Risale-i Nur’un mühim bir rüknü olan Hâfız Ali’nin (rh) fıkrasıdır (3)
Evet, bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mürşidi olan Risaletü’n-Nur’un heyet-i mecmuası, sair şahsî büyük mürşidler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiyesine münasip, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-i imaniyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan Mu’cizat-ı Ahmediye (asm), Onuncu Söz, Yirmi Dokuzuncu Söz ve Âyetü’l-Kübra gibi çok risaleleri dahi her biri kendine mahsus kerametleri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar bana kat’î kanaat vermiş. Hattâ sekeratta bulunan talebelerine imanını kurtarmak için mürşid gibi yetiştiğine müteaddid vakıalar şüphe bırakmıyor.
Hem bir saat tefekkür, bir sene ibadet-i nâfile hükmünde. Bir misal, Hizbü’l-Ekber’dir diye müşahede ettim ve kanaat getirdim.
Bir sual-cevap olarak yazdığım bir fıkrayı, size de faydası olur ihtimaliyle beyan ediyorum. Şöyle ki:
Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa eden bir kısım zatlar tarafından soruldu: “Risale-i Nur’un verdiği zevk ve şevk ve iman ve iz’an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?”
Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yok idi ve erkân-ı iman sarsılmıyordu.
Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has mü’minlere ve fertlere hitap ederler, bu zamanın dehşetli taarruzunu def’edemiyorlar.
Risale-i Nur ise Kur’an’ın bir manevî mu’cizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcud ve muhkem imandan istifade cihetine değil belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile imanın ispatına ve tahakkukuna ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.
O divanlar derler ki: “Veli ol, gör; makamata çık, bak; nurları, feyizleri al.”
Risale-i Nur ise der: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”
Hem Risaletü’n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaya çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalalet karşısında tek başıyla galibane mukabele eder.
Hem Risaletü’n-Nur, sair ulemanın eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermiyor ve evliya misillü yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor; belki aklın ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh vesair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i a’lâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar; hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
Said Nursî
***
Kaynak: Risale-i Nur