Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Kur’an ve felsefenin yaratılanlara bakışını değerelendirmek gerekirse nasıl bir tablo ortaya çıkar? Öncelikle burada bahis konusu olan felsefe Kur’an’a muarız- düşman olan felsefedir. Kur’an’a dost olan hikmet manasındaki felsefe değildir.
Soru şu: “Acaba neden sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’an, felsefenin yaratılanlardan bahsettiği gibi bahsetmiyor? Bazı meseleleri kısa-öz bırakır; bazısını,genelin bakışını okşayacak, genelin hissini incitmeyecek, halkın düşüncesini rahatsız edip yormayacak bir görünüşteki basit şekilde söylüyor.”
Cevaben deriz ki: Çünkü felsefe hakikatin yolunu şaşırmış; onun için… Hem Kur’an tefsirlerinden elbette anlamışız ki, sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’an şu kâinattan bahsediyor, tâ Cenab-ı Allah’ın Zatı, sıfatı ve isimlerini bildirsin. Yani, bu kainat kitabının manalarını anlattırıp, tâ yaratıcısını, herşeyi yaratan Allah’ı tanıttırsın.
Demek, varlıklara kendileri için değil, kati olarak yoktan vareden, Allah için bakıyor. Hem genele hitap ediyor.
İlm-i hikmet olması gereken felsefe ilmi ise varlıklara varlıklar için bakıyor. Hem özellikle bilim insanlarına hitap ediyor.
Öyleyse, madem ki Kur’ân-ı Hakîm (Sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’an) varlıkları delil yapıyor, isbat vasıtası yapıyor; delil açık olmak, genelin bakışına çabuk anlaşılmak gerektir.
Hem madem ki doğru yolu gösteren Kur’an bütün insan tabakalarına hitap eder. Çoğunluk tabaka ise halk tabakasıdırr.
Elbette, irşad-doğru yolu gösterme ister ki, lüzumsuz şeyleri üstü kapalı bırakmakla özetlesin. Ve ince şeyleri temsil-kıyaslama ile akla yakınlaştırsın. Ve aldatmalara-demagojilere düşürmemek için, görünürde nazarlarında açık olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette değiştirmemektir.
Mesela Kur’an güneşe der, “Döner bir kandildir, bir lâmbadır.” (Yasin Suresi, 36:38) Zira, güneşten, güneş için, niteliği için bahsetmiyor. Bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam-düzenlilik ve nizam-düzen ise herşeyi sanatla yaratan Allah’ı tanıma ve bilme aynası olduğundan bahsediyor.
Evet, Kur’an mealen der: “Güneş döner.” (Yasin Suresi, 36:38) Bu “döner” tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün dönüşündeki muntazam kudretin tasarruları, icraatlarını hatırlatarak herşeyi sanatlı olarak yaratan Allah’ın büyüklüğünü anlatır. İşte, bu “dönmek” hakikati ne olursa olsun, kastedilen ve hem dokunmuş olan, hem görünen intizama tesir etmez.
Hem Kur’an mealen der: “Güneşi bir kandil yaptı.” (Nuh suresi, 71:16) Şu “sirac-kandil, lamba” tabiriye, alemi bir saray suretinde, içinde olan eşya ise insana ve canlılara hazırlanmış süslenmiş güzel şeyler ve yiyecekler ve gerekli şeyler olduğunu ve güneş dahi emre amade bir ışık veren olduğunu hatırlatarak, rahmet ve Yaratıcının ihsanını anlatır.
Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Güneş sıvı haldeki büyük ateş kütlesidir. Ondan fırlamış olan gezegenleri etrafında döndürüp, büyüklüğü bu kadar, niteliği böyledir, şöyledir…” Korkutucu bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir ilmi mükemmellik, kemal vermiyor. Kur’an’ın bahsettiği gibi etmiyor.
Buna kıyas ederek, içyüzünde boş, görünüşte tantanalı, gösterişli felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun görünüşteki gösterişine aldanıp Kur’ân’ın gayet mucize gösteren açıklamalarına karşı hürmetsizlik etme.