Tesbih; Cenab-ı Hakk’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek ve O’nu hamdetmektir.
Her mahlûk kendine mahsus lisan ile Yüce Allah’ı tespih etmektedir.
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunan her şey (melekler, cinler) onu hamd ile tesbih eder. Fakat siz, onların tesbihini iyi anlamazsınız. O, hakikaten halimdir, gerçekten bağışlayıcıdır.” (İsra Suresi, 17/44)
“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah ve akşam tespih edin.” (Ahzab Suresi, 33/41-42)
“Alçak gönüllülükle, korku ve duyarlılık içinde, sesini yükseltmeden sabah akşam Rabbini an ve sakın umursamaz kimselerden olma.” (A’raf Suresi, 7/205)
“Güneşin doğmasından ve batmasından önce, Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini, tüm eksiksiz övgüleriyle an.” (Taha Suresi, 20/130)
Bunun gibi birçok ayette semavatın, arzın ve içindeki her mahlûkun kendi lisanlarıyla Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve hamdettiği, Allah korkusundan taşların yarıldığı ifade edilmekte, müminlerin Rablerini zikretmeleri emredilmektedir. Ticaretin ve alışverişin bile gerçek müminleri Allah’ı anmaktan alıkoyamayacağı ifade edilmektedir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) de birçok hadis-i şeriflerinde zikir ve tesbihin ehemmiyetini ifade buyurmuş, hayvanların kendi dilleriyle Allah’ı andığını ifade etmiş, her türlü tehlikelere ve sıkıntılara karşı birçok tesbih ve dua okumuş ve ümmetine de tavsiye etmiştir.
Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.) şöyle buyurur: “Dilde hafif, terazide ağır ve bağışlayıcı olan Allah indinde en kıymetli iki cümle: “Sübhanallahi ve bihamdihi, Sübhanallahilazim” (Müslim)
“Şu beş şeyi dilinizden düşürmeyin: Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilâhe illallah ve Lâ havle velâ kuvvete illâbillah) (Taberani)
Fırtınalı bir deniz ve rüzgârlı bir hava; “Ya Celil, Ya Celil, Ya Aziz, Ya Cebbar” diye zikretmektedir.
Bütün zemin; “Ya Hannan, Ya Rahman, Ya Rahîm, Ya Kerim, Ya Latif, Ya Musavvir, Ya Muhsin, Ya Müzeyyin” diye tespih etmektedir.
Denizlerdeki balıklar, masum yavrular; “Ya Cemil, Ya Rahim” diye tesbih çekmektedirler.
Sema; “Ya Celil-i Zülcemal” demekte, bütün hayvanlar; “Ya Rahman, Ya Rezzak” esmasını söylemektedirler.
Dillerini anlasaydık kedilerin mırmırlarıyla; “Ya Rahim, Ya Rahim” diye tespih ettiklerini işitecektik.
Havanın demdemesi, ağaçların hemhemesi, yağmurların zemzemesi, kuşların cıvıltısı, rüzgârın uğultusu, suların şarıltısı, ağaçların hışırtısı, kuzuların meleşmesi, köpeklerin uluması, denizlerin gamgaması Rabblerini zikirdir, tesbihtir.
Semavat ve arzdaki her mahlûk, deryadaki balıklar, ormandaki ağaçlar ve yeryüzünün süsü olan çiçekler Allah’ı tespih ve ta’zim ederken, Cenab-ı Hakk’ın en itibarlı, en sevgili ve en şerefli mahlûku ve yeryüzünün halifesi olan insanın zikir ve hamd etmemesi düşünülemez.
Cenab-ı Hakk’ı tesbih ve tazim etmenin en güzel şekli, şükrün en mükemmeli namazla mümkündür. Bir mümin, namaz boyunca, Rabbinin celâlini hatırlayarak O’nu tespih eder, cemalini hatırlayarak O’na hamd eder ve sonsuz kemalini hatırlayarak tekbir getirir. Bir ayette mealen şöyle buyrulmaktadır: “Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senası O”na mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine girince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın” (Rum Suresi, 30/17-18)
Namaza başlarken Allahu Ekber derken, iki elimizi birlikte kaldırır, selâma durur ve tekbirimizi hâl dilimizle de destekleriz. Rabbimizi tazim eder; “Allahu ekber” der, tekbir getirir, O”nun büyüklüğünü idrakten aciz olduğumuzu ifade ederiz.
Sonra kemal-i edeple ellerimizi bağlar, “Subhâneke” duasını okur, tesbih ve hamd ederiz. Sonra Fatiha Suresini okur; “Âlemlerin Rabbi olan Allah”a hamd ederiz. O”nun Rahman, Rahim ve din gününün maliki olduğunu, sadece O”na kulluk ettiğimizi ve yalnız O”ndan yardım dilediğimizi ilan eder; istikamet üzere hayat sürmeyi, kendilerine nimet verilen bahtiyar kimselerden olmayı, dalalete sapanlardan olmamayı niyaz ederiz.”
