Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla “Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Sonsuz Hayat sahibidir. Bütün hayır Onun elindedir. O her şeye hakkıyla kadirdir. Her şeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.”
Bu duanın sabah ve akşam namazından sonra tekrar tekrar okunması pek çok faziletlidir. Sahih hadis-i şerif rivayetinde İsm-i Âzam mertebesini taşıyan şu tevhid cümlesinin on bir kelimesi var.
Her bir kelimesinde, hem birer müjde ve sevindirici haber vardır. Hem birer varlık aleminin terbiye, tedbir ve idaresindeki birlik ve bu birliğin bir olan Allah’tan gelmesini bilme mertebesi vardır. Hem bir İsm-i Âzam noktasında bir Cenab-ı Hakkın birliğinin büyüklük ve azameti vardır. Ve bir Allah’ın sonsuz birliği vardır.
Kesinlikle bil ki, yaratılışın en yüksek gayesi ve yaratılışın en yüce neticesi, Allah’a imandır. Ve insanlığın en yüksek mertebesi ve insanlığın en büyük makamı, Allah’a iman içindeki marifetullahtır-Allah’ı tanımadır.
Cin ve insanların en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o Allah’ı tanıma içindeki muhabbetullahtır-Allah sevgisidir.
Ve insan ruhu için en halis sevinç ve insan kalbi için en saf-temiz sevinç, o muhabbetullah içindeki ruhani lezzettir.
Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis-katıksız sevinç ve şirin nimet ve saf lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, nurlara, sırlara, ya potansiyel olarak veya uygulamaya konulmuş olarak erişmiştir.
Demek gerçek saadet, sevinç, nimet ve lezzet, Allah’ı tanımak ve O’nu sevmek ile mümkündür.
Mesela; kainatın şefkatli ve hikmetli bir Allah tarafından tedbir ve terbiye edildiğini düşünmekte büyük bir lezzet ve saadet vardır. Zira bütün aciz ve zayıf yavruların rızıklarını mükemmel bir şekilde ve vakti vaktine temin edilmesini ve onların güzelce terbiye edildiğini bilmek güzel bir düşüncedir.
Şayet Allah yok deyip, bütün her şeyi tesadüfe ve tabiata havale etsen, kalbin ve ruhun sürekli endişe ve karanlık içinde kalır. Zira milyonlarca yavrunun şefkatli bir şekilde terbiye edilmesini ve hikmetli ve güzel bir şekilde rızıklandırılmasını tesadüfe ve tabiata havale etmek ve bundan emin olup telaşlanmamak mümkün görünmüyor. Halbuki insan, ancak emin olup telaşlanmadığı zaman mesut ve bahtiyar olur.
Ölümün içyüzü ancak marifet ve muhabbet ile çözülür. Ölüm kafir için ebedi bir yok oluş, sonsuz bir hiçlik iken; Allah’ı tanıyan ve ibadet ile onu sevdiğini gösteren bir mümin için, ebedi bir alemin kapısı, sonsuz bir saadetin başlangıcıdır. İşte ölümün hakikati ancak marifet ve muhabbet ile çözümlenebiliyor. Küfür ve inkar ise; bir kördüğüm gibidir, insanı karamsarlığa ve dehşete atıyor.
Onu hakiki tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz mutsuzluğa, elemlere ve vehimlere manen ve maddeten bağımlı olur.
Marifet ve muhabbetin de kuvve ve fiil halleri vardır. Bir incir çekirdeğinin çekirdek hali bilkuvve iken, incir ağacı olmuş hali bilfiildir. Marifet ve muhabbetin de böyle çekirdekten ağaca kadar halleri ve süreçleri vardır.
İmanı taklidi olan avam bir müminin kalbindeki marifet ve muhabbet bilkuvve iken, imanı tahkiki olan havas bir müminin marifet ve muhabbeti bilfiildir. Yani kuvveden eyleme geçmiş şeklidir.
Evet, şu perişan dünyada, serseri insanlık içinde, sonuçsuz bir hayatta, sahipsiz, koruyucusuz bir şekilde, aciz-güçsüz, zavallı bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu serseri insanlık içinde, bu perişan, geçici dünyada, insan sahibini tanımazsa, ne kadar biçare başıboş olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O ürkütücü yer olan dünya, bir gezinti yerine döner ve bir alışveriş yeri olur.
(20. Mektub’tan faydalanılmıştır.)