Risale-i Nur bakış açısıyla bilimlerin dilinden
Yaratılışı ve Yaratıcı’yı anlama.
Prof. Dr. Âdem Tatlı
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
Hepinizi Allah’ın selamı ile selamlıyorum. O’nun rahmeti, bereketi ve selâmı üzerinize ve üzerimize olsun, âmin.
Burada sizinle inşallah haftada bir beraber bazı konular hakkında sohbet edeceğiz. Allah’tan ümit ve dua etmekteyiz ki, bu konuşmalar O’nun rızasına vesile olsun.
Günümüz meselelerine yaklaşımda ve problemlerin sebebini ortaya koymada ve çözüm tekliflerinde Risale-i Nurları esas almaya çalışacağız.
-Niçin Risale-i Nurlar?
-Çünkü bu eserler, Kur’an’ın bu asrın insanın anlayışına en uygun bir tefsiridir. Kur’an beşer için gönderilmiştir ve her asır insanının problemlerine çözüm teklifleri sunmaktadır.
Kur’an’dan ve dinden bahsetmek bilimsel midir?
-Evet bilimseldir. Zaten İslamiyet’te fen ile din birbirinin mütemmimidir, tamamlayıcısıdır. Zira bütün ilimlerin konusu kâinattaki varlıklardır. Bir başka ifade ile kâinat kitabıdır. Bu kitabın müellifi de Cenab-ı Hak’tır. Bütün kâinat O’nun Kudret sıfatını eseridir.
Kur’an da Allah’ın kelam sıfatının eseridir. Dolayısıyla İslamiyet bütün ilimlerin reis ve pederidir. Bir yaratıcının bilim âleminden çıkarılması pozitivist felsefenin ürünüdür. Bütün bilim dünyası yaklaşık 200 yıldır bu materyalist felsefenin tesiri altındadır. Bu düşünce tarzı, bir yaratıcıyı devreden çıkararak kâinatın ve içindeki varlıkların teşekkülünü tamamen tesadüf ve tabiat kuvvetlerine bağlamaktadır.
İşin garibi, bu ateist felsefenin görüşü, güya bilimsel bilgi gibi gençlere takdim edilmektedir.
Aslında on birinci asra kadar İslâm âleminde fen ve din bilimleri ayrı değildir ve medresenin içerisinde bütün bilimler tahsil edilmektedir.
İslam dini gerçek bilimle çatışmaz
“Din ayrı bilim ayrıdır” düşüncesi materyalist felsefenin ürünüdür. Bilimle din, akılla vahiy arasındaki kavga, İslâm medeniyetinin kavgası değildir. Çünkü bilimlerin konusu Allah’ın kudret sıfatının eseri olan kâinat kitabıdır. Kur’an da, Allah’ın Kelam sıfatından gelmiştir. Bunlar arasında çelişki ve çatışma olamaz. Tam aksine, Kur’an kâinat kitabının bir nevi tefsiridir. Çok sayıda ayet ve hadis metninden anlaşıldığı üzere, İslâm dini ilme ve ilim adamına büyük önem vermektedir.
Allah’ın tanınması ve bilinmesi, ‘onun kâinattaki eserlerinin incelenmesiyle mümkündür. Bir kimse fizik sahasında ne kadar çok bilgi sahibi olsa, onların Allah’ın eseri olduğunu düşünmekle Allah’ı daha iyi anlamış olur. Buna Allah’ı bilme ilmi, yani Marifetullah denmektedir.
Nobelle mükâfatlandırılan Pakistanlı fizikçi Prof. Dr. Muhammed Abdüsselam ilimleri; “Allah’ın kâinattaki eserlerini inceleme san’atı” olarak tarif eder.
Bilimler kâinattaki varlıkları inceler. Dolayısıyla bilimlerin ele aldığı konular kendi dilleriyle yaratıcılarının varlığını ve birliğini göstermektedirler.
Günümüz bilim camiasında genellikle kâinattan elde edilen bilimlerin takdiminde Yaratıcı nazarlardan gizlenmekte, sebepler doğrudan işi yapan fail olarak verilmektedir.
Burada bir hatıramı anlatarak konuyu bitirmek istiyorum.
Geçtiğimiz mayıs ayında Batı Anadolu şehirlerinden birisinde Fen Lisesinde “Bilimlerin Dilinden Yaratılışı ve Yaratıcıyı Anlamak” adı altında bir konferans verdim. Konferans sonunda soru-cevap kısmında gençlerden birisi söz alarak şöyle dedi: “Anlattıklarınızdan yaratılışı ve yaratıcıyı anlama konusunda çok istifade ettik. Fakat yaratılıştan ve yaratıcıdan bahsetmek bilimsel değildir”.
Bunun üzerine onu yanıma çağırdım ve öğrencinin bir elinden tutup üzerindeki elbiseyi göstererek;
-Bu elbisenin dokunuşundan ve mahiyetinden bahsetmek bilimsel midir? Dedim.
– Evet, bilimseldir, dedi.
-Bu elbisenin ustasından ve ustasının sanatından bahsetmek bilimsel midir?
-Evet, bilimseldir?
-Bu elbiseyi her halde bir yerden aldınız. Öyle mi?
-Evet.
-Peki bu eli nereden aldınız?
-Allah verdi.
-Güzel. Şimdi bu elin yapısından, kan damarlarından, etinden ve kemiğinden bahsetmek bilimsel midir?
– Evet, bilimseldir.
-Peki, bu elin ve kolun ustası olan Allah’tan bahsetmek bilimsel midir?
-Evet, bilimseldir. Bunun üzerine salondaki öğrencilerden ve öğretmenlerden kuvvetli bir alkış geldi. Sonra şöyle devam ettim.
-İnsan anne karnından tek hücreden yaratılmaktadır. Tek hücre önce ikiye, daha sonra dörde, arka arkaya bölünmesi sağlanarak şekilsiz bir hücre yığını halindedir. Şimdi bundan baş çıkacak. Tuttum başını, dinleyicilere dönerek;
-Bu başa kaç göz lazımdır?
-Dediler ki iki.
-Hayır, dedim. Bu yaratılışı Allah’a vermezseniz o zaman geriye tesadüf ve kendi kendine teşekkülü kabul etmeniz lazım gelir. Kendiliğinden veya tesadüf eseri olduğuna göre birden sonsuza kadar herhangi bir sayıda olamaz mı? Mesela, 3, 5 veya daha fazla?
-Olabilir, dediler.
-Haydi, iki olduğunu kabul edelim. Sağ gözü nereye koyacağız?
-Mevcut yerine dediler.
-Hayır, dedim. Elin içinde, sırtında, ayağında olamaz mı?
-Olabilir, dediler. Sol gözü de vücudun her yerinde gezdirip yerine getirdik. Sonra sağ gözü alıp bunun şekli iğne gözü gibi, inek gözü gibi, sinek gözü gibi olamaz mı? Dedim.
-Olabilir, dediler. Bütün azaların yerinin ve şeklinin sonsuz imkanat içerisinde olabileceğini söyledikten sonra, dedim ki,
-Siz hiç ağzı arkada gözü önde bir insan gördünüz mü?
-Hayır.
-Koyun gördünüz mü?
-Hayır.
-İnek gördünüz mü?
-Hayır.
-Sinek gördünüz mü?
-Hayır.
-Siz “Allah” demeseniz bile bütün varlıklar kendi dilleriyle “Allahu ekber” diyorlar. Alkışlarla salondan ayrıldık.