Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Gaziantepte ismi sinema ile özdeşleşmiştir Nakıp Ali’nin. O günlere şahitlik eden yaşı kemale ermiş kişiler Nakıp Ali’yi çok iyi hatırlarlar. Ülkemizde sinema sevgisini geliştiren kişilerden biri olarak anılabilir.
Nakıp Ali, Güney Doğu Anadolu’da sinema açan ilk kişiymiş. Ahşap Asri Sinema (sonradan “altı beton, üstü beton Nakıp Sineması” oldu) açılınca, Antepliler bu yeniliğe büyük ilgi göstermişler. Nakıp Ali, “Sinemam öğrencilere bedava. Büyükler de gece okuluna yazılıp müdürden kağıt getirirlerse, onlara da bedava,” demiş. Koca koca adamlar, sinemaya gidebilmek için gece okuluna yazılıp okuma yazma öğrenmişler. Bu durum sinemanın hayra vesile olabilmesi açısından anlamlıdır. Nakıp Ali Kabe tanıtımını gösteren bir kısa filmi de günlerce diğer filmlerin önünden sinemasında göstermiştir. Bu kısa film seyircilerin çok ilgisini çekmiştir.
Nakıp Ali’in sinemada yangın çıktığında nasıl bir konuşma yaptığını Ülkü Tamer’den dinleyelim:
“Dayım Dayım Yangın m’olur!”
Sıcak yaz geceleri nereye gidilir? Yazlığa tabii. Yazlık sinemaya.
Sıcak yaz gecelerinin cankurtaranıydı yazlıklar.
Tepende tavan değil, gökyüzü vardı.
Deprem bile olsa, sinemada yangın bile çıksa, Randolph Scott’ın perdeden inip seni kurtarmasını beklemek zorunda değildin. Kendi kendini kurtarabilirdin. Nakıp Ali’nin ilk sinemasında, ahşap Asri Sinema’da yangın çıkmıştı bir gün. Hemen söndürülmüştü. Kimseye bir şey olmamıştı. Ama bu olay uzun süre konuşuldu, belleklerden silinmedi.
Yıllar sonra Nakıp Ali yine bir sinema yaptırdı. Günün birinde, önemsiz bir elektrik kontağı oldu. Ben de ninemle oradaydım. Hepimiz kapilara saldırdık. Nakıp Ali sahneye fırladı hemen. Başladı bağırmaya. “Bire yo’orum, dayım dayım yangın m’olur!” dedi. “Sizin için sinema yaptırdık işte. Yanar mı bu! Altı beton, üstü beton!” Sonra yangında nasıl davranılması gerektiğini konusunda aydınlatıcı bir konuşma yaptı. (Ömer Asım Aksoy’un eşsiz Gaziantep ağzı kitabından, “çevirisi”yle birlikte aktarıyorum):
“Bire yo’orum dayım dayım yangım m’olur! Bir alov gördüğünüz kimi hemen gaçmıya gahıysız. Acık beklen ba’alım. Gırmızı lombey orıya goyan niye gomuş? O yandı’ı na’al gaçarsı’ız. Hemin a’am, siz gaçmey da bilmeysi’iz. Biri öte’eeni yitiy. Öte’e de öte’eni yitiy. Ta’aların cemleri gırfıcerf oldu. Her def’ada bi etek bellur parası veriyk. Angeslek mi yapıysız yo’orum? Bi şey yok dedikce ambel beter gaçıysı’ız. H’albundahı gırmızı lomba yandı’ı na’al gapının yanındahılar usulladak kapıları açmalı. Urgundahı çıkmadan arhadahı kimsey’ yitmemeli. Sıreynan dof dof çıkmalı.”
“A birader her zaman yangın mı olur? Bir alev gördüğünüz gibi hemen kaçmaya kalkıyorsunuz. Azıcık bekleyin bakalım. Kırmızı lambayı oraya koyan niye koymuş? O yandığı vakit kaçarsınız. Hem ağam, siz kaçmayı de bilmiyorsunuz. Biri ötekine itiyor. Öteki de ötekine itiyor. Pencerelerin camları hurdahaş oldu. Her defa bir etek cam parası veriyoruz. Kasten mi yapıyorsunuz? Bir şey yok dedikçe daha beter kaçıyorsunuz. Halbuki kırmızı lamba yandığı vakit kapının yanındakiler yavaşça kapıları açmalı. Önündeki çıkmadan arkadaki kimseyi itmemeli. Sırayla, bölük bölük çıkmalı.”
(Gaziantep’li rahmetlik Ülkü Tamer’in Yaşamak Hatırlamaktır adlı anı kitabından alınmıştır.Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, Ağustos 2017)