Bir Görüş
İman konusunun öneminin tartışılması bile abes, ama öncelikle toplumsal hataların doğru teşhisi yapılıp sonrasında insanını ortak paydada/idealde birleştirecek eğitim sistemi oluşması, inanç anlamında farklılıkları ortadan kaldıracak ve ortak paydada buluşturacak tek kaynağımız olan Kur’an da buluşmaktan geçiyor diye düşünüyorum.
Bir Analiz
Bir insanda şöyle bir duygu olmalı ben ölürsem vatanım ve milletim sağ olsun. Ancak ne var ki Avrupa vd. nasıl bizi birbirimize düşünerek, bölüp, parçalayıp, vatanımızı elimizden aldılar. Mallarımızı gasp ettiler. Petrollerimize ve madenlerimize el koydular. Halen de bunu devam ettirmektedirler. Çünki içinde bulunmuş olduğumuz vatan toprakları, dağları ve denizleri, biz şu anda tam bilemiyoruz ama bir hazine, kıymeti takdir edilemez varlıklarımızdır. Şimdi bunu elimizden almak için binbir türlü plan ve entrika çeviriyorlar.
Bununla yetinmediler yüksek ahlakımıza ve seciyelerimize de saldırdılar. İçtimai hayatımızın temeline dinamit attılar, altüst ettiler.
Bediüzzaman Hazretleri;
“Yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin (karakterimizin) bir kısmını Ecnebilerin bir kısmı bizden aldılar. Terakkilerine (ilerlemelerine) medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri sefihane (müslümanlığa aykırı) ahlâk-ı seyyieleridir (kötü ahlak), sefihane seciyeleridir (zevk ve eğlenceye düşkün özellikler). Mesela:
Bizden aldıkları seciye-i milliye (milli ahlak) ile bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem (ebedi hayatım) var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır.
Hem o ecnebilerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü bir adamın kıymeti, himmeti (gayreti, çalışması) nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başıyla küçük bir millettir. (1)
Ey Müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve sanat ve terakkiyat-ı ecnebiyeye (yabancıların ilerlemelerine) cebir (zorlama ile) ile sevk eden bedbaht hamiyet-füruş (vatani koruma çabasında olan bahtı kara)! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ile bağlandıkları rabıtaları (bağları) kopmasın! Eğer böyle ahmakane körü körüne topuzların altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede (toplum hayatında) bir semm-i kàtil (öldürücü zehir) hükmünde o dinsizler zarar verecekler. (2)
“Ey divane baş ve bozuk kalp! Zanneder misin ki “Müslümanlar dünyayı sevmiyorlar veyahut düşünmüyorlar ki fakr-ı hale (fakirlik hali) düşmüşler ve ikaza muhtaçtırlar, tâ ki dünyadan hissesini unutmasınlar.” Zannın yanlıştır, tahminin hatadır. Belki hırs şiddetlenmiş, onun için fakr-ı hale düşüyorlar. Çünkü mü’minde hırs, sebeb-i hasarettir ve sefalettir. (zarara ve fakirliğe sebep) “ (3)
Evet, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden esbab (sebepler) çoktur. Başta nefis ve hevası (nefsin zararlı arzuları) ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî (hakiki olmayan) tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri (davetçiler) var. Halbuki bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye davet eden azdır. Eğer sende zerre miktar bu bîçare millete karşı hamiyet (milliyetçilik-kardeşlerini muhafaza ve müdafaa etmek gayreti) varsa ve ulüvv-ü himmetten (yüksek himmet ) dem vurduğun ( gelişi güzel bahsetmen) yalan olmazsa, hayat-ı bâkiyeye (ebedi hayatı) yardım eden azlara imdat etmek lâzım gelir. Yoksa o az dâîleri (davet edenleri) susturup çoklara yardım etsen şeytana arkadaş olursun.
