İKİ RESİM İKİ DAVRANIŞ VE ARKASINDA YATAN SOSYOKÜLTÜREL SEBEBLER
Dr. Öğretim Üyesi Ali KUYAKSİL
Iğdır Üniversitesi İ.İ.B.F.
1. Giriş
Öncelikle insanlığın bir bütün olduğunu, yeryüzünde en gelişmiş bir canlı olarak yaratılmış olduğunu belirtmek isterim. Bu açıdan insanlık, uluslararası fertlerden oluşan büyük bir ailedir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin önsözünde de ifade edildiği gibi; “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinde bulunan haysiyetin ve bunların eşit ve devredilmez tanınması hususunun, hürriyetin, adaletin ve dünya barışının” temelidir.
Dünyadaki uygarlıklar ve medeniyetler de tüm insanoğlunun ortak birikiminin neticesidir. Avrupa’nın ilerlemesinde Rönesans ve Aydınlanma hareketinin etkisi inkâr edilemez. Aynı şekilde Rönesans ve Aydınlanma hareketlerinin arkasındaki İspanya ve İtalya’da İslam’ eserlerinin ve antik çağ Yunan düşünürlerinin eserlerinin tercümeler yoluyla Batı’ya kazandırılmış olması da inkâr edilemez. Bu açıdan bakıldığında ilerlemeler insanlığın ortak ürünüdür. Ama katkı oranları farklılık arz edebilir.
Sosyal bilimlerde, neden sonuç ilişkileri fen bilimlerindeki gibi açık ve net değildir. Olayların arkasındaki sebepleri de tam tespit edebilmek ve sınırlaya bilmek zordur. Sosyal Bilimlerde araştırmacının kendisi bile sonuçların doğruluğu ve güvenirliği üzerine risk oluşturabilen bir faktör olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle sosyal bilimlerde mutlak doğru olabilecek iddialar pek öne sürülmez. Sonuçlar üzerinde ağırlıklı etkisi olan hususlar belirtilir.
Bu nedenle aşağıda yapılacak olan kısa değerlendirmelerde bu hususlar dikkate alınmalıdır. Aşağıda verilecek olan örnekler ile bir genellemeye varıp Avrupa’yı olduğu gibi yerme ve Türkiye’yi olduğu gibi yüceltme yönünde bir iddiamız bulunmamaktadır. Çünkü yanlış anlaşılmasın Avrupa ikidir: Birisi; hakiki Hristiyanlık ve İslamiyet’ten aldığı feyz ile insanlığın sosyal hayatına faydalı sanatları, adalet ve doğruluğa hizmet eden bilimleri takip eden ve geliştirmeye çalışan Avrupa’dır. İkincisi Tabiatçı / İnkârcı felsefenin karanlık bakış açısıyla medeniyetin olumsuzluklarını iyilik ve güzellik zannederek, insanlığı eğlence ve doğru yoldan sapmaya sevk eden Avrupa’dıri. Bizim aşağıda yapacağımız tenkitler ve yorumlar daha ziyade bu ikinci Avrupa üzerine olacaktır. Kaldı ki bu kısım da kendileri diğer Avrupa’ya göre azınlık durumundadır. Bu nedenle yapacağımız eleştiri ve yorumları tüm Avrupa yönelik olarak algılamak ve genellemeye gitmek hatalı bir anlayıştır.
2. Birinci Resim ve Davranış
Macaristan’da polisten kaçan göçmenleri görüntüleyen bir kadın kameraman kucağında oğlunu taşıyan göçmen bir babaya çelme atarak yere düşürdü, başka bir göçmen kız çocuğuna ise tekme attı. Bu sırada yaşananları görüntüleyen Petra Lazlo adlı kadın kameraman kucağında oğlunu taşıyan bir babayı, çelme atarak yere düşürdü. Yere düşen baba ve oğul, polis tarafından gözaltına alındı. Kameraman, baba ve oğul dışında, önüne çıkan diğer göçmenleri de yere düşürmeye çalıştı. Kameramanın çalıştığı Macar N1TV televizyonu, olayın ardından bir açıklama yaparak Lazlo’nun görevine son verildiğini açıkladı. Kanal, Lazlo’nun davranışını da kınadı.
