Nurdanhaber – Yüksel UCA
Geçici ve kararsız olan bu fani dünya bir imtihan yeridir. İnsan dünyaya bir misafir olarak gönderilmiş, ebedi bir saadeti kazanmak için imtihana tabi tutulmuştur. Bu imtihanda başarılı olanlar, Rabbinin rızasını kazananlar, buradan şahadetnamelerini alanlar sonsuz nimetlere mazhar olacaklardır.
Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur: “Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni’-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî her bir ruha, ona münasip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabpızmehasin ve in’amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir.” (Bediüüzzaman, 17. Söz)
Dünyanın mahiyeti bazı ayetlerde şöyle ifade edilmektedir:
“Muhakkak bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar da vardır. İşte bunların kendi elleriyle ettikleri yüzünden, varacakları yer cehennemdir.” (Yunus Suresi, 10/7-8)
“Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap veya Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. ” (Hadid Suresi, 57/20)
“Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?” (En’am Suresi 6/32)
Resul-i Ekrem Efendimiz de (sav.); “Dünya dar’ül meşakkattir” buyurarak, dünyada gerçek bir huzurun olmadığını ifade etmiş; “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar” buyurarak, dünyanın bir uykudan ibaret olduğunu ve asıl hayatın ise ahirette olacağını vurgulamıştır.
Bediüzzaman Hazretleri dünya ile ahiretin muvazenesini şu harika cümleleri ile şöyle ifade eder: “Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez.”
Bir hadis-i kudside şöyle buyrulur: “Ey Âdemoğlu! Şayet benim muhabbetimi murat edersen dünya muhabbetini kalbinden çıkar. Çünkü dünya muhabbeti ile benim muhabbetim bir kalpte bir arada toplanmaz. Zira bunlar iki zıttır, su ile ateş bir kapta olmadığı gibi, bunlar da bir arada olmazlar.”
Bu fani dünyada Yüce Allah’ın, emir ve yasaklarına riayet ederek cennete liyakat kesbedenler ebediyen mutlu olacaklardır. Küfür ve dalalet içinde yaşayanlar ise ebedi cehenneme gireceklerdir. Hayatlarını kötü arzularının isteği doğrultusunda kullananlar, ömürlerini isyan ve gafletle geçirenler de elim azaplara duçar olacaklardır. Çünkü “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nispetinde elemi de vardır.” (Bediüzzaman)
Şunu da ifade edelim ki İslam dini her zaman çalışıp terakki etmeyi emreder. “İnsana çalıştığından başkası yoktur.” (Necm Suresi, 53/39) ayeti çalışmanın ehemmiyetini ifade etmektedir. Peygamber Efendimiz de (sav.): “Çalışan Allah’ın dostu ve sevgilisidir.” “İki günü eşit olan ziyandadır.” buyurarak, çalışmayı teşvik etmiştir. Bu bakımdan, Müslümanların ilim, fen ve teknik sahasında her zaman terakki etmeleri gerekir. Asıl mesele dünyanın fani olduğunu bilmek, mal ve mülk sevdasına kapılmamak, parayı kalbe değil kasaya koymak, “Dünyayı kesben değil, kalben terk etmektir.”
Dünyayı Nasıl Okumalı?
Yüce Allah bu kâinat sarayında teşhir ettiği harika eserleri tefekkür etmesi için, insana akıl gibi en büyük bir nimeti lütfetmiştir. İnsanı diğer canlılardan tefrik eden akıldır. Aklın en mühim vazifesi ve en mükemmel meyvesi tefekkürdür. Bunun içindir ki, Yüce Allah birçok ayette düşünmemizi, o harika eserleri okumamızı emretmektedir. Zat-ı Zülcelal’in varlığına ve birliğine güneş gibi ayna olan eşsiz ve harika eserleri okumayan, yaratıcının sonsuz kudretini, mutlak iradesini, nihayetsiz fiillerini tefekkür etmeyen akılda hiç bir hayır yoktur.
Aklını Kur’an ve sünnet ışığında kullananlar dünyayı şöyle okurlar:
Dünya bir kitaptır; güzel okumalı, manasını anlamalı, mahiyetini bilmeli ve cazibesine kapılmamalıdır.
Dünya ahretin tarlasıdır; güzel şeyler ekmeli ve mahsulünü muhafaza etmelidir.
Dünya bir mekteptir; tahsilini güzel yapmalı ve ahirete layık kıymet almalıdır.
Dünya bir ticarethanedir; alışverişini güzel yapmalı, kârını muhafaza etmeli, parayı kalbe değil, kasaya koymalıdır.
Dünya bir seyrangâhtır; ibret nazarı ile bakmalı, çirkin yüzüne değil, Cemil-i Baki’ye bakan gizli ve güzel yüzüne dikkat etmeli ve ona bağlanmamalıdır. Güzellikleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuklar gibi ağlamamalıdır.
Dünya bir misafirhanedir; kimin misafiri olduğunun farkında olmalı, Mihmandar-ı Kerim’in izni dairesinde hareket etmeli, kanunu dairesinde iş yapmalıdır. İnsandan ayrılan ve ona ait olmayan şeylere bağlanıp boğulmamalıdır.
Dünya daima tazelenen ve gelip geçen aynalar mecmuasıdır. Aynada tecelli eden esma tecellilerini okumalı, zevale ve kırılmaya mahkûm olan cam parçalarına bağlanmamalıdır.
“DÜNYA BİR GÖLGELİKTİR.”