Acaba zanneder misin bu milletin fakr-ı hali (fakirliği), dinden gelen bir zühd (dinine bağlılık) ve terk-i dünyadan (dünyayı terk etmek) gelen bir tembellikten neş’et ediyor (meydana geliyor)? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki Çin ve Hint’teki Mecusi ve Berahime ve Afrika’daki zenciler gibi Avrupa’nın tasallutu ( hükmü) altına giren milletler bizden daha fakirdirler.
Hem görmüyor musun ki zarurî kuttan ziyade (yaşayacak kadar gıdadan fazla) Müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle (tuzakları ile) ya çalar veya gasbediyor (zorla alıyor).
Sizin cebren (zorla) böyle ehl-i imanı (inananları) mimsiz medeniyete sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise kat’iyen biliniz ki hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatin (dindarlıkta üstün olanlar) idaresinden daha müşküldür.
İşte bu esaslara binaen (dayanarak) ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine (çalışma zamanlarının programlanmasına) ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine (aralarında güven ve emniyetin artırılmasına) ve teavün düsturunun teshiline (yardımlaşma prensiplerinin kolaylaştırmasına) muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da dinin evamir-i kudsiyesiyle (kutsal emirleri ile) ve takva (günahlardan kendini koruma) ve salabet-i diniye (İslam dinini koruma) ile olur.“(4)
“Yazılarımın ilmi ve ağır bir dili var.”
Üniversite döneminde Ord. Prof. Dr. Cengiz Çohadar matematik dersimize geliyordu. Ben kendisini yakından takip ediyordum. İfadeleri de çok hoşuma gidiyordu. Çünkü babamın ve büyüklerimin kullandığı dili hem konuşuyor ve hem de yazıyordu.
O zaman öğrenciler sınıfta hocanın dilini anlayamadıklarını söylüyorlardı.
Hocamız buna cevabı şöyle veriyordu:
Ben sizin seviyenize inersem size faydalı olamam, siz hep aynı yerde sayarsınız. Oysa siz benim seviyeme çıkmak için gayret gösterin ki, yükselişe geçesiniz ve kazanım elde edesiniz.
Onun için bu zamanda maalesef Türkçe o kadar çok yozlaştı ki; selamünaleyküm yerine slm ifadesi kullanılır hale geldi.
Güzel türkçemizi, bir Türk vatandaşı en az 2000 kelimenin üzerinde kullanması gerekirken, maalesef kullandığı kelime iki yüze düşmüştür. Bu içler acısıdır ve bir kültürün yok olması anlamını taşır.
“Şu devrede Türk lisanının sadmeler (darbeler) geçirmesine bakılırsa Risale-i Nur, Türkçede lisan üzerinde de imam olacağına; yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip (ayrıcalık kazanıp) diğerlerini terk edeceklerine … “(5)
*İttifakda (birlik) kuvvet, ittihadda (dayanışma) hayat, kardeşlikte saâdet ve hükümette selâmet vardır. İttihadın ipini (zincirini) ve muhabbetin şeridini iyi tutun ki, sizi belâdan halâs etsin (kurtarsın). Size bir şey söyleyeceğim, kulağınızı iyi verin. Biliniz ki; bizim üç cevherimiz vardır, ki bunlar muhafazalarını bizden istemektedirler.*
*Birincisi:* İslâmiyettir ..
*İkincisi:* İnsaniyettir ..
*Üçüncüsü:* Milliyetimizdir ..
*Bundan başka: Bizim üç düşmanımız vardır ki, bizi harab etmektedir.*
*Bu düşmanlardan birincisi* fakirliktir.
*İkincisi:* Cehalet ve okumamazlıktır.
*Üçüncüsü:* Düşmanlık ve ihtilâftır (bölünme) ki, bu adavet (düşmanlık) kuvvetimizi tüketmektedir. (6) 04.03.2019
Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
————————
(1) RN-Tarihçe-i Hayat/97-98
(2) RN-Lem’alar/145
(3) RN-Lem’alar/146
(4) RN-Lem’alar/146-147
(5) RN-Emirdağ Lâhikası 1/100
(6) RN-Asar-ı Bediyye/486