Olayda, diğer göçmenlere ise polis tarafından gözyaşartıcı gaz kullanıldı, polis tüm göçmenleri otobüslere doldurarak bekledikleri köye geri götürdü. Macaristan, Avupa’nın yaşadığı göçmen krizinde en çok eleştirilen ülkelerin başında geliyor. Macar yönetimi, göçmenlerin girişini engellemek için sınıra dikenli tel çekmişti. Ülkede bulunan göçmenler de sık sık sivil saldırılara maruz kalıyorii (Reuters).
2.1. Birinci Resim ve Davranışın Sosyal Uzantıları
Almanya ilk kez PEGIDA (Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes, Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) adını 2014 Ekim ayında duydu. PEGIDA’nın 12 kurucusu arasında öne çıkan isim Lutz Bachmann’nin ise adam yaralamak, gasp ve hırsızlıktan sabıkalı. PEGIDA; göçmen oranının en düşük olduğu, hatta Müslümanların neredeyse istatistiklere bile giremeyecek kadar az olduğu Dresden kentinde 300 kişiyle başladı. Kentte yaşayan göçmenlerin oranı yüzde 2 . Toplanmaları Dresden kenti ile de sınırlı değil artık. PEGIDA hareketi aşırı radikal İslam örgütlerine karşı ve iltica ile sığınma yasalarının sertleşmesini talep ediyor. Mülteci ve sığınmacılara verilen haklardan şikâyetçi olan PEGIDA, Almanya ve Avrupa’ya göçün durdurulmasını talep ediyoriii.
Öte yandan Alman Birinci Televizyon Kanalı’nda (ARD) yayınlanan “Report Mainz” adlı programın yaptığı araştırmaya göre, PEGIDA eylemlerinin başladığı 20 Ekim’den önceki üç ayda Almanya genelinde sığınmacılara ve göçmenlere karşı toplam 33 saldırı yapılmışken, 20 Ekim 2014’ten sonra bu sayı 76’ya çıktı. Araştırma için 20 Temmuz-19 Ekim ve 20 Ekim-20 Ocak aralıklarındaki ajans, gazete, radyo ve televizyon haberleri, ayrıca yerel eğitim, uyum ve demokrasi merkezlerinin verileri değerlendirildi. Bu değerlendirmeye göre, PEGIDA eylemlerinin başladığı 20 Ekim’den sonraki üç aylık dönemde, bu tarihten önceki üç aylık döneme göre yabancılara karşı şiddet olaylarının yaklaşık yüzde 130 arttığı görüldü. Bu saldırılarda en fazla adam yaralama olayının PEGIDA’nın ortaya çıktığı Saksonya eyaletinde gerçekleştiğine işaret edildiiv.
3. İkinci Resim ve Davranış
Sadece son 4 gün içinde ülkemize sığınan Suriyeli sayısı 138 bini geçti. Daha ne kadar kişinin geleceği belirsiz. AFAD her ihtimale hazır.
Türkiye, zulümden kaçanların sığındığı liman oldu. Yüzbinlerce Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, bu sefer yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Suriye’nin Rakka kentine bağlı Tel Abyad ilçesinde, IŞİD ile PYD arasındaki çatışmalardan kaçarak Şanlıurfa sınırına gelen mültecilerin sayısı 130 bini geçti. Komşuları için bütün imkânlarını seferber eden Türkiye, ‘insanlık yarışında’ yine yalnız kaldı. IŞİD’i yok etmek için bir araya gelen dünya devleri, örgütün sebep olduğu dramları görmezden geliyor.
