Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Fıkralar bize bir çırpıda anlatmakta zorlandığımız hakikatleri anlatmaya vesile olur. Güldürürken düşündürür. Fıkralar içinde bir halk alimi-bilgesi olan Nasreddin Hoca fıkraları önemli bir yer alır. Nasreddin dine yardım eden, dine yardımı dokunan demektir. Nasreddin Hocanın fıkralarıda espri ve hikmet ve hakikatleri latifeli bir şekilde anlatmak vardır. Hikmet yönü olmayan, düşündürmeyen, argo olan, müstehcen olup belden aşağı hitap eden fıkralar her ne kadar Nasreddin Hoca Fıkraları denilse de malına, sözüne kıymet kazandırmak isteyenlerin bir yakıştırmasıdır. Nasreddin Hoca ile uzaktan yakından alakası yoktur.
Nasreddin Hoca Fıkraları o kadar çoktur ki bu kadar fıkrayı söylemeye ömür yetmez. Eğer bu konuyu Nasreddin Hocaya sormak mümkün olsa idi “Şöhret insanın malı olmayı insana mal eder.” kuralına göre; “Ben bu kadar fıkrayı söylemiş olamam. Ben hocayım bunların zekatını yani onda birini bana verseniz yeter.” derdi. Şimdi gelelim Nasreddin Hoca Fıkralarına.
Ya Bal Kabağı Ağacı Olsaydı!
Bir gün Hoca, köyüne dönerken ulu bir ceviz ağacının altına soluklanmak için oturmuş. Ağacın yanında bal kabağı tarlası varmış. Hoca:
– Hey güzel Allah’ım, demiş, kavuğum kadar bal kabağının serçe parmağım kadar sapı var. Şu boylu poslu ağacın meyveleri eşeğin gözü kadar bile değil.
O böyle tefekkür ededursun, bir ceviz pat diye alnına düşmez mi? Alnı ceviz gibi şişmiş.
Hoca bir cevize, bir kabaklara bakıp:
– Güzel Allah’ım, demiş, sözümü geri aldım. Altında oturduğum ağacı ya bal kabağı ağacı yapsaydınl
Bilenler Bilmeyenlere Anlatsın
Hoca Nasreddin Efendi Akşehir’de bir gün vaaz için kürsüye çıkıp:
— Ey mü’minler! Ben size ne söyleyeceğim bilir misiniz? Demiş.
Cemaatin “Bilmeyiz” demeleriyle Hoca:
— Siz bilmeyince ben size ne söyleyeyim, deyip kürsüden iner, bırakır gider.
Yine bir gün kürsüye çıkıp evvelki sualini tekrar edince bu sefer de cemaat “Biliriz” derler. Hoca:
— Madem ki biliyorsunuz, o surette benim söylemekliğime ne lüzum kalır? Der, yine çekilir gider.
Cemaat hayrette kalarak:
— Efendi bir daha kürsüye çıkarsa kimimiz bilir, diğer kimimiz bilmeyiz diyelim, diye karar verirler.
Hoca yine bir gün kürsüye çıkıp ahaliye evvelki sualini tekrar ederek “Kimimiz biliriz, kimimiz bilmeyiz” cevabını alınca, ciddiyetini bozmayarak:
— Ne kadar âlâ, öyle ise bileniniz bilmeyeninize anlatsın, demiş.
Başını evde unutmasın
Bir gün Nasreddin Hoca arkadaşını ziyarete gitmiş. Ama arkadaşı Nasrettin Hocayı fazla sevmeyen biriymiş. Nasreddin Hoca kapıyı çalmış.
Kapıya adamın hanımı çıkmış. Nasrettin Hoca arkadaşını görmek istediğinisöylemiş. Ama hanımı eşim evde yok demiş. Meğer Nasrettin Hocanın arkadaşı pencereden başını uzatmış onları izliyormuş. Tabii Nasrettin Hoca da bunu görmüş ve demiş ki:
“O zaman eşine söyle dışarı çıkarken bir daha başını evde unutmasın.”
Kazan Doğurdu
Nasrettin Hoca komşusundan bir gün kazan ödünç ister. İade ederken de hem teşekkür eder, hem de içine küçük bir kazan koyar. Komsusu merakla bu küçük kazanı sorunca da,
-Komşu, bizdeyken kazanın doğurdu, der. Komşusu bu ise pek sevinir. Aradan epey zaman geçer, Hoca yine komşusundan kazanı ödünç ister. Komşusu da sevinerek verir. Ama bu kez aradan günler, haftalar geçer, Hoca’dan ses çıkmaz. Nihayet bir gün komşusu konuyu açmaya karar verir:
-Hoca, bizim kazan ne oldu? diye sorar. Hoca da üzgün bir ifadeyle:
-Komşu çok zaman geçti aradan, senin kazan öldü. Sana nasıl söyleyeceğimi düşünüp duruyordum, der. Sinirlenen komşusu:
-Hocam ne diyorsunuz? Hiç kazan ölür mü? Kazan canlı mı ki ölsün? Hoca:
-Doğurduğuna inanıyorsun da ölünce neden feryat ediyorsun, der komşusuna.
Kıyamet Ne Zaman Kopar?
-Kıyamet ne zaman kopar? Diye Hoca’ya sormuşlar, O da:
-‘Hangi kıyamet?’ demiş.
-‘Kıyamet kaç tanedir?’ demişler.
-‘Aslında kıyamet iki tanedir. Kişinin kendi ölümü küçük kıyamet, dünyanın parçalanması ise büyük kıyamettir. Bizim ev için sorarsan karım ölürse küçük kıyamet. Ben ölürsem büyük kıyamet!’ diye karşılık vermiş.