Nurdanhaber – Prof. Dr. Cahit Kurbanoğlu
Devletimizin resmî belgesel kanalında, dünyaya gelen Antilop yavrusu tam annesinin şefkatini görüp himayesinin altına girecekken, bir Aslanla karşı karşıya kalır. Etrafında Sırtlanlar da fırsat kullanmaktadırlar. Aslanı gören Antilopun annesi korkusundan yavrusunu terk ederek kaçmaya başlar. Ortada kalan yavru, Aslanın kucağındadır. Aslan yavruyu koklamakta, koklarken ağzının suları akmaktadır.
Bu esnada kah yavrunun sırtını ağzına almakta, kah yavrunun boynunu ağzına almakta, kah yavrunun ağzını ağzına almakta ve en lezzetli noktası neresi, orayı araştırma denemeleri yapmaktadır.
Bu esnada hiç beklenmedik bir şey oluyor. Yavru, Aslanı annesi kabul ederek koklamaya onun emmeye ve hatta yalamaya çalışıyor. Ağzını burnunu yalarken, baba aslan birden bire şefkate geliyor ve yemek üzere hazırlandığı yavruyu yemek yerine, başlıyor yalamaya.
Henüz yeni doğan ve doğum florası üzerinde olan yavruyu Aslan yalaya yalaya kurutuyor. Diğer taraftan etrafında yavruyu yemek için bekleyen sırtlanlara karşı kalkan oluyor. Akşama kadar yavruyu beklemeye koyuluyor.
Akşam olunca “her ne hikmetse” aç Aslan, “belgeselde söylenene göre doğanın yönlendirmesi ile”, görevinin bittiğini kabul ederek, Antilop yavrusunu bırakarak, oradan uzaklaşıyor. Antilop yavrusu yapayalnızdır. Annesi de ortalıkta yoktur. Yavru annesini aramak için sağa sola koşarak merada ilerlemektedir.
Dünyaya geldiğinden bu tarafa açlıktan zor ayakta durmaya çalışan Antilop yavrusu, merada ilerlerken, o esnada yağmur da sağanak halinde yağdırılmaya, ortalığı Allah’ın izniyle sulamaya başlıyor. Artık yavru olduğu yerde yağılıp kalıyor.
Yağmur dindikten ve sabah olduktan sonra bir Antilop sürüsü yavruya doğru yaklaşmaktadır. Onun için bir şans doğuyor ve yavru, gelen Antiloplar arasına dalıyor, oldukça çok acıkmıştır. O Antilopdan diğerine saldırarak emmek için gayret gösteriyor. Ama nafile, Antiloplar boynuzlarıyla yavruyu kendilerinden uzaklaştırıyorlar.
O da ne 6-7 tane kocaman Antiloplar, Yavru Antilopu önlerine katmışlar, alabildiğine kovalıyorlar. Yavru da Aslandan kaçma gayretine düşmediği halde, onların önünde acayip bir şekilde gayret göstererek kaçmaya uğraşıyor.
Antiloplardan kurtulan yavru tekrar başka geniş bir merada kendisini yapayalnız buluyor. Bir müddet sonra bir tilki ona doğru yaklaşıyor. Aslında tilki onun için bir tehlike teşkil etmiyor. Ortalıkta yapayalnız kalan yavru da kendisine bir arkadaş arama gayreti içerisindedir. Neticede tilki yaklaşıyor, tilki ile sağa sola koşturarak giderlerken tekrar bir Antilop sürüsü ile karşı karşıya kalıyor.
Antilop yavrusu doğduğundan bu yana annesini hiç görmemiştir. Neticede belgeselde annesini sesinden tanıyacağı söylenmektedir. Antilopların arasına dalan yavru halen açlığını giderememiş ve annesini emme hasreti onu bir Antiloptan, diğer Antilopa saldırtmaktadır. Netice itibariyle annesi yavrusunu tanıyor ve Antilop yavrusu hasretle annesinin bağrına kendine basarak memelerinden, yani rahmet musluklarından abi hayatın tadını tatmaya başlıyor.
Doğa (tabiat) veya tesadüf
Peki şimdi bir kere düşünelim ve soralım? O Aslanı, Antilop yavrusua hizmet ettiren güç nedir?
O açlıktan ağzının suları akan ve kendisine ziyafet çekmek için eline fırsat olarak geçmiş olan Antilop yavrusunu 2-3 lokmada bitirmesi mümkün olan Aslanın, Antilop yavrusunu yalayarak kurutması neyin eseridir?
Etrafını sarmış fırsat kollayan Sırtlanlara karşı yavruyu himaye ettiren kuvvet nedir?
Buna nasıl doğa dersiniz? Doğanın şefkati mi vardır?
Doğa Aslanın açlık duygularını giderme gücüne mi sahiptir?
Doğa dediğiniz “Tabiat; sanattır, sanatkar olamaz.”
Nasıl bu harika ibretlerle dolu sahneyi, dikkatleri üzerine çekmek için sunarken, sonunda basit bir kelimeye bağlarsınız?
İşte bizim eğitim sistemimizin olayları getirdiği nokta budur.
Hiç olmazsa belgeselleri yayınlarken dinleyenlere mesaj veriniz ve onlar ibret alsınlar. Harika şeyleri basit sebeplere ve doğaya bağlamanız ne akılla, ne mantıkla, ne bilimle, ne de insanlıkla bağdaşır bir durum olarak görülmez.
Risale-i Nur külliyatı konuyu çeşitli kitaplarda herkesin anlayacağı şekilde işlemektedir.
“Senin gibi hiç ender hiç olan tesâdüf ve tabiat buna karışabilir mi?
Nasılki; madrub (vurulan), elbette dâribe (vurana) delâlet eder. San’atlı bir eser, san’atkârı îcab eder. Veled (çocuk), vâlidi (babayı) iktiza eder. Tahtiyet (yönetilen), fevkıyeti (yöneteni) istilzam eder (gerektirir). Ve hâkezâ…
Bütün umûr-u izafiye (izafi işler) tâbir ettikleri biri birisiz olmayan evsaf-ı nisbiye (biri birine bağlı) misillû şu kâinatın cüz’iyatında (küçük şeylerden) ve hey’et-i umumiyesinde (en genelinde) görünen imkân (olabilirlik) dahi, vücubu (olmamanın imkansızlığını) gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen mahlûkıyet (yaratılmışlık), Hâlıkıyet’i (Yaratanı) gösterir…”
“İşte ey tabiata saplanan ve bataklıkta boğulmak derecesine gelen gafil! Bütün mâzi ve müstakbele ulaşacak hikmetli ve kudretli mânevî el sahibi olmayan bir şey, nasıl bu zeminin hayatına karışabilir? Senin gibi hiç ender hiç olan tesâdüf ve tabiat buna karışabilir mi?
Elhâsıl: Sebep gayet âdi, âciz ve ona isnad edilen (dayandırılan) müsebbeb (sebeplerin meydana getirdikleri) ise gayet san’atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid (cansız) olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîm’in eline teslim eder.”
Kurtulmak istersen: “Tabiat, olsa olsa bir defter-i kudret-i İlâhiye’dir (Allah’ın CC kudret defteridir). Tesâdüf ise; cehlimizi örten gizli bir hikmet-i İlâhiye’nin (Allah’ın CC ilminin) perdesidir.” de, hakikata yanaş.” RN-Otuzüç
Pencere. 21.01.2019