Türkiye’ye geçişler Suruç ilçesi Yumurtalık Mahallesi üzerinden yapılıyor. Sığınmacılar, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) Mobil Koordinasyon Merkezi’nde tek tek sağlık kontrolünden geçirilip kayıt altına alınıyor. Dileyenler, eğer varsa, Türkiye’de akrabalarının yanına yerleştiriliyor, yakını bulunmayanlar AFAD tarafından bölgede kurulan geçici barınma merkezlerine alınıyor. Sığınmacılardan bazıları ise Suruç’taki park, düğün salonları ve kullanılmayan binalarda konaklıyor. Mültecilere, Türk Kızılayı tarafından su ve gıda yardımı yapılıyor. Sınırın ötesinde dehşet ise bütün gücüyle sürüyor. 500 kadar Suriyeli, ailelerini Şanlıurfa ve çevre illerdeki akrabalarının yanına yerleştirip savaşmak üzere Kobani’ye döndü.
AFAD Başkanı Fuat Oktay “Gelenlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı. Tüm sığınmacılara kapımız açık” dedi. AFAD, risk analiz raporlarının daha önce yapıldığını belirtip yeni göç dalgalarına hazır olunduğunu söylüyor. Ancak ne kadar kişinin geleceğinin tahmin edilememesi bölgede yaşayanları endişelendiriyor.
Ankara’da gelişmelerle değerlendiren Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş şu bilgileri verdi: “İnsani risk ve hayati tehlike göz önünde bulundurularak cuma günü yaklaşık saat 13.00’te kapı açıldı. Kapı derken bildiğiniz sınır kapısı anlamında değil. Yaklaşık 30 kilometrelik bir alanda, 8 ayrı noktada tel örgüler kesilerek bu insanların Türkiye’ye girmesine müsaade edildi. Cumartesi sabahına kadar, 24 saat dolmadan yaklaşık 70 bin Suriyeli, Kobani bölgesinden Şanlıurfa’nın Suruç ilçesi ve çevresindeki yerlere gelmiş oldu. Çok şükür beklediğimiz oranda göç dalgası olmadı. Ümit ederim ki çok daha kalabalık bir göçmen dalgasıyla karşı karşıya kalmayız. Kalırsak da her türlü tedbirimizi almış vaziyetteyiz. Gerekirse buradaki insanların, daha uzak, daha emin yerlere nakledilmesi çalışmalarıyla ilgili de bütün detaylar hazırlanmıştır. Kimse endişelenmesin.”
Birinci resimde örnek olarak verdiğimiz olay Macaristan’da geçmişti. Onlar göçmenler gelmesin diye sınırlara dikenli ve jiletli teller çektiler. Oysa biz zulümden ve katliamdan kurtulmaları için Suriye’den kaçan sığınmacıları kurtarmak için 30 kilometrelik bie alanda 8 ayrı noktada teller bizim askerlerimiz tarafından kesilerek Türkiye’ye girmelerine müsaade edildi.
3. İkinci Resim ve Davranışın Sosyal Uzantıları
İkinci resim ve davranışın, yani zorda kalan insanlara yardım etme insani davranışının bizim tarihimizde en güzel örneğini vakıflar teşkil etmektedir. Osmanlı insanları, kurduğu vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları da düşünmüştür. Uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürüsüne yetiştirmek üzere çalışmalar yapan Göçmen Kuşlar Vakfı, kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların ölmemesi için buz ve kar üzerine yiyecek bırakan Darı Vakfı gibi vakıflar kurulmuştur. Aynı insani gayeye hizmet eden vakıflar ve derneklerimizin sayıları binlerle ifade edilebilmektedir. Biz burada özellikle Türkler’in Yahudi göçmenlere karşı yapmış olduğu insani yaklaşımı dünyaya duyurmayı amaç edinmiş bir vakıftan bahsedeceğiz: “500. Yıl Vakfı İnsanlığa Örnek”.
1992 yılında Türkiye’de, 1492’de ya dinlerini feda etmek veya “bir daha ne sebeple olursa olsun geri dönmemek” üzere ülkeyi terk etmek zorunluğunda bırakılan İspanyol Yahudileri Sefaradların Osmanlı İmparatorluğuna buyur edilmelerinin ve burada kendilerine yeni bir vatan yaratmalarının 500. yıldönümü kutlandı.
