Nurdanhaber –
İlk İhvan Yerleşimlerinin Oluşumu ve Hedefler;
1912 yılına gelindiğinde, Abdülaziz İbn Suud Necd’in tamamını kontrol altına almış durumdaydi.Ele geçirilen kasabaların halkları, İbn Suud’a bağlılıklarını sunmak suretiyle,ortak düşmana karşı kendi topraklarını savunma sorumluluğunu da üzerlerine almış oluyorlardı, itaat altına alınan bedevi kabileler de, gerektiğinde böyle bir savunmada veya karşı saldırıda güçleri ölçüsünde İbn Suud’a yardımla mükelleftiler. Fakat İbn Suud’un genişleme planları Necd ile sınırlı değildi. Hala Reşid Oğulları’nın elinde olan kuzeydeki Şemmar mıntıkası ve Hail şehri, Osmanlı ve İngilizlerin ortak çıkar alanları olan Ahsa, Kuveyt ve Güney Irak, Tebük ve kuzeyini kapsayan Akabe körfezine kadar uzayabilecek geniş alan, bir zamanlar dedelerinin ellerinde tuttukları ortak kutsal şehirler ve Hicaz, hatta Yemen, İbn Suud’un ileride mutlaka hakimiyetine almayı düşündüğü coğrafyayı kapsamaktaydı. Necd’in yerleşik halkdan topladığı askerlerle Riyad’ın çok uzağında kalan bu bölgelerde egemenlik kurma girişimi boş bir çaba olacaktı. Göçebe bedeviler ise, zaten zor zaptedilen askeri unsurlar olarak, planlı ve disiplinli yürümesi gereken uzun bir savaş kampanyasına uygun özellikleri üzerlerinde taşımıyorlardı. Sık sık birbirleriyle savaş durumuna geçebilen bu kabileler, yiyecek, silah ve para karşılığı kolayca saf değiştirebilmekte, böylece kendilerine güvenen ve dayanan hakim güçleri hayal kırıklığına uğratabilmekteydiler.
Güç ve hakimiyet için Arabistan’da öncelikle gereken şey, otorite sahibi merkezi bir hükümetin tesisiydi. Bu otoritenin oluşmasına engel olan iki önemli husus bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi, bedevi aşiretlerin bağlılık ve sadakat ölçülerinin farklılığı ve oynaklığıydı. Çöl hayatının bir parçası olan aşiretler arası taarruzlar ve kervan baskınları birden fazla güçlü siyasi aktörün bulunduğu bir ortamda Arabistan’daki iç barışı diğer zamanlardan daha fazla tehdit etmekteydi. Aşiretlerin kudret sahibi ve başarılı bir hükümetten memnun olmayacaklarını düşünen İbn Suud, bir konuşmasında şöyle demektedir:
“Aşiretler ancak kılıctan anlarlar. Kılıcını sıyrırsan rahat dururlar. Sıyırmaz, kınına sokarsan yağmalarlar, öldürürler ve barışı tahrip ederler”. (26- Mudi bint Mansur, el Hucer ve Netaicuha fi Asri Melik-Abdilaziz, Beyrut, 1993, s.83) Bu düşüncesiyle genellikle uyuşan 1912’ye kadarki icraatlari sayesinde İbn Suud Necd aşiretlerini itaat altına alabildi. Fakat merkezi otoritenin tesisini engelleyici diğer bir husus olan farklı aşiret yasalarının farklı bölgelerde yürürlükte olması gerçeği, zor ve kuvvetten daha başka tedbirlerin alınmasıyla ortadan kaldırılabilecek bir vakıaydı.
Hedefler ve söz konusu gerçeklikler karşısında İbn Suud, göçebe bedevi aşiretlerini daimi olarak iskanda tutmaya yönelik planını yürürlüğe koydu. Vehhabiliği yeni yerleşim yerlerinde öğretilmesi ve pratiğe dökülmesi, bu planın başlıca parçasıydı. Böylece İbn Suud, Suudi-Vehhabi birlikteliğini tarihte bir kez daha güçlü bir şekilde devreye sokarak, bedeviliği Vehhabiliğin katı kuralları içinde dizginlemek istedi. Bu iskan planı sayesinde kanuna ihtiyaç duymayan göçebeler nizam altına sokulacak, bu nizam dini bir zeminde şekilleneceği için gelip geçici değil kalıcı olacaktı. Kabilevi bağlılıklar yerini din kardeşliğine bırakacak, itaat ise ilk önce Allah’a daha sonra da onun halifesi olan Vehhabi imama arzedilecek, dinin de temsilcisi olan imam Allah adına kanunları uygulayarak bağlılarını hem dünya hem de ahiret saadetine yönlendirecekti. Bu plan sayesinde “Allah yolunda Cihad” fikri yeniden gelişecek, bir nevi garnizon biçiminde iskan edilen bedeviler kendi aralarında “müslüman kardeşleriyle” yaptıkları savaşları bırakıp Allah’ın ve imamın isteği doğrultusunda kafirlerle savaşa hazır hale geleceklerdi. İskan dolayısıyla hayvancılğı bırakmak zorunda kalan bedevilere alternatif olarak ziraat öğretilecek, bedeviler bu yolla kendi kendilerine yeter hale gelecek, açlık önlenecek, böylece ganimet amaçlı akınların ve soygunların önüne geçilerek iç barışa katkı sağlanacaktı .
Abdülaziz İbn Suud Necd’in fethini askeri metotlarla gerçekleştirirken bir taraftan da bölgedeki kabilelere davetçiler göndererek Vehhabilik temelinde dini içerikli bir tebliğ kampanyası başlattı. Vazifeli davetçiler gittikleri yerlerde tevhitten bahsetmekte, şirk ve bid’atlardan sakındırmakta, amellerin önemine vurgu yapmakta, şehirlerde ve bedavette dini hakkıyla yaşamanın zorluğunu anlatarak dinin yaşanabileceği yerlere gerektiğinde hicret etmenin vacip olduğunu insanlara bildirmekteydiler. Aynı kampanyanın bir parçası olarak, kabile reisleri Riyad’a davet edilmekte, İbn Suud’un konukları olarak başkentte bulundukları süre içinde Vehhabi ulema nezaretinde dini eğitim almakta ve kabilelerine geri döndüklerinde, özellikle hicretin ve cemaat halinde dini yaşamanın gerekliliği hususunda aldıkları talimatları icraata dökmeleri kendilerinden istenmekteydi. Yapmaları gereken iş, bu konuda davetçiler tarafından ikna edilmiş olan kabile mensuplarını belli bir koordinasyon dahilinde yerleşime geçirmekti.
Söz konusu iskan politikası ilk olarak Ertaviyye’de hayata geçti. Ez-Zilfi’nin kuzeydoğusunda, Kuveyt-Büreyde yolu üzerindeki bu vaha, ilk İhvan yerleşimcilerinin geldikleri yer oldu. El-Erta isimli hünnap benzeri bir ağacın çok bulunmasından dolayı Ertaviyye ismini alan bu vahadan 1912 Mart’ında geçen Danimarkalı gezgin B. Raunkiaer, vahanın ismini zikretmekle beraber herhangi bir yerleşimden söz etmemektedir. Kaynaklardan, aynı yılın sonlarında veya en geç 1913 yılının başlarında ilk evleri Ertaviyye’de yapılmaya başlandığı anlaşılmaktadır.
Necd’de ekim-dikim işlerinin ancak kış aylarında mümkün olabildiği düşünüldüğünde bu tarih tespitinin doğruluğu kuvvet kazanmaktadır. Vehhabi davetçilerden etkilenen Mutayr ve Harb kabilelerinden bir grup bedevi, bugünkü Mecme’a kasabası yakınındakı Harma’ya gelerek oradaki dini derslere katılmışlardı. Aynı dini coşkuyu paylaşan bazı kasabalılarla birlikte yeni daveti burada hayata dökmek isteyen bu grup, kasabalıların çoğunluğunun tepkisiyle karsılaşınca kasabayı terk ederek Ertaviyye’ye yerleşme kararı aldılar.
Elli kadar şahıs ve ailelerinden oluşan bu grubun başlarında olan iki kişinin isimleri, Harb kabilesinden Sa’d b. Musib ve Mutayr kabilesinden Abdülmuhsin b. Abdülkerim olarak kaydedilmektedir. Bir cami ve evlerin inşası, su kuyularının kazılması için gerekli alet ve edevati ve yeterli miktarda finansal yardımı İbn Suuddan temin eden İhvanın bu öncüleri, kısa bir sürede küçük bir kasaba oluşturarak orayı bedevi yerleşimi için bir cazibe merkezi haline getirdiler. Özellikle Mutayr’a mensup çok sayıda bedevi, Kuveyt pazarlarında at ve develerini satıp karşılğında yerleşik hayat için gerekli malzemeleri alarak Ertaviyye’ye geldi. Yine İbn Suud’dan temin edilen basit ziraat araçları ve tohumluklarla, tahsis edilen topraklarda ziraata başlandı. Böylece ilk İhvan kolonisi ortaya çıkmış oldu. (27-Meulen, D.Van Der,The Wells of İbn Saud, London,1957,s.63)
Dini siyasi bir hareket olarak İhvan’ın ortaya çıkmasının arkasındaki fikir büyük ihtimalle İbn Suud’a aittir. Hareketin kuruluşu sırasında yerleşimcilere ekonomik destek ondan gelmiştir. İhvan’in planlı büyümesi yine onun gözetiminde gerçekleşmiştir. Fakat 1920’lerin başında İhvan hakkında yazan Futayyih el-Medeni, başka bir isimden daha söz etmektedir. Muhammed Bin Abdülvehhab’ın torunu ve Necd’in o sıradaki en önde gelen Vehhabi alimi olan Şeyh Abdullah b. Muhammed b. Abdüllatif, örgütlü Vehhabi daveti ülkede başlatarak İhvanın kuruluşunda İbn Suuddan sonra en büyük katkıyı sağlamıştır. (29-ez-Zirikli, Hayreddin, Şibhul Cezire fi Ahdi Melik Abdulaziz, Beyrut, 1985,s.361) İbn Suud ne kadar teşkilatın mimarı sayılıyorsa, şeyh Abdullahın da o kadar İhvan ideolojisinin mimarı olduğu kabul edilmelidir.
Vehhabi davetin bölgede yaygınlaşması sonucu, Ertaviyye örneğini izleyen kabileler kendi yerleşim yerlerini kurmaya başladılar. Necd’in büyük kabilelerinden Uteybe, el Ğatğatda 1912 veya 1913’de kendi yerleşimini kurdu. Harb kabilesi Duhnede, Şemmar kabilesi de Acfar da onu izledi. Yaklaşık on yıl içinde sayısı yüzü aşacak olan bu yerleşim yerlerine hicre adı verildi. Fakat bu geniş katılıma rağmen, bazı kabilelerin bu organizasyona dahil olmamakta ısrar ettikleri de bilinmektedir. 1916’da İbn Suud tüm bedevi unsurlara hicre kurmaları talimatını verdiğinde, kabilevi birliklerinin zarar göreceği endişesiyle Ucmanlıların bu karara karşı geldikleri ve bu nedenle iki defa ayaklandıkları bildirilmektedir. Ayrıca kuzeydeki Ravele bedevileri, ilk başta hicrelere yerleşmelerine rağmen bu yeni hayatlarına bir türlü alışamamışlar ve bir süre sonra hicrelerini terkederek eski yaşamlarına geri dönmüşlerdi. Ama bu olaylar istisnaydı ve özellikle merkezi Necd’in her bir tarafı hızlı bir hicreleşme faaliyetine tanık olmaktaydı.
Allaha emanet olun gelecek makalemiz, İhvan Teşkilatının Örgütlenmesi olacak inşallah.