Sonra belimizi büker, rükûa eğilir, “Subhane rabbiyel azîm” der, Azim olan Rabbimizi bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Kendi noksanlığımızı Rabbimizin huzurunda bel bükmek suretiyle fiilen göstermiş oluruz.
Rükûdan doğrulur; O”nun cemaline ve ihsanlarına karşı kalben, lisanen ve bedenen “Semiallahülimen hamideh” der, ezelden ebede her türlü hamdin, övgünün ve minnetin Allah’a mahsus olduğunu ilan ederiz.
Sonra secdeye kapanır, yüzümüzü yere sürer, Rabbimize karşı zilletimizi gösteririz. “Sübhane rabbiyel a’la”, diyerek Allah’ı kavlen tespih eder, bütün noksan sıfatlardan tenzih eder, yüzümüzü yere sürer, bunu fiilen de gösterir, kendi noksanlığımızı en ileri derecede ilan ederiz.
Namaz boyunca “Allahu Ekber”, “Suphanallah” ve “hamd” kelimelerini sürekli olarak lisanımızla zikrederken, bedenimizin hareketleriyle de tasdik ederiz. Zira tekbir, tesbih ve hamd namazın çekirdekleri hükmündedirler.
İnsan, acziyle Rabbinin kudretine, fakrıyla rahmet ve gınasına, noksanlığı ile de kemaline ayine olmaktadır.
Namazdan sonra da namazın manasını kuvvetlendirmek ve takviye etmek için bu üç kudsi kelimeyi otuz üç defa tekrar ederiz.
Subhanallah, Cenab-ı Hakk’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bütün kusurlardan münezzeh olduğunu ifade eder.
Subhanallah, Yüce Allah’ın harika eserleri ve akıl almaz icraatları karşısında duyulan hayreti ifade etmek için söylenir.
İnsan aklının tartamadığı işlerde “Subhanallah” diyerek Rabbini bütün noksan sıfatlardan tenzih eder ve hayretini ortaya koyar.
İnsan, aklının idrak edemediği sonsuz ve harika icraatlar karşısında “Allahu Ekber” deyip, Cenab-ı Hakk’ın o hadiselerden daha büyük olduğunu ifade eder ve hayret secdesi yapar.
Her insanda saniyede yedi milyon alyuvar yaratılmakta, vücudundaki yüz trilyon hücre sürekli olarak yenilenmektedir. Kılcal damarların uzunluğu kırk bin km. Hiçbir insanın siması, sesi ve parmak izi başkasına benzemiyor. Her yaprağın, her kar tanesinin, her çiçeğin şekli başka.
Yüce Allah küçük bir çekirdekten koca bir ağaç yaratıyor. Zehirli bir arının eliyle en şifalı gıdayı bize ikram ediyor. Bir damla sudan insanı, birbirine benzeyen yumurtalardan sayısız civcivleri ve kuşları yaratılıyor.
Saatte üç yüz bin km hızla yol aldığı halde, kâinat yaratıldığından beri ışığı dünyaya gelmeyen yıldızların olduğu söyleniyor. Yerçekimi sonsuz denecek kadar eşyayı birlikte çekiyor.
Bütün bu akıl almaz faaliyetleri aklımız almadığı için; “Suphanallah ve Allahu Ekber deyip, Rabbimizin azamet ve kibriyasını tasdik etmiş oluyoruz.
Bütün bu sonsuz faaliyetler, harika işler; ilmi sonsuz, kudreti nihayetsiz, iradesi mutlak, her yerde hazır ve mekândan münezzeh olan Vacibu’l Vücud Hazretlerine hastır. Cenab-ı Hakk’ın bütün sıfatları sonsuzdur; ne kadar mahlûk yaratırsa yaratsın, o sıfatlarda hiçbir azalma olmaz.
Akıl mahlûk olduğu için idraki de sınırlıdır. Aklın, her şeyin hikmetini anlaması mümkün değildir.
Ziya Paşa’nın dediği;
İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
Bir insan ne kadar zeki, kabiliyetli ve ince anlayışlı da olsa her meseleyi anlayamaz. Çünkü akıl da mahlûktur, idraki sınırlıdır. Akla istikamet veren peygamberler, kitaplar ve mürşitlerdir.
Ezel ve Ebed Sultanı olan Allah’ın emir ve yasakları, imanın esasları, ubudiyetin esrarı, yaratılış sırrı ve hikmetin incelikleri, “Yüksek dellal, doğru keşşaf, muhakkik üstad, sadık muallim” ve en mükemmel rehber olan Habib-i Kibriya Efendimiz (sav.) sayesinde bilindi.