1989 yılında Müslüman ve Yahudi 113 Türk Vatandaşı tarafından kurulmuş olan 500.YIL VAKFI’nın amacı, Kuruluş Senedi’nin 3. maddesinde de ifade edildiği gibi;
Türkler ‘in devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurrtaşlarımızın şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmaktır.
Yüklendiği bu misyondan gurur duyan 500. YIL VAKFI, bu amaçla yıllar boyu yurt içinde ve yurt dışında özellikle ABD, Kanada, Meksika ile Fransa ve İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde düzenlediği akademik ve sosyal etkinliklerle bu mesajı dünya kamuoyuna duyurmaya çalışmıştır ve çalışmaya devam etmektedirv.
4. Resim ve Davranış Farklılığının Sebepleri Üzerine
Sosyal bilimlerde, neden sonuç ilişkileri fen bilimlerindeki gibi açık ve net değildir. Olayların arkasındaki sebepleri de tam tespit edebilmek ve sınırlaya bilmek zordur. Bu nedenle sosyal bilimlerde mutlak doğru olabilecek iddialar pek öne sürülmez. Sonuçlar üzerinde ağırlıklı etkisi olan hususlar belirtilir. Bu nedenle aşağıda yapılacak olan kısa değerlendirmelerde bu hususlar dikkate alınmalıdır. Aşağıda verilecek olan örnekler ile bir genellemeye varıp Avrupa’yı olduğu gibi yerme ve Türkiye’yi olduğu gibi yüceltme yönünde bir iddiamız bulunmamaktadır. Bu nedenle yapacağımız eleştiri ve yorumları tüm Avrupa yönelik olarak algılamak ve genellemeye gitmek hatalı bir anlayıştır.
Batı ve bizim toplumumuzda İnsana bakış felsefesi, insan haklarına bakış açısını da belirlemiştir. İnsan nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Sorularına verilen cevaplar kısaca iki başlık altında toplanabilir:1- Evrim Teorisi, 2- Yaratılış Teorisi. İnsanın ne ve nasıl ortaya çıktığının izahını çeşitli sebeplere bağlayan felsefi görüşler vardır. Bunların en ileri bilimsel kabul edileni “Evrim Teorisi”dir.“Yaratılış Teorisi”ise; Bütün semavi (tek ilahlı) dinlerin kabul ettiği; insanlığın Hz.Adem ve Hz. Havva neslinden türemesidir.
Evrim Teorisine göre, Hayatın Kaynağı uzaydan gelen bir tek hücrenin etrafındaki doğal şartlarla mücadele ederek gelişmesi, çoğalması ve çeşitlenmesidir. Bu çoğalma ve çeşitlenmeden sonra “Doğal Seleksiyon” devreye girer. Güçlü olan ayakta kalır, neslini devam ettirmek için kendi menfaatini gözetir.Güçsüz olan hayattan silinir, nesli yok olur.Bu teorinin ulaştığı felsefi sonuçlar: “Güçlü Olan Haklıdır!”, “Güç = Hak” tır, “Hak verilmez, mücadeleler sonucu alınır” şeklindedir. Batıdaki İnsan Hakları tarihi gelişimi hep bunun örnekleri ile doludur. Bu durum insanlığı, “Sosyal Darvinizm”e götürmektedir. Yani güçlü devletlerin menfaatlerine uygun olarak, diğer devletleri sömürge yapması, gerekirse yıkarak kendi topraklarına dâhil etmesi, onlara soykırım uygulaması onların hakkıdır. Batı ve Amerika’nın sömürgecilik tarihleri bunun örnekleri ile doludur. Son olarak 2. Dünya savaşının 5 büyük devleti olan, ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde diğer devletlerden ayrıcalıklı olarak kendilerine “Veto Yetkisi”ni bir hak olarak görmüşlerdir. Oysa mazlumların yanında yer alan kendi ülkesindeki teröristlerle 40 yıldır kendi hukukumuz içerisinde mücadele eden ülkemize “insan hakları ihlali” bahanesi ile sıkıştırılmakta ve silah satmamaktadırlar.