“Dünyayı ahirete tercih edersiniz. Hâlbuki ahiret hayırlı olup nimetleri daimidir.” (A’lâ Suresi, 87/16-17)
Ahirete göre zindan hükmünde olan aldatıcı, gaddar deni ve fani dünya için kavga etmeye, birbirimizi kırmaya ve küs durmaya değer mi?
Hafız-ı Şirazi”nin dediği gibi; “Dünya öyle bir meta değil ki nizaa değsin.”
Meta; fayda, menfaat, kıymetli eşya gibi anlamlara gelir.
Habib-i Edip Efendimiz (sav.) şöyle buyurur: “Allah’a yemin olsun ki, âhirete göre dünya, ancak sizden birinin parmağını denize daldırması gibidir. Baksın bakalım kendisine ne dönecek? Parmağı denizden ne getirebilecek?” (Hâkim, Müstedrek, 4/319)
“Dünya benim neyime? Dünyada ben, bir ağaç altında gölgelenen, sonra da onu terk edip giden bir yolcu gibiyim.”
“Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymetinin olmaydı kâfirler ondan bir yudum su içemezlerdi.”
Bu hadis-i şerifler dünyanın fani ve geçici olduğunu, her insanın bu fani dünyadan istifadesi ve tattığı şeylerin; sonsuz hayata göre bir sinek kanadı dahi olmayacağı nazara verilmektedir.
Dünyevi hiç bir mesele kalp kırmaya, kavga etmeye ve dargın durmaya değmez. Akrabalarla iyi geçinmek, maddi ve manevi yardımda bulunmak, ziyaretlerine gitmek dinimizin emri olduğu halde, ne yazık ki birçok kimse birbiriyle dargın, kavgalı, hatta düşman. Bir de arada kötü niyetli, ara bozucu ve fitne kişiler olunca iş daha da vahim hale geliyor.
Formun Üstü
Hz. Ali Efendimizin (r.a) oğlu Hz. Hasan’a (r.a) yapmış olduğu şu harika nasihatine kulak verelim:
“Nur-u aynim Hasan’ım!
Sen benim hayrul halefim, timsal-i zişerefimsin. Şu vasiyetimi can kulağı ile dinle ve ona göre amel eyle ki, bu sana en hayırlı bir nasihattir.
Dünya seni arar gibi çok iltifat gösterir. Sen sakın onun iltifatına aldanma! Bazen de senden kaçar, döner dolaşır. Ona da ehemmiyet verme. Dünya ihtiyar ve kocamış bir kadına benzer, kimseye yâr olmaz. Hayrı az, ıstırabı kısa, ikbali ve şerefi fanidir. Lezzet ve visali geçici, vebali ise bakidir. Şimdi sen ömür bitmeden, kudret elden gitmeden, perde-i gaflet açılmadan zamanın müsaderesini fırsat ve ganimet bil de, ahretin için zad-ı zahire hazırla. Kişi dünyada ahreti için ne infak ederse onu bulur. Dünya ahretin mezrasıdır. Tabiidir ki, ne ekilirse o biçilir. Dünyanın hilesi çoktur. Bir hal üzere kaldığı yoktur. Bir tarafı ıslah etse de diğer tarafı ifsat eder. Birine sürur verse, diğerini yaralar. Öteden beri âdeti, meşrebi ve gidişi budur. Dünyaya meyil ve rahat bilahare insanı pişman eder. Bu dar-ı fesatta zevk-i sefa ve beka muhaldir. Öyle ise ona bağlanmak sırf akılsızlıktır.
Oğlum! İnsanların hatırını say ve onlara hürmet et. Hal ve sözlerinden kimse incinmesin. Dünya işi için çekiştirip uğraşmaktan sakın. İhtiyaç olmadıkça bir şeyin arkasına düşme. Sen dehrin hükmü, asrın seyidisin. Kadir ve haysiyetini, şeref ve itibarını güzel muhafaza et. Ömrünü boş şeylerle geçirme, malını da israf etme. Dünyadan emelsiz çıkıp barigâh-ı ahirete amelsiz varmayasın. Güzel sözlerini fiilinde mezcettir ki, meyvesini alasın. Bir de yapmayacağın bir işten dem vurma! Çok konuşmaktan ziyade onu yapasın. Şurası da önemlidir, her fenalığın başı hubb-u dünyadır. Muttaki ol ki, vera sahibi olasın.
Oğlum! Bir düşün ihtiyatlı bulun ki, nefs-i emmaren seni aldatmasın. Dünyada her şey emanettir. Emanet ise geri alınır. Her şey fanidir; biter, tükenir. Bir rüya gibidir ki, sahibini azab-ı ruhide huzursuz eder. Bal gibi tatlı görünür, ama içinde zehir vardır. Zevk ve sefası var ise de gam ve kederi de beraberdir.
Hâsılı dünya bilahare nimetleri selb ve mihnetleri celp eden bir gaddardır. Verir amma, onu çabuk geri alır. Arz-ı inkıyat eder, fakat inkıyadında bile bin desise ve hilesi gizlidir. Ziynet-i zahirisine aldanan hasir olur.
Oğlum! Sen başkalara benzemezsin, sen semere-i fuat, hanedan-ı nübüvvetsin. Sen gözümün nurusun. Bu şeref ve seyitlik ile serfiraz olduğun gibi, siret ve suretinle de mümtaz olmalısın. Bunun için hükmü ile amil olduğun halde, ulu kadrini bir kat daha artıracak şu vasiyetimi ruh-u canınla muhafaza et ve hayatına tatbik et ki, dünya ve ahretin şereflisi ve efendisi olasın.”