İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 17-18-19-20. Ayetler
مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِى اسْتَوْقَدَ نَارًا فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَ تَرَكَهُمْ فٖى ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ۞ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْىٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ۞ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَ رَعْدٌ وَ بَرْقٌ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فٖٓى اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِالْكَافِرٖينَ ۞ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا فٖيهِ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ
Zarar için kullanılan عَلَيْهِمْ deki عَلٰى kelimesi zulmet musibetinin tesadüfî olmayıp ancak onların ceza-i amelleri olduğuna işarettir. Ve musibetzede olan yolcuların, şu boşluğu dolduran zulmetler bütün insanlar içerisinden onları kasd ve onlara zarar vermek için gönderilmiş olduklarını tahayyül ettiklerine bir remizdir.
Zulmet çöktüğü vakit sükûnetle durup depreşmemeleri icab eder iken “ayağa kalktılar” manasını ifade eden قَامُوا tabiri, musibetin şiddetinden ve musibetle çok uğraştıklarından rükû vaziyetini andıran bellerinde bir tekavvüs peyda olduğuna ve zulmetin âni hücumundan tiksinerek ayağa kalkıp kaçanlar gibi, bellerini düzeltmelerine işarettir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ Bu cümledeki kelimelerin işaretleri:
Evet evvelki cümlelerde gözlerini kör, kulaklarını sağır etmek şanında bulunan esbab zikredildikten sonra bu cümlede müsebbebatı meşiet-i İlahiye ile bağladıktan sonra evvelki cümlelere atfeden و harfi esbabın perdesi altında tasarruf eden ancak yed-i kudret ve bütün esbab ve illetler üzerinde murakabe eden nazar-ı hikmet olduğuna işarettir.
لَوْ Bu kelimenin tazammun ettiği (kıyas-ı istisnaî) şöyle tasvir edilebilir: Meşiet-i İlahiyenin olmaması; zehab-ı sem’ ve basarın olmamasına illettir. Zehab-ı sem’ ve basarın olmaması da meşietin olmamasını bildirmeye bir delil ve bir illettir.
Ve keza meşiet-i İlahiyeden maada bütün esbabın tekemmül etmesine ve yalnız meşiet-i İlahiyenin taallukuyla göz ve kulaklarının işi bitmiş olacağına işarettir.
شَٓاءَ tabiri müsebbebatı esbabla bağlayan meşiet ve irade-i İlahiye olduğuna delâlet eder. Öyleyse tesir kudretindir. Esbab ise yed-i kudretin nazar-ı zahirîde umûr-u hasise ile mübaşereti görünmemek için vaz’edilmiş perdelerdir.
اَللّٰهُ Lafza-i Celalin sarahatle zikri; halkı fazlaca esbaba ehemmiyet vermekten zecir ve men’ etmekle, esbabın perdesi altında tasarruf eden yed-i kudreti görmeye fikirleri davet eder.
شَٓاءَ fiilinin bir mef’ul ile takyid edilmeyerek mutlak bırakılması; meşiet ve irade-i İlahiyenin, kâinatın ahvalinden müteessir olmadığına ve mevcudatın sıfât-ı İlahiyeye tesirleri bulunmadığına işarettir. Yani beşerin iradesi ve sair sıfatları mevcudatın hüsn kubh, büyüklük küçüklük gibi ahvalinden müteessir olduğu gibi sıfât-ı İlahiye müteessir olamaz. Sıfât-ı İlahiyeye göre hepsi mütesavidir.
Götürmek manasını ifade eden ذَهَبَ den anlaşılır ki esbab, müsebbebat üzerine musallat ve müstevli değildir. Yani esbabın irtifaı zamanında, onlar ile kaim ve bağlı olan müsebbebatın adem deryasına düşmesi ihtimali yoktur. Ancak esbabın arkasında hazır bulunan yed-i kudret o müsebbebatı hıfzeder. Ve hikmet-i İlahiye muvazene ve nizam kanunu mûcibince başka mevkilere gönderir, ihmal etmez. Evet hararet suyu kaynatmakla bünyesini tahrip ettiği zaman, içindeki buhar ademe gitmez, belki nizamat-ı havaiye mûcibince muayyen bir mecrada muayyen bir mevkiye sevk edilir.