Evrim Teorisinin bilimsel değeri konusuna da kısaca değinmek gerekir. Teori: doğruluğu henüz tam olarak ispatlanmamış bilimsel görüş demektir. Teoriler bilimsel olarak deneylerle tekrar tekrar aynı sonuçlara ulaşılırsa “Kanun” olur. Yerçekimi Kanunu, Suyun Kaldırma Gücü Kanunu gibi. Aynı şarlar altında tekrarlandığında aynı sonuçlar elde edilir. Evrim teorisi, teori düzeyinde olmasına rağmen ne yazık ki çizgi filmlerle çocuklarımıza, belgeseller ile de yetişkinlere yönelik olarak kesin doğruymuş gibi, kanun gibi telkin edilerek zihinlerde ateizme/tanrı tanımazlığa zemin oluşturmaktadırlar.
Yaratılış Teorisi’ne göre ise, insan bir yaratıcı olan Allah tarafından yaratılmıştır. Tüm insanlar Allah tarafından yaratılan ilk insan olan Hz. Âdem ve Havva’dan türemiştir.Yaratılış teorinin sonuçlarını; “İnsan olma özelliği, Allah tarafından verilmiş bir haktır”, dolayısıyla “Haklı olan Güçlüdür”, “Hak = Güç’tür”, “Hak haktır, büyüğüne küçüğüne bakılmaz. Küçük büyük için feda edilmez”, “Tüm insanlar Kardeştir, Kardeşliğin iktizası yardımlaşmadır” şeklinde belirte biliriz.
Sonuç olarak, bilimsel anlamda, Evrim Teorisi ile Yaratılış teorisi eşit düzeydedir. Çünkü bugüne kadar bir maymunun insana dönüştüğü deney ve gözlemlerle ispatlanamamıştır. Ama insanda bulunan bütün elementlerin toprakta da bulunduğu söylenebilir. Aynı şekilde Hz. Âdem’in de ilk insan olduğu ve topraktan yaratıldığı da deney ve gözlemlerle ispatlanamaz. Çünkü Hz. Âdemin topraktan yaratıldığını gözlemleyecek insanların olması demek, Hz. Âdem’in ilk insan olmadığı demek olur. O yüzden burada bilimden ziyade iman devreye giriyor. Kur’an-ı Kerimde müminlerin özelliklerinden birisi olarak şöyle ifade edilmektedir: “ Onlargayba (görmediklerine) iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar” (Bakara Suresi: 3. Ayet). Birçok bilim adamı ve teknoloji uzmanının Darwin Teorisi’ni savunmalarının tek sebebi, bu teorinin bir yaratıcının varlığını reddetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle ister ateist olsun, ister Allah’a inanan olsun, kimse inancından ve felsefi düşüncesinden dolayı kınanmamalı ve hor görülmemelidir. Burada artık bilimsellikten ziyade işin içerisine inanç girmektedir. Demokratik ve laik bir ülkede kişilerin inanç konusunda tercihine saygı duyulmalıdır.
Kısaca Avrupa’nın içerisindeki bir takım insanların göçmenlere, özellikle Müslüman göçmenlere karşı olumsuz davranışlarının arkasında tabiatçılık ve inkârcılığa dayalı, egoist ırkıçı ve materyalist düşüncelerin etkili olduğunu söyleye biliriz. Bu düşünceyi “Sosyal Darvinizm” olarak da ifade edebiliriz.
Sosyal Darvinizm; toplumun en güçlü olanlarının ayakta kaldığı bir varoluş mücadelesine sahne olduğunu, toplumda tıpkı doğada hüküm süren doğal ayıklama gibi, güçsüzü toplum dışına iten ya da marjinalleştiren bir toplumsal ayaklanma sürecinin söz konusu olduğunu, bu yaşama savaşının bir bütün olarak toplumun gelişmesine ve ilerlemesine hizmet ettiğini savunurvi.
