Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Okuduğumuz fenlerden her bir fen kendi dili ile bize yaratıcımızı tanıttırmaktadır. Bu konuya önceki yazıda kaldığımız yerden devam edelim. Burada “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” Nahl Sûresi, 16:125. âyetinin bir nüktesi açıklanıyor. Allah’ın Hakem isminin (Allah’ın haklıyı haksızdan ayırdığını, her bir şey hakkında külli hüküm sahibi olduğunu ve onların hangi keyfiyette olacağına dair hükmünün bulunduğunu ifade eden ismi) bir cilvesi fenlerin-bilimlerin gözü ile yorumlanıyor.
Meselâ, Gıda biliminden sorulsa, “Bu kâinat nedir?”
Gıda bilimi diyecek:
“Gayet düzenli, bütün yiyecek içecek maddelerinin türlerini içine alan bir ambardır.”
Gastronomi- yiyecek ve içecek bilimi diyecek:
“Yüz binler lezzetli yiyecekler beraber, mükemmel bir düzenle içinde pişirilen bir Rabbânî mutfak ve bir Rahmânî kazandır.”
Askerlik bilimi diyecek ki:
“Yeryüzü bir ordunun konakladığı yerdir. Her bahar mevsiminde yeni silâh altına, askerliğe alınmış ve yeryüzünde çadırları kurulmuş dört yüz bin muhtelif milletler o orduda bulunur. O ordunun ayrı ayrı yiyecekleri, ayrı ayrı elbiseleri, silâhları, ayrı ayrı eğitimleri, terhisleri-görevlerinin sona ermesi vardır. Mükemmel bir düzenle, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, bir tek “En Büyük Komutanın” emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle, gayet düzenli yapılıp idare ediliyor.”
Ve elektrik biliminden sorulsa, “Bu âlem nedir?” Elbette diyecek:
Bu muhteşem kâinat sarayının damı-tavanı, gayet intizamlı, ölçülü, sayısız elektrik lâmbalarıyla süslenmiştir.
Fakat o kadar harika bir düzen ve ölçüyledir ki, başta güneş olarak, dünyadan bin defa büyük o gökyüzünde olan lâmbalar, sürekli olarak yandıkları halde dengelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangın çıkarmıyorlar.
Harcamaları sınırsız olduğu halde, gelirleri ve gazyağları ve yakıtları nereden geliyor? Neden tükenmiyor? Neden yanmak dengeleri bozulmuyor? Küçük bir lâmba dahi muntazam bakılmazsa söner.
Astronomiye göre, dünyadan bir milyondan fazla büyük ve bir milyon seneden çok yaşayan güneşi kömürsüz, yağsız yandıran, söndürmeyen Hakîm-i Zülcelâlin (sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyi hikmetle yapan Allah) hikmetine, kudretine bak, “Sübhânallah-Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir.” de.
Acaba dünya sarayını ısındıran güneş sobasına veyahut lâmbasına ne kadar odun ve kömür ve gazyağı lâzım olduğu hesap edilsin. Her gün yanması için-astronominin sözüne bakılsa-bir milyon dünya kadar odun yığınları ve binler denizler kadar gazyağı gerektir.
Şimdi düşün: Onu odunsuz, gazsız, sürekli ışıklandıran Kadîr-i Zülcelâlin (Kudret sahibi ve herşeye kudreti yeten, Allah) büyüklüğüne, hikmetine, kudretine, güneşin zerreleri-atomları adedince “Sübhânallah, maşallah, bârekâllah-Allah mübarek etsin” de.
Güneşin ömrü süresince geçen dakikaların saniye, salise gibi on birim küçüğü olan zaman dilimleri adedince “Mâşaallah, bârekâllah, lâ ilâhe illâ Hû-Allah’tan başka ilah yoktur” söyle.
Bunlara kıyaslayarak, yüzer fennin her birisinin kesin şahitliği ile noksansız birçok mükemmel düzen içinde, sayısız hikmetler, faydalarla bu kâinat süslendirilmiştir. (Bu yazının hazırlanmasında 30. Lem’adan faydalanılmıştır.)