İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 21-22. Ayetler
۞يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذٖى خَلَقَكُمْ وَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
اَلَّذٖى جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ
بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Bu âyette gaybdan hitaba edilen iltifat ve intikalde hususi bir nükte de vardır ki ibadetle yapılan tekliften hasıl olan meşakkat, hitab-ı İlahîden neş’et eden zevk ve lezzetle karşılanır ve insanlara ağır gelmez. Ve keza hitap suretiyle ibadeti teklif etmek, abd ile Hâlık arasında vasıta olmadığına işarettir.
Ey arkadaş! Bu âyetin cümlelerini birbiriyle nazmeden münasebetler ise:
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا cümlesinde emir ve hitap, geçen her üç fırkayı teşkil eden mü’min, kâfir ve münafıkların; mazi, hal ve istikbalde vücuda gelmiş veya gelecek bütün efradını ihtiva eden tabakalara hitaptır. Binaenaleyh اُعْبُدُوا vav’ının merciinde dâhil olan kâmil mü’minlere göre اُعْبُدُوا ibadete devam ve sebat etmeye emirdir. Orta derecedeki mü’minlere nazaran, ibadetin arttırılmasına emirdir. Kâfirlere göre, ibadetin şartı olan iman ve tevhid ile ibadetin yapılmasına emirdir. Münafıklara nazaran, ihlasa emirdir. Binaenaleyh اُعْبُدُوا nun ifade ettiği ibadet kelimesi, mükellefîne göre müşterek-i manevî hükmündedir.
رَبَّكُمْ Yani “Sizi terbiye eden ve büyüten odur. Ve sizin mürebbiniz odur. Öyle ise siz de ona ibadet etmekle abd olunuz!”
Ey arkadaş! Vaktâ ki Kur’an-ı Kerîm ibadeti emretti. İbadet ise üç şeyden sonra olabilir.
Birincisi: Mabud’un mevcud olmasıdır.
İkincisi: Mabud’un vâhid olmasıdır.
Üçüncüsü: Mabud’un ibadete istihkakı bulunmasıdır.
Kur’an-ı Kerîm o üç mukadder suale işaret etmekle beraber şartlarının delillerini de zikrederken, Mabud’un vücuduna dair olan delilleri iki kısma ayırmıştır:
Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki buna âfakî denilir.
İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan bürhanlardır. Buna enfüsî tesmiye edilir. Enfüsî olan kısmını da biri nefsî diğeri usûlî olmak üzere iki kısma taksim etmiştir.
Demek, Mabud’un vücuduna üç türlü delil vardır: Âfakî, nefsî, usûlî.
Evvela, en zahir ve en yakın olan nefsî delile اَلَّذٖى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle işaret etmiştir.
Sonra ibadet, insanların hilkat ve yaratılışına ta’lik edilmiştir.
İbadetin hilkat-i beşere terettübü iki şeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratılışında ibadete istidatlı ve takvaya kabiliyetli olarak yaratılmışlardır. Ve o istidadı ve o kabiliyeti onlarda gören, onların ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümit eder. Veyahut insanların hilkatinden ve memur oldukları vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksat, ibadetin kemali olan takvadır. لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Şu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani “İstidat ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanın kuvveden fiile çıkarılması lâzımdır.”
Sonra Kur’an-ı Kerîm’de Mabud’un vücuduna ait âfakî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle işaret edilmiştir. Ve bu işaretten, arzın bu şekle getirilmesiyle nev-i beşere ve sair hayvanata kabil-i sükna olarak hazır bulundurulması ancak Allah’ın ca’liyle (yapmasıyla) olup tabiatın ve esbabın tesiriyle olmadığına bir remiz vardır. Çünkü tesir-i hakikinin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.
وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً cümlesiyle, Sâni’in vücuduna olan âfakî delillerden en basit ve en yükseğine işaret edilmiştir.
Sonra mürekkebat ve mevalidin vücud-u Sâni’e vech-i delâletlerine وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً …الخ cümlesiyle işaret edilmiştir.
Sonra geçen delillerin her birisi ale’l-infirad, yani birer birer Sâni’in vücuduna delâlet ettiği gibi heyet-i mecmuası da Sâni’in vahdetine işarettir.
Sonra nimetlerin menşei ve menbaı olan âlemin nizamına işaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delâletiyle beraber, Mabud’un ibadete müstahak olduğuna delâlet eder. Çünkü ibadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zata şükretmek vâcibdir.
Sonra رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, arz ve arzdan çıkan mevalid, yani arzın semereleri insanlara hâdim oldukları gibi insanlar da onların Sâni’ine hâdim olmaları lâzım olduğuna bir remiz vardır.
فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا cümlesi ise geçen cümlelerin her birisiyle alâkadardır. Yani Rabb’inize ibadet yaptığınızda şerik yapmayınız.
Zira Rabb’iniz ancak Allah’tır. Sizi, neviniz ile beraber halk eden odur. Ve arzı size mesken olarak hazırlayan odur. Semayı sizin binanıza dam olarak yaratan odur. Ve sizin rızık maişetinizi tedarik için suları gönderen odur.
Hülâsa, bütün nimetler onundur, öyle ise bütün şükürler ve ibadetler de ancak onadır.
Kaynak: Risale-i Nur