İRFAN GÖKOVA
İrfan Gökova, 1932’de, Sakarya’nın Hendek kazasında doğdu. Batı Almanya’da imamlık vazifesinde bulundu.
“Üstad’ın tığ gibi bir endamı vardı”
“İlk olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında malumatı, hocalarımdan Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ve Adapazarlı Hacı Hafız Ahmed Efendiden aldım. Şunları anlatmışlardı:
Üstad Bediüzzaman, gençliğinde İstanbul-Vefa semtinde gezerken, İstanbul âlimleri ve Mısır’dan gelen âlimler, Vefa’da boza içerken, bu genç âlimi kamalı ve kuşaklı olarak görüyorlar. Daha önceleri de şöhretini duymuşlar. ‘Çok alimmiş’ diye aralarında latife ederek, Üstad Bediüzzaman’la görüşmek isteyerek, bazı sorular sormuşlar.
“Üstad’ın verdiği harika cevaplar karşısında çok şaşırmış ve hayretler içinde kalmışlar. Bu yaşta deryalar gibi bir ilim adamıyla karşılaştıklarını anlamışlar.
“Bu hârikalar hârikası zatın âhir zaman müceddidi olduğunu onlar da kabul etmişler. İlminin de vehbî olduğunu ifade etmişler. O zamanlar Üstad Bediüzzaman, ‘Her suali sorabilirsiniz, ama ben size sormam’ diyormuş.
“1950 senesinin Ramazan ayında Emirdağ Çarşı Camiinde mukabele okuyordum. Bir gün makabeleden sonra, bu müstesna ve büyük zatı ziyaret etmek, ellerini öpüp dualarını almak için harekete geçtim. Arkadaşlarım da bu teklifimi memnuniyetle kabul ettiler. Tam on kişi Üstad’ın Nurlu menziline doğru hareket ettik.
Önce bu mübarek evin altındaki bir talebesinin terzi dükkânına girdik. Selâmdan sonra Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret etmek istediğimizi ifade ettik. Terzi, ‘Kardeşim, biraz bekleyin’ dedi.
“Bu sözün arkasından şöyle söyledi: ‘Üstad Hazretleri birazdan faytonla gezmeye çıkacak. Her gün 10:30’da evden çıkar ve faytonla sahraya, bir saat kadar tefekkür gezisine gider.’
“Biz, terzi Nur talebesinin dükkânında biraz kaldıktan sonra, baktık, Üstad Hazretleri çıktı. Üstad evden çıkarken üzerinde açık gri bir cübbe, başında sarık, gayet zayıf, tığ gibi endamı vardı. Yüzü buğday rengindeydi. Yavaş yavaş kendilerine yaklaştık. Terzi, bizleri Üstad Hazretlerine takdim etti.
“Aziz hatıra”
“Üstad Hazretlerine, ‘Ellerinizi öpüp, dualarınızı almak istiyoruz’ dedik. Sırayla Nurlu Üstad’ın ellerinden öptük. Başımı okşayarak bana dualar etti. Etrafındakilere de muhabbetle selâmlar veriyordu. Bu sırada kapının eşiğinde bir talebesi bulunuyordu.
“Hazret-i Üstada bakan halk ise ellerini öpmek için izdiham halindeydi. Etrafta belediye başkanı dahil, kazanın birçok idarecileri de vardı. Bana anlattıklarına göre, Üstadın evine gelişi de, gidişi gibi oluyormuş.
“Sonra halkın muhabbet ve hürmet edaları içinde faytona bindi. Emirdağ kırlarına doğru hareket etti. Hazret-i Üstad’ın faytonu uzaklaşıncaya kadar millet, etrafından ayrılmıyordu. O zamanlar çok gençtik ve zamanın en büyük âlimiyle tanışıp ellerini öpmenin mutluluğu içindeydik. Bu hayatımın en kıymetli ve aziz hatırası olmuştur. Bu hatıramı bütün ömrüm boyunca, hiçbir zaman unutamayacağım.
“O büyük Üstad, zamanımızın en büyük âlimiydi. Allah dostlarındandır. Cenab-ı Hak böyle büyük zatları başımızdan eksik etmesin ve bizlere de şefaatlerini nasip etsin.”
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir…)