Nurdanhaber – Prof. Dr. Sıtkı GÖKSU
Tabiatın tesirini vehmedip tabiatçı bir gözle bakıldığında kainatta cereyan eden hadiselere eksik, yanlış mana verilebiliyor. Mesela bu gözle bakıldığında: “En büyük melekten en küçük balığa kadar her bir canlı kendi nefsine maliktir, sahiptir. Ve kendi zatı için çalışır ve kendi lezzeti için çabalar. Onun bir hayat hakkı var. Gaye ve himmeti ve maksadının hedefi yaşamak ve devamlılığını temin etmektir” denebiliyor. Böyle demekle yanlış bir karar verilmiş oluyor.
Çünkü ihsan ve inayet sahibi yaratıcının kerem, ihsan düsturlarından ve kâinatın esaslarından olan itaatin kamilliği ile uyulan yardımlaşma düsturu vardır.
Işık, hava, su, gıda canlıların imdadına koşmaktadırlar. Güneş ve aydan tut ta bitkiler hayvanların imdadına ve hayvanlar insanların yardımına koşmaktadırlar. Hatta vücudun organları, azaları birbirinin yardımına koşmaktadırlar. Hatta yemek atomları beden hücrelerinin imdadına ve yardımına koşturuluyor. Bu işler yardımlaşma düsturu, kerem düsturu ve ikram kaidesi ile oluyor. Koşmasından meydana çıkan o genel kanunun rahmet edici, merhamet eyleyen, ihsan ve inayet sahibi cilvelerini mücadele, kavga zannedip, “Hayat bir mücadeledir” diye, ahmakça hükmedilmiştir. Halbuki yardımlaşma düsturu ile gayet hakimane, kerimene birbirine yardım etmek, birbirinin ihtiyaç sesine cevap vermek söz konusudur.
Acaba, o yardımlaşma düsturunun cilvesinden olan, yenilen şeylerin atomlarının tam bir şevkle beden hücrelerinin gıdalandırılması için koşmaları nasıl mücadeledir? Nasıl bir çarpışmaktır? Belki o imdat ve o koşmak, Kerim (Kerem ile vasıflanmış, ihsan ve inayet sahibi) bir Rabbin emriyle bir yardımlaşmadır.
Hem çürük bir esasın, “Her şey kendi nefsine maliktir, sahiptir” diyorsun. Hiçbir şey kendi nefsine malik olmadığına kesin bir delil şudur ki:
Sebeplerin içinde en şereflisi ve ihtiyar, seçmek noktasında en geniş iradelisi, insandır. Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en açık seçme fiillerinden yüz kısmından onun ihtiyarı, seçme eline verilen ve iktidarı kapsamına giren, yalnız şüpheli tek bir cüzdür. Böyle en açık fiilin yüz kısmından bir kısmına sahip olmayan, nasıl kendine maliktir, sahiptir denilir?
Yukarıda sayılan maddelerden yani düşünmek, söylemek ve yemek üç maddeden sadece yemek fiiline bakalım. İnsanın bu fiilinde yaptığı yenecek maddeleri sadece ağzına koymak ve yutmaktır. En cahilinden, bilgisizinden profesörüne, cumhurbaşkanına kadar daha sonraki aşamalarda bir müdahalesi yoktur. Halbuki o gıdalar ağızdan mideye gönderildikten sonra çok harika hazım işlemleri başlamaktadır. Bu işlemler mide, ince ve kalın bağırsaklar, karaciğer hatta ta böreğe kadar gitmektedir. Dolayısı ile gayet muntazam bir fabrika şeklinde faaliyet gıdaları hazmı için yapılmaktadır. Ancak bu işleyişten bizim haberimiz ve müdahalemiz olmamaktadır.
Böyle en şerefli ve ihtiyarı, seçmesi en geniş insan, bu derece hakiki tasarruftan ve sahip olmaktan eli bağlanmış bulunsa, “Sair hayvanlar ve cansızlar kendi kendine maliktir, sahiptir” diyen, hayvandan daha ziyade hayvan ve cansızlardan daha ziyade cansız ve şuursuz olduğunu ispat ederler.
Seni bu hataya atıp bu tehlikeye düşüren; harika, uğursuz zekandır. Her şeyin yaratıcısı olan Rabbini unuttun, vehmettiğin bir tabiata dayandın. Eserlerini sebeplere verdin. O Hâlıkın, yaratıcının malını batıl ibadet edilen putlara taksim ettin. Şu noktada ve o dehan nazarında, her canlı, her bir insan, tek başıyla hadsiz düşmana karşı mukavemet etmek ve nihayetsiz ihtiyaçları kazanmaya çabalamak lâzım geliyor. Ve çok küçük gibi bir iktidar, ince tel gibi bir ihtiyar, seçme, geçip gidici parıltı gibi bir şuur, çabuk söner alev gibi bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir ömürle, o hadsiz düşmanlara ve ihtiyaçlara karşı dayanmaya mecbur oluyor. Halbuki, o çaresiz canlının sermayesi, binler istenen şeylerden birisine kâfi gelmiyor. Musibete tutulduğu olduğu zaman, sağır, kör sebeplerden başka derdine derman beklemiyor. “Kafirlerin duası ancak boşa gider” Rad Suresi 13:14 ayetinin sırrına sahip oluyor.
Sonuç olarak; hayatta, mücadele düsturu yerine yardımlaşma düsturu esas olursa işi birleşme ve dayanışma olur.