Burada Ethem Ruhi Fığlalı hocanın “İslam ve Diğer Dinler” isimli kısa bir alıntı yapmakta fayda görüyorumvii. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (s.a.s.), ilk İslâm devletini Medine’de kurmuş ve oradaki Yahudiler ile Hristiyanlara sürekli koruma ve yaşama güvencesi vermiştir. Daha sonra Mecûsîler, Sabiîler, Hindular, Budistler ve gayr-i müslim topluluklar İslâm egemenliği altında yaşamaya başlamışlardır. Ancak, silâh taşımamaları, barışı korumaları ve İslâm koruması karşılığında cizye ödemeleri şartıyla onlara da aynı imtiyazlar tanınmıştır. Esasen Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ilk halifeler, bütün yöneticilerine, “Egemenliğiniz altında bulundurduğunuz insanlara hoşgörü ve iyilikle davranmanızı emrediyorum” demişlerdir. Dördüncü halife Ali b. Ebî Tâlib’in Mısır’a atadığı vâlisi Mâlik el-Eşter’e verdiği şu emir, İslâm kültüründe, adalet ve hoşgörünün esası olarak kabul edilmiştir: “(İster Müslüman olsun, ister olmasın) Kalbini halkına karşı merhametli, şefkatli ve hoşgörülü olmaya alıştır. Onlara karşı onları yalayıp yutmak yeterlidir diyen açgözlü bir sığır gibi olma; çünkü onlar iki sınıftır: Ya dinde kardeşin yahut da yaratılışta senin gibi bir insan kardeşindir…”.
5. Genel Değerlendirme ve Sonuç
Sonuç olarak, Türkiye ilimde, teknolojide, insanlık faydasına olan her konuda Batı gibi ilerlemiş, devletlerden her türlü olumlu gelişmeyi takip edip almalıdır. Batı da teknolojideki üstünlüklerini her konuda üstün oldukları şeklinde genellememelidir. Onlar da kendilerinden olmasa da; insani değerleri Türkiye veya diğer devlet ve milletlerden almakta tereddüt etmemelidir.
Ancak bu şekilde dünya insanoğlu için yaşanacak Cennet gibi bir yer olur. Yoksa hergün daha da yaşanamaz bir Cehenneme düşer. Özellikle yoksul insanlar açısında. Gerek Müslümanlar olarak, gerek Avrupa, ABD ve diğer insanlık olarak Ku’ran-ı Kerimde belirtilen şu insani ölçütün çok gerisindeyiz: “Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (hâksiz yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldurmuş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur viii”.
KAYNAKLAR VE DİPNOTLAR
26-28 Ekim 2018 tarihlerinde Kocaeli’nde gerçekleştirilen Kartepezirvesi Sempozyumunda “Göçmen Karşıtı Sosyal ve Örgütlü Hareketler” oturumunda Davetli Konuşmacı olarak sunulan bildiri metnidir.
i Bediüzzaman Said Nursi, (2015). Mesnevi-i Nuriye (Tercüme: abdulmecid Nursi), 2. Baskı, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
ii http://www.medyaradar.com/insanliga-celme-takan-gazeteci-isten-atildi-haberi-171464; (ErişimTarihi 11.09.2018)
iii https://tr.sputniknews.com/trend/Avrupa_da_gocmen_karsiti_hareket_PEGIDA/; (Erişim Tarihi: 10.10.2018)
iv https://tr.sputniknews.com/avrupa/201501281013682865/; (Erişim Tarihi:10.10.2018)
v http://www.muze500.com/index.php?option=com_content&view=article&id=3&Itemid=121&lang=tr; Erişim Tarihi: 15.10.2018)
vi Ahmet, Cevizci (2010), Paradigma Felsefe Sözlüğü, 7. Baskı, İstanbul: Paradigma Yayıncılık, s. 1432.
vii http://misak.millidusunce.com/islam-ve-diger-dinler/; (Erişim Tarihi:18.09.2018)
viii Diyanet Vakfi Meali’ Maide Suresi’ 65. Sure Ayet:32.