Habertürk yazarı, tarihçi Murat Bardakçı, Türk tarihinin en tartışmalı konularından biri olan 31 Mart ayaklanmasına ışık tutacak bilgiler paylaştı.
2’nci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul‘da Sultan Abdülhamid yönetime karşı yapılan 31 Mart ayaklanmasının sır perdesi yıllar sonra bile aralanabilmiş değil.
On üç gün süren ayaklanma, Harekat Ordusu’nun Selanik’ten gelerek İstanbul’a girmesi ile son buldu ve müdahale sonrası Sultan Abdülhamid tahtından indirilerek Selânik’e sürgüne gönderildi.
Osmanlı tarihi açısından büyük bir kırılma noktası olan bu vaka hakkında “Şeriat ayaklanması” şeklinde yorumlar yapılsa da Murat Bardakçı konunun bu kadar basit olmadığını bugünkü köşe yazısında gözler önüne serdi.
Ayaklanmanın anlaşılabilmesi için müdahaleye katılan çok sayıda kişiye idam cezası veren Hurşid Paşa’nın kaleme aldığı “31 Mart 1325 (1909) İhtilâlinin Tarihçesi” isimli risalesinin incelenmesi gerektiğini belirten Bardakçı şu ifadeleri kullandı;
“Risale, kitaplığın (İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesindeki Kitaplığın) müdürü olan ve başında bulunduğu bu müesseseyi memleketin en önemli araştırma merkezlerinden biri yapan Ramazan Minder’in iki sene önce satın alıp görüntülerinin tamamını kütüphanenin internet sitesine koyduğu binlerce sayfalık tarihî evrak arasında bulunuyor…”
İşte o köşe yazısı;
– 31 Mart ayaklanmasının 110. yıldönümü ve ayaklanmayı anlatan çok önemli ama yayınlanmamış bir kitap: Hurşid Paşa’nın “Tarihçe”si…
Dün, geçen asrın önemli hadiselerinden biri olan ve siyasî hayatımızı derinlemesine etkileyen 31 Mart ayaklanmasının 110. yıldönümü idi…
Önce, 31 Mart ile ilgili olarak sık yapılan bir hatadan bahsedeyim: Hadisenin meydana geldiği 1909’da Türkiye’de Rumî takvim kullanılmaktaydı. Bu takvimin 31 Mart’ı bugünün Milâdî takvimine göre 13 Nisan idi, yani ayaklanma bugün kullandığımız takvime göre 13 Nisan’da patlamıştı.
Şimdi, ayrıntılarını bilmeyenler için 31 Mart ayaklanmasının ne olduğunu kısaca anlatayım:
Sultan Abdülhamid’in 1908’de ilân etmek zorunda kaldığı İkinci Meşrutiyet’in üzerinden henüz bir yıl bile geçmemiş ve “Meşrutiyet’i koruma” vazifesiyle Selânik’ten İstanbul’a avcı taburları getirilmişti.
Ama, taburlar huzursuzdu. Ayaklanmadan bir müddet önce “alaylı” denen ordudan yetişme subayların kumanda ettiği askerler daha sonra “mektepli” yani harbokulu mezunu subayların emrine verilmişlerdi ve mektepli subayların bazı davranışları yüzünden aylardır rahatsızdılar…
Askerler 1909’un 13 Nisan sabahı komutanlarını kışlaya hapsedip sokaklara döküldüler ve Ayasofya Meydanı’nda toplanıp havaya ateş açmaya başladılar. Hem eski “alaylı” subayların vazifelerine iadelerini, hem de “şeriat” istiyorlardı…
İstanbul, 11 gün boyunca kargaşa içerisinde kaldı. İsyancılar bazı milletvekillerini, yazarları ve subayları öldürdüler ve Âsâr-ı Tevfik Zırhlısı’nın kumandanı Ali Kabûlî Bey’i de Yıldız Sarayı’nda, padişahın gözlerinin önünde linç ettiler!
Abdülhamid’e zaten muhalif olan ve Meşrutiyet’in ilânında büyük hissesi bulunan Selânik’teki Üçüncü Ordu, isyanın bastırılması için başkente hemen yeni birlikler gönderilmesine karar verdi. Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kumandasında yola çıkan ve “Hareket Ordusu” adını alan birlikler 19 Nisan’da Yeşilköy’e ulaştılar.
Paşa, İstanbul halkına hitaben hemen bir bildiri yayınladı. Bildiride “Adî menfaatleri için yalan şekilde din kisvesine bürünenlerin kanunların gerektirdiği cezalardan kurtulamayacaklarını” söylüyor, “anayasanın üzerinde hiçbir kanunun ve kuvvetin olmadığını” anlatıyor ve “din âlimleri başımızın tâcıdır. Fakat ortada mel’anetleriyle şahsî menfaat temin etmek maksadıyla yalandan din kisvesine bürünerek şerefli İslam dinini zayıflatmaktan çekinmeyip bozgunculuğa kalkışan bir takım çıkarcılar da vardır” diyordu.
Birlikler, Üçüncü Ordu Kumandanı Mahmud Şevket Paşa’nın 22 Nisan’da Yeşilköy’e gelip komutayı devralmasından sonra şehre girdiler. İstanbul’da topların da kullanıldığı sokak çatışmaları çıktı, ayaklanma iki gün içerisinde bastırıldı ve Sultan Abdülhamid 27 Nisan günü tahtından indirilip Selânik’e sürgüne gönderildi.
İlerki senelerde son dönem Türk Tarihi’nin köşe taşlarından biri olarak kabul edilen 31 Mart olayı sadece dinî bir ayaklanma değildi. İşin içerisinde askerin başkaldırması, siyaset ve menfaat de vardı ama gerçek niteliği hiçbir zaman ortaya çıkarılamadı.
SİYASÎ AĞIRLIKLI TALEPLER
Meselâ, 31 Mart hadisesinin bir “irtica ayaklanması” olduğu yazılıp söyledi ama “irtica” sözü ile o devirde İkinci Meşrutiyet öncesi döneme, yani Sultan Abdülhamid’in mutlak istibdadının hüküm sürdüğü günlere dönme arzusu kastedilir, “irticacı” dendiğinde Abdülhamid dönemini özleyenler hatıra gelirdi. Meşrutiyet’in ilânının ardından binlerce kişi birbirini “irticacı” iddiasıyla ihbar etmiş ve Türkiye’de büyük bir “mürteci avı” başlamış, yani Abdülhamid yanlıları arasında yoğun bir temizik yapılmıştı.
Hadisenin “şeriat ayaklanması” şeklinde nitelenmesinin başta gelen sebebi, Osmanlı İmparatorluğu’nda şeriat hukukunun hâkim olmasını savunan “İttihad-ı Muhammedi” isimli ufak bir siyasi partinin isyanı sahiplenmeye çalışmasıydı. Ayaklanmaya destek veren bu parti, isyandan sadece sekiz gün önce, 5 Nisan’da Ayasofya Camii’nde kurulmuştu. Yayın organı olan “Volkan” Gazetesi’nde ayaklanma lehinde yazılar çıkması ve partinin hadiseyi reklâm vasıtası yapmaya çalışması, 31 Mart’ın bir kesimin gözünde sadece bir “şeriat ayaklanması” olduğu şeklinde yorumlanmasıyla sonuçlandı.
Ayaklanmanın niteliği de işte bu yüzden tam olarak aydınlığa kavuşmadı. Olaylarda gerçi Meşrutiyet’in ilânından sonra “alaylı” yani askeri okul mezunu olmayan subayların görevlerinden alınarak yerlerine “mektepli” denen diplomalı komutanların getirilmesinin bazı birliklerde yarattığı huzursuzluğun rolü büyüktü ama isyanda medrese öğrencilerinin askere alınma hazırlıklarının ve İttihadçı düşmanlığının da etkisi vardı.
İsyancıların talepleri beş maddeden ibaretti ve meselenin tuhaf olan tarafı dinî değil, siyasi konulara öncelik verilmesi idi: 1. Hükümetin istifası, 2. Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey ile Hüseyin Cahid (Yalçın) ve Talât Beyler’in (Talât Paşa) görevlerinden ayrılmaları, 3. Alaylı subayların birliklerine iade edilmeleri, 4. Şeriatın uygulanması, 5. Ayaklanmaya katılanların affı.
31 Mart hadisesi hakkında bugüne kadar ortaya hayli iddia atıldı, hattâ dış tahriklerden de bahsedildi ama söylediğim gibi, ayaklanmanın ayrıntıları bir türlü tam olarak ortaya çıkartılamadı…
YAYINCISINI BEKLEYEN BİR ESER
Şimdi, bu konuda bundan 105 sene kaleme alınmış ama yayınlanmamış önemli bir eserden bahsedeceğim: Hadisenin bastırılmasından sonra kurulan askerî mahkemenin başkanlığını yapan ve ayaklanmaya katılan çok sayıda kişiye idam cezası veren Hurşid Paşa’nın kaleme aldığı “31 Mart 1325 (1909) İhtilâlinin Tarihçesi” isimli risalesinden…
Hurşid Paşa’nın yazmayı 24 Ocak 1914’te tamamladığı 165 sayfalık eseri, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bünyesindeki Kitaplıkta muhafaza ediliyor. Risale, kitaplığın müdürü olan ve başında bulunduğu bu müesseseyi memleketin en önemli araştırma merkezlerinden biri yapan Ramazan Minder’in iki sene önce satın alıp görüntülerinin tamamını kütüphanenin internet sitesine koyduğu binlerce sayfalık tarihî evrak arasında bulunuyor…
Merak edenlerin İBB Kitaplığı’nın internet sitesinden sadece birkaç tıklama ile ulaşabilecekleri Hurşid Paşa’ya ait risalenin ayrıntılarına girmeyecek ve Paşa’nın eserinin sonlarına doğru yazdığı bir değerlendirmeyi nakledeceğim:
Paşa, “31 Mart 1325 ihtilâl-i askeriyesinin âmili ve esbâbı (sebepleri) o kadar çoktur ki uzaktan, yakından, doğrudan doğruya, bizzat, bilvasıta, dolayısiyle, bilerek, bilmeyerek bu ihtilâlin zuhuruna ve zuhuruyla beraber sirayet ve tevsiine (yayılıp genişlemesine) hemen herkes sebep olmuş ve yardım etmiştir” diyor…
Neyin nesi olduğunu hâlâ tartıştığımız 31 Mart hadisesinin anlaşılabilmesi bakımından önemli bir kaynak olan bu eser, eskileri tâbiri ile “hamiyyetli” yayıncısını bekliyor!
Hurşid Paşa’nın 31 Mart Risalesi’nin ilk sayfası.
31 Mart ayaklanmasının ve Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmesinin ardından Yıldız Sarayı’nı işgal eden Hareket Ordusu askerleri.