İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 14 – 15. Ayetler
وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاطٖينِهِمْ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ ۞ اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فٖى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
İstihza ve istihfaf gibi, münafıkların dördüncü cinayetlerini beyan eden şu âyetin fesat, ifsad, tesfih gibi sebkat eden cinayetlerine atfını iktiza eden, ayn-ı münasebetle bu âyetin mealiyle mâkablinin meali arasında irtibat ve intizam hasıl olmuştur.
Bu âyetin cümleleri arasındaki vech-i irtibat ise:
Evet insanın musibet ve elemlere karşı nokta-i istinadı ve ihtiyaç, emellerini tesviye için nokta-i istimdadı olan imanın üç hâssası vardır:
1- Nokta-i istinadından neş’et eden izzet-i nefistir. İzzet-i nefsi olan, başkalara kendisini zelil göstermeye tenezzül etmez.
2- Şefkattir. Şefkati olan, kimseyi tahkir ve tezlil etmez.
3- Hakikatlere ihtiram etmek ve yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemektir.
Kezalik imanın zıddı olan nifakın da üç hâssası vardır:
1- Zillettir.
2- İfsadata meyletmektir.
3- Başkaları tahkir etmekle gururlanıp zevk almaktır.
Binaenaleyh iman, izzet-i nefsi intac ettiği gibi nifak da onun aksine zilleti intac eder. Zilleti olan, herkese karşı kendisini zelil gösterir. Bu ise riyadır. Riya ise müdahenedir. Müdahene dahi kizbdir. Kur’an-ı Kerim şu silsileli kizbe وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّا ile işaret etmiştir. Yani “Mü’minlere rast geldikleri zaman ‘Biz de imana geldik.’ diyorlar.”
Sonra nifak, imanın hilafına kalpleri ifsad eder. Kalbin fesadı ise yetimliği intac eder. Yani bozuk olan bir kalp kendisini sahibsiz, mâliksiz, yetim bilir. Bundan korku neş’et eder. Korku da onu kaçıp, gizlenmeye icbar eder. Kur’an şu hallerine وَاِذَا خَلَوْا ile işaret etmiştir. Yani “Kaçıp halvetlere gittikleri zaman…”
Sonra nifak, imanın aksine akraba ve saireler arasındaki sıla-i rahmi kat’eder, keser. Bu ise şefkati izale eder. Şefkatin zevali ise ifsadata sebep olur. İfsaddan fitne çıkar. Fitneden hıyanet doğar. Hıyanet dahi zafiyeti mûcibdir. Zafiyet de himaye edecek bir zahîre, bir arkaya iltica etmeye icbar eder. Kur’an-ı Kerim buna اِلٰى شَيَاطٖينِهِمْ ile işaret etmiştir. Yani “Şeytanlarına kaçıp himayelerine giriyorlar.”
Sonra imanın hilafına, nifakta tereddüt vardır. Yani münafık olan kimse, kat’î bir hüküm sahibi değildir. Bu ise sebatsızlığı intac eder. Bu da mesleksizliği, bu dahi emniyetsizliği tevlid eder. Bu ise –kanunen maznunların her gün ispat-ı vücud etmeleri lüzumu gibi– daima şeytanlarına gidip küfürlerini, ahidlerini tazelemelerini icab ettirir. Kur’an-ı Kerim bu silsileye قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْ ile işaret etmiştir. Yani “Bizler sizinle beraberiz.” diye ahidlerini tecdid ediyorlar.
Sonra mü’minlere gidip geldiklerinden hasıl olan şüpheyi izale için özür dilemeye mecbur oldular. Ve imanın hilafına hakikatlere adem-i hürmet ve istihfafta bulunarak kıymetli şeylere ihanet ettiler ki onlara atfedilen ithamları def’etsinler. İşte Kur’an-ı Kerim buna قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ ile işaret etmiştir. Yani “Bizim mü’minler ile olan ihtilatımız istihza içindir. Aramızda samimiyet yoktur. Ancak yüzlerine gülüyoruz.”
Sonra münafıkların şu gidiş ve deyişlerini dinleyen sâmi’in, mü’minlerin de mukabelede bulunmalarını intizar etmekte bulunduğu, siyak-ı kelâmdan anlaşıldı. Bunun için Kur’an-ı Kerim de mü’minlere bedel اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ diye mukabelede bulunmuştur. Yani “Cenab-ı Hak, onların istihzaları üzerine eşedd-i ceza ile dünya ve âhirette tecziye eder ve edecektir.”
Kaynak: Risale-i Nur