Ve keza ذَهَبَ tabirinden anlaşılır ki “havass-ı hamse” denilen duygular; tabiattan neş’et etmiş değildir ve kulak, göz uzuvlarına da lâzım değildirler. Ancak o duygular, Cenab-ı Hak’tan ihsan edilen hediyelerdir. Şu kulak, göz etleri de âdi şartlardır.
Ve keza ذَهَبَ nin harf-i cer olan ب ile beraber gelmesinden anlaşılır ki müsebbebat, esbabdan ayrıldığı zaman başıboş bırakılmayarak yine bir nizam altına alınır. Çünkü ذَهَبَ بِهٖ “beraberce götürmek” manasını ifade eder. Malûm ya beraber götürülen bir şey sahibsiz, başıboş bırakılamaz.
İhtar: Sem’in müfred olarak, basarın cem olarak zikirleri; işitilen bir, görünen çok olduğuna işarettir. Evet söylenilen sözler, birer birer kulağa girer, işitilir. Amma çok şeyler def’aten göze görünebilir.
اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ Bu cümledeki nükte ve işaretler:
Evet evvela, bu cümle münafık ve yolcuları istila eden dehşetin tahkiki için bir fezleke ve bir hülâsadır. Ve bu hülâsadan anlaşılır ki yolcuların ahvali, münafıkların ahvalini tamamıyla temsil ettikleri ve her bir halleri yolcuların hallerinde göründüğü gibi, her bir zerrede ve her bir halde kudret-i İlahiyenin de tasarrufu görünür.
Tahkiki ifade eden اِنَّ dâhil olduğu hükmün sabit ve sarsılmaz hakikatlerden olduğuna delâlet ettiği gibi meselenin azametine, vüs’atine, dikkatine ve nev-i beşerin de bu gibi meselelerde âciz, zayıf, kāsır olduğunu remzen gösteriyor. Çünkü bu gibi yakînî meselelerde tereddüdü intac eden vehimlerdir. Vehimleri tevlid eden zafiyet, acz, kusurdur. Bunlar da insanın tıynetiyle yoğrulmuş sıfatlardır.
اَللّٰهُ Lafza-i Celalin burada sarahaten zikredilmesi, bu cümledeki hükmü ispat eden delile işarettir. Çünkü bütün mevcudat taht-ı tasarrufunda ve daire-i şümulünde bulunan kudret, sair sıfatlar gibi uluhiyetin lâzımesidir.
عَلٰى kelimesinden anlaşılır ki ademden eşyayı çıkartan kudret, o eşyayı mühmel ve başıboş bırakmaz. Ancak hikmetin murakabe ve nezareti altında terbiye ettirir.
كُلِّ edatından anlaşılır ki esbabın bütün eserleri ve hasıl-ı bi’l-masdar denilen ef’al-i ihtiyariyeye terettüp eden eserler tamamen kudrete bağlıdır.
Mevcud ve mevcudata şey ve eşya denilmesi, meşiet-i İlahiyenin taallukundan neş’et ettiğine nazaran شَىْءٍ tabirinden anlaşılır ki eşya vücuda geldikten sonra da Sâni’den alâkaları kesilmiyor. Vücudun tekerrüründen ibaret olan bekaları için daima Sâni’e muhtaçtırlar.
قَادِرٌ kelimesine bedel sübut ve devamı ifade eden قَدٖيرٌ sîgasından anlaşılır ki kudret, makdurat nisbetinde olmayıp, daire-i tasarrufu pek geniştir. Ve kudret zatiyedir, tagayyürü kabul etmez. Ve kudret lâzımedir, ziyade ve noksana kabiliyeti yoktur. Ve kudret, “Rezzak, Gaffar, Muhyî, Mümit” gibi sıfât-ı fiiliyenin merci ve mizanıdır.
***
Kaynak: Risale-i Nur