Nurdanhaber – Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Mehmet Âkif Ersoy’un vefatının seneyi devriyesinde Prof Dr. Yusuf Özertürk’ün yazmış olduğu yazıyı aynen buraya alıyorum. Tabi bu esnada merhum Âkif ülkesi için ve vatani için İstiklâl Marşı yazmışlar. Bu bizim milli marşımız olmuştur. Öyle küçük bir olay ve herkese de nasip olacak bir şey değildir. Yine o zamanlarda istiklâl mücadelesi veren bir Mücahid-i İslâm’da Bediüzzaman Said Nursi’dir. Onun hayatı burada satırlara sığacak kadar kısa değil tabii ki. ancak ne var ki vatanın kurtuluşu ve bağımsızlığı için merhum Âkif ile beraber çok sohbetleri ve birliktelikleri olduğu için, burada onu da zikretmek görevi hissettim.
İSLÂM BÜLBÜLÜ ÂKİF’E VEFÂ
(vefatının 82.yılı münasebetiyle)
İstanbul, Fatih-Sarıgüzel Semtinde mütevazi bir evde 20 Aralık 1873 yılında ‘Kutlûlar Beldesi BUHARA’dan gelme EMİNE ŞERİFE HANIM ile Evlad-ı Fâtihan’dan KOSOVA, iPEK’ten Fatih müderrislerinden MEHMET TÂHİR EFENDİ’nin bir erkek evladı doğar.
Tâhir Efendi,oğluna’ MEHMET RAGIYF’ ismini vermiş, fakat halk O’nu ‘AKİF’ olarak çağırmışdır. M. Âkif’in çocukluğu ve tahsil hayatı Avrupalıların ‘Hasta Adam’ dedikleri Osmanlı’nın buhranlı yıllarında geçmiştir (Fatih Rüşdiyesi, İdadi ve Halkalı Baytar Mektebi).
M. Âkif memleketin çeşitli yerlerinde bir süre Baytar olarak, Dar-ül Fünunda da öğretmen olarak çalıştıktan sonra, İslam’ı tebliğ ve halkı irşad ideali ağır basmış çeşitli gazetelerde İslami ağırlıklı yazılar yazmaya başlamıştır.
‘Teşkilat-ı Mahsusa’, Dar-ül Hikmet-il İslamıye’de görev alarak Birinci Cihan Harbinde Vatana ve Millete önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Milli Mücadele yıllarında da çeşitli camilerde vaazlarıyla halkı mücadeliye davet etmiştir. M. Kemal tarafından Ankara’ya davet edilmiş ,1920 de Burdur Milletvekili olarak Meclise girmiştir.
18 Mart 1921 de ‘İSTİKLÂL MARŞI’nı yazmış, mükâfat olarak verilen 500 Lirayıda almayıp, Orduya bağışlamıştır.
1923,Cumhuriyetin ilanından sonra Bağımsızlığa, Cumhuriyete ‘EVET’ demiş, fakat KUR’AN VE İSLÂM için yapılan bunca mücadele ve fedakârlıktan sonra İSLÂM’a karşı yapılan hareketleri tasvip etmeyip ‘HAYIR’ demiştir.
M. Âkif’in bu Millî ve İslamî duruşu iktidar sahiplerince hoş karşılanmamış, Âkif’in peşine polis takılarak tarassut altına alınmıştır.’
Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihânet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemem’ diyerek 1925 yılında Mısır’a gitmiştir.
M. Âkif ‘in takibi yurt dışında da devam etmiştir (Selçuk Karakılıç, Türk Ed. Dergisi).
M. Âkif 11 yıl yurt dışında kaldıktan sonra siroz hastalığına yakalanmış, hastalığı ilerleyincede son nefesini Vatan topraklarında vermek için 17 Haziran 1936 da İstanbul’a dönmüştür.
Fatih, Sarıgüzelde 20 Aralık 1873 te başlıyan hayatı, 63 yıllık çileli bir ömürden sonra, 27 Aralık 1936 da Beyoğlu, Mısır apt. son bulmuştur.
Âkif’in tabutu, üstünde hiçbir örtü olmaksızın çıplak tahta tabut olarak dört hamal tarafından getirilip ‘Emin Efendi Lokantası’nın önüne bırakılmıştır.
O sırada Mithat Cemal’de oradadır. Resmi zevatta olmayınca ve tabutta çıplak olunca bunun fukara birine ait olduğunu zanneder (M.Doğan).
Cenazenin M. ÂKİF olduğu öğrenilince üniversite talebeleri Âkif’e sahip çıkarlar. Hemen bir bayrak bulunarak tabutun üzerine örtülür (B.Bozgeyik).
O zamanki tek parti ceberrut düzeni içinde, idare ile kötü olmamak ve zarar görmemek için, kimse M.Âkif’in ne hastalığında nede cenazesinde bulunmayı göze alamamıştır.
Âkif’in cenazesinde ne belediye başkanı, ne vali, nede idareden hiçkimse bulunmamıştır, özellikle resmi zevat uzak durmuştur.
