Nurdanhaber – Yüksel UCA
Dostluk, insanların birbirini hiçbir menfaat ve çıkar gözetmeden yalnız Allah için sevmektir.
Dostluk, varlıkta, darlıkta, mutlu anlarda ve kederli zamanlarda birlikte olmaktır.
Dost, en mahrem sırlarını dahi paylaşacağın bir sırdaştır.
Dost; halinle hemhal olan, derdinle dertlenen, sevincini paylaşan, çıkmaza düştüğünde, darda kaldığında seni kör kuyulardan çıkarandır.
Allah için ve vefa üzerine kurulan dostluklar asla bozulmaz ve ebediyen devam eder. Habib-i Edip Efendimiz (sav.) “Birbirini Allah için sevenlerin arşın gölgesinde oturacaklarını” ifade buyurmuştur.
Dostlukta ve kardeşlikte esas olan ahiret kardeşliğidir. Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) şöyle buyurur: “İnsanlardan bir dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i kendime dost edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği daha üstündür.” (Buhârî, Salât, 80)
“(Ahiret) kardeşlerinizi çoğaltın; çünkü kıyamet günü her müminin bir şefaat hakkı vardır (sen de ona dâhil olabilirsin).” (İbn Neccar, Tarih; Kenzu’l-Ummal, 9/4, h. no: 24642; Feyzu’l-Kadir, 1/500)
Hasan-ı Basri Hazretleri de şöyle buyurur: “Bizim dost ve kardeşlerimiz, bize aile efradımızdan daha sevimlidir. Zira aile efradımız, bizi dünyada anar. Fakat dostlarımız bizi, mahşer yerinde ararlar.” (İhya, c. II, sf. 437)
Habib-i Edip Efendimiz (sav.) Medine’ye hicret ettikleri zaman, muhacirlerle Ensar’ı birbirleriyle kardeş ettiler. Bunun üzerine “Müminler ancak kardeştirler” ayeti nazil oldu. Buna göre, Hz. Âdem’den (a.s) kıyamete kadar gelecek bütün müminler birbirlerinin kardeşidirler.
Resul-i Kibriya Efendimiz (sav.): “Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim. Onları ne kadar da özledim!” buyurdu.
Ashab-ı kiram: “Biz senin kardeşlerin değil miyiz ya Resûlallâh?” dediler.
Resulullah Efendimiz (sav.): “Sizler benim ashabımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır” buyurdular. (Müslim, Tahâret, 39, Fedâil, 26)
Hz. Ömer Efendimiz (r.a.) “Kişinin dostu; aklının kılavuzudur” buyurur