İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 29. Ayet
هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَمٖيعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ
سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلٖيمٌ
Birinci Cümle: هُوَ الَّذٖى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى الْاَرْضِ جَمٖيعًا : Bu cümlenin beş vecihle mâkabliyle irtibatı vardır:
Birinci Vecih: Evvelki âyet, vücud ve hayat nimetlerine işarettir. Bu âyet, beka ve bekanın esbab ve levazımatına işarettir.
İkinci Vecih: Kur’an-ı Kerîm vaktâ ki evvelki âyetle beşer için mertebelerin en yükseği olan rücûu ispat etti, sâmi’in zihnine şöyle bir sual geldi: “Şu zelil insanların bu yüksek mertebeye liyakatleri nereden gelmiştir?” Kur’an-ı Kerîm bu cümle ile o suali şöylece cevaplandırmıştır: “Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Hâlık’ının yanında büyük bir mevkii vardır.”
Üçüncü Vecih: Evvelki âyet beşer için haşir ve kıyametin vücuduna işaret etmesi, sâmi’ce güya “Beşerin ne kıymeti vardır ki onun saadeti için kıyamet kopacak?” diye vârid olan sual, bu âyetle: “Arz bütün müştemilatıyla istifadesi için yaratılan ve bütün enva itaat ve emrine verilen insan, netice-i hilkattir. Elbette ve elbette onun saadeti için kıyamet kopacaktır.” diye cevaplandırılmıştır.
Dördüncü Vecih: Evvelki âyet, kıyamette esbab ve vesaitin ortadan kalkmasıyla, insanın mercii yalnız Cenab-ı Hakk’a münhasır kalacağına işaret etmiştir. Bu âyet ise dünyada da insanın merci-i hakikisi Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğunu söylüyor. Zira esbab ve vesaitin arkasında, kudretin şuâı görünür; tesir onundur, esbab ise perdedir.
Beşinci Vecih: Evvelki âyet, saadet-i ebediyeye işarettir. Bu âyet de saadet-i ebediyenin insana verilmesini iktiza eden ve sebep olan Cenab-ı Hak’tan sebkat etmiş fazl ve in’ama işarettir ki kendisine arzın müştemilatı ihsan edilmiş insanın elbette saadet-i ebediyeye liyakati vardır.
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ : Bunun mâkabliyle cihet-i irtibatı dörttür:
Birinci Cihet: Arz ve sema “tev’em” yani ikizdirler, birbirinden ayrılmazlar; zikirde, fikirde daima beraber dolaşıyorlar. Bu cümleden evvelki cümlede arz zikredildiği gibi bu cümlede de sema zikredilmiştir.
İkinci Cihet: Beşerin arzdan istifadesini ikmal ve itmam eden ancak semavatın tanzimidir.
Üçüncü Cihet: Evvelki âyet, ihsan ve fazl delillerine işaret etmiştir. Bu âyet de kudret ve azamete işaret ediyor.
Dördüncü Cihet: Bu cümle, beşerin istifadesi yalnız arza münhasır olmadığına, sema dahi onun istifadesine teshir edildiğine işarettir.
فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ : Bu cümlenin mâkabliyle irtibatı, üç çeşittir:
1- كُنْ ile فَيَكُونُ arasındaki irtibat gibidir. Nasıl ki memurun husulü كُنْ emrine bağlıdır, semavatın tesviyesi de اِسْتَوٰى ya bağlıdır.
2- Kudretin taallukuyla iradenin taalluku arasındaki irtibat gibidir. Yani اِسْتَوٰى iradenin taallukuna “tesviye” de kudretin taallukuna benzer bir irtibattır.
3- Netice ile mukaddime arasında bulunan irtibat gibidir. Çünkü semavatın tesviyesi, mukaddimesi olan اِسْتَوٰى ya terettüp eder.
وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلٖيمٌ : Bu cümle mâkabliyle iki vecihle merbuttur:
Birinci Vecih: Bu cümledeki ilm-i küllî, semavatın tanzim ve tesviyesine delil olduğu gibi tanzim ve tesviyenin vücudu da ilm-i küllînin vücuduna delildir.
İkinci Vecih ise: Evvelki cümle kudret-i kâmileye, bu cümle ise küllî ve şümullü ilme delâlet eder.
Cümlelerin nüktelerini beyan edeceğiz:
هُوَ الَّذٖى … الخ Bu cümle mâkabliyle bağlı değildir. Ancak müste’nife olup beş sual ile cevaplarına işarettir ki bundan önce beyan edildiğinden tekrarına lüzum yoktur. هُوَ الَّذٖى deki هُوَ mübtedadır, اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Bu cümlede mübteda ile haberin tarifleri tevhide işaret olduğu gibi hasra da delâlet eder. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu gibi Hâlık’ı da yalnız Cenab-ı Hak’tır. Bu hasr ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ cümlesinde اِلَيْهِ nin takdimiyle hasıl olan hasra delildir. Yani müştemilat-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakk’a münhasır olduğu için kıyamette merciiyet de Cenab-ı Hakk’a münhasırdır. اَلَّذٖى sılasıyla beraber haberdir. Haberin aslı ve müstahakkı, nekre olmaktır. Burada marife olarak gelmesi, hükmün zahir ve malûm olduğuna işarettir. Yani “Cenab-ı Hakk’ın müştemilat-ı arziyenin Hâlık’ı olduğu malûm ve zahirdir.”
Menfaat için kullanılan لَكُمْ deki ل eşyanın hilkaten mubah, helâl, menfaatli olarak yaratılıp bazı arızalardan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Mesela ağyarın malı, ismet-i şer’iye için haram olmuştur. İnsanın eti, hürmet ve keramet için; zehir, zarar için; laşe eti, necaset için haram olmuşlardır. Ve keza her bir şeyde bir fayda, bir menfaat olduğuna remizdir. Ve keza beşer için her şeyde bir menfaati bulunduğuna remizdir. Evet, hangi şey olursa olsun, beşere bir cihetten bir istifadeyi temin eder, velev ibret almak için olsun. Ve keza arzın karnında istikbal insanlarını intizar eden pek çok rahmetin hazine ve definelerinin bulunduğuna remizdir. لَكُمْ câr ve mecrurunun مَا فِى الْاَرْضِ üzerine takdimi, beşere ait istifadelerin her gayeden evvel ve evlâ olduğuna işarettir.
Umumu ifade eden مَا her şeyde menfaatleri aramaya insanları tergib ve teşvik içindir.
فِى الْاَرْضِ daki فٖى nin عَلٰى ya tercihi, en çok menfaatlerin arzın karnında olduğuna ve arzın karnındaki eşyanın taharrisine insanları teşci ettiğine işarettir. Ve keza arzın içindeki maden ve maddelerin istifade-i beşer için yaratılışı, arzın içinde henüz keşfedilemiyen anâsır ve maddelerden –tekâlif-i hayatın zahmetlerinden müstakbelin insanlarını kurtaracak– bazı gıdaî vesaire maddelerin vücudu mümkün olduğuna delâlet eder.
Kaynak: Risale-i Nur