Halbuki Bürükselde elçi iken içki içip sonrada bir kadına sarkıntılık ettiği için kovulan, milli mücadeleye katılmıyan agnostik şair Abdulhak Hamid öldüğünde Devlet töreni ile defnedilmiş ve M. Kemal yaveriyle cenazesine çelenk göndermiştir (B.Bozgeyik).
M.Âkif’in cenazesi Üniversite gençliğinin elleri üzerinde taşınarak Edirnekapı Şehitliğine defnedilmiştir.
Üniversite gençliğinin M.Âkif’e sahip çıkmasına M. KEMAL çok üzülecektir. İstanbul’a geldiği bir gün Pera Palasta yüksek Ticaret Okulunun yıllık balosunda kendisine gösteri yapıp ‘ yaşa Gazi’ diye bağıran gençlere ”Ben size devrimleri emanet ettim. Siz ise, Benim devrimlerime karşı olan M. Âkif’in cenazesini büyük bir törenle kaldırdınız” diyerek sitemde bulunur (Mustafa Ekmekçi).
M. Âkif ömrünü İslâma vakfetmiştir. Hayatı boyunca İslâm birliği için çalışmış bu uğurda çile çekip, meşâkkatli bir hayat geçirmiştir.
Cenab-Hâk, Âdil-i Mutlak sayini boşa çıkarmamış, Mü’minlerin gönlünde yer ettirmiştir.
Rabb’im rahmetiyle muamele etsin. Mekânı Cennet olsun. 12.03.2019
Prof. Dr. Yusuf Özertürk
FÂTİNÜ’L-ASR BEDİÜZZAMAN
Bediüzzaman Hazretlerinin de vefatının sene-i devriyesi yaklaştığı bu ayda ona da bu vesile ile vefa borcumuzu hatırlamış olalım.
Bunlar İstiklalimizin Kahraman Mücahit’leri, ancak ne varki bize ne tarihi ve ne de tarih derslerinde bunları doğru öğretmediler.
Cumhuriyetin hayat bulması için bir arada cihad eden Akifler, Nâimler, Feridler, İzmirliler ve Bediüzzaman’lar sonra neden Ankara’yı terketmişler, nedeni ve niçini bize öğretilmedi.
Tarihçe-i Hayat’tan bir kesiti burada aktarmak aklıma geldi.
BEDİÜZZAMAN Ankara’ya M. Kemal Paşa tarafından davet edilir.
Bediüzzaman bu esnada da mebusana hitap ederler:
“Bu mebusana hitap, namaz kılanlara altmış mebus daha ilâve eder. Namazgâh olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir.
Bu parça, mebuslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir. Bir gün divan-ı riyasette, elli altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teatisinde M. Kemal Paşa:
—Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır; sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz, der.
Bu söz üzerine Bedîüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak:
—Paşa! Paşa! İslâmiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur, der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.
Bedîüzzaman Ankara’da bulunduğu müddetçe, en birinci maksadı olan Şark Dârülfünununun (fen bilimleri üniverstesi) tesisi için uğraşmaktan kat’iyen geri durmadı. Bir gün mebuslar heyetine der:
Bütün hayatımda bu dârülfünunu takip ediyorum. Sultan Reşad ve İttihatçılar, yirmi bin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.
O zaman yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine “Bunu mebuslar imza etmelidirler.” der. RN-Tarihçe-i Hayat/138
O vakit Kosova’da, büyük bir İslâm Dârülfünununun tesisine teşebbüs edilmişti. Orada hem İttihatçılara hem Sultan Reşad’a der ki: “Şark, böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâm’ın merkezi hükmündedir.” Bunun üzerine şarkta bir dârülfünun açılacağını vaad ederler. Bilâhare Balkan Harbi çıkmasıyla o medrese yeri yani Kosova istila edilir. Bunun üzerine müracaatla Kosova’daki dârülfünun için tahsis edilen on dokuz bin altın liranın Şark Dârülfünunu için verilmesini talep eder, bu talebi kabul edilir.
Bedîüzzaman tekrar Van’a hareket eder. Van Gölü kenarındaki Artemit’te (Edremit) o dârülfünunun temeli atılır. Fakat ne çare ki Harb-i Umumî’nin zuhuruyla, teşebbüs geri kalır. Zaten o kış Molla Said, talebelerine: “Hazır olunuz, büyük bir musibet ve felaket bize yaklaşıyor.” diye haber vermişti. RN-Tarihçe-i Hayat/109
İstiklâlimiz kolay kazanılmadı, bütün müminler ve İslâm Alemi seferber oldular. Hatta ellerinde avuçlarında ne varsa onları ortaya koyarak, mallarıyla canlarıyla buna iştirak ettiler. Elbette bir taburun muvaffakiyeti komutanına verilmez, bütün tabur elemanlarına taksim edilir. Ancak başarısızlık taburun komutanına verilir. Allah için, Vatan için, İstiklâl için mücadele verenler nur içinde yatsınlar.
13.03.2019