadir isminin de yani kudretinin de tecelli etmesi gerektiği nazara veriliyor.
Bunu bir misalle açıklayalım:
Sehpanın üzerinde içerisinde su bulunan su bardağı olduğunu farz ediyoruz. O malum olan bardağı ve içerisindeki suyu bilmek ilimdir. Bu bardağı, sadece ilmimizle dışarıdan idare edemeyiz. Yani sehpa üzerindeki bu bardağı biz masa üzerinde bilmekle bardak masa üzerinde olmaz. Bardağın masa üzerinde olabilmesi için, bardağı kaldırmayı irade edip kudretimizi de kullanarak sehpa üzerinden alır masa üzerine koyarız.
Şayet malum olan eşya bizim ilmimize tâbi olsa idi, o zaman sehpa üstündeki bardağı masada bilmekle, o su bardağı masa üzerinde olurdu.
İşte biz evde otururken Allah’ın bizi pastanede bilmesiyle biz orada olmayız. Orada olabilmemiz için Allah’ın Âlim isminin yanında iradesi ve kudretinin de tecelli edeceğini anlıyoruz.
Sonuç olarak, kaderin tayininde Allah’ın sadece Âlim ismini tecelli ettiriyor. Âlim ismi de sadece bilmeye dayanıyor. Malum olan eşyayı hariçten idare etmek için, bilmenin yanında iradenin ve kudretin tecelli etmesi gerekiyor. Dolayısıyla Allah bizi cennette bilmesiyle cennette, ya da cehennemde bilmesiyle cehennemde olmayacağımızı anlıyoruz. Ama biz nereyi hak etmişsek Allah bizi Âlim ismiyle beraber başka isimlerinin de tecellisiyle oraya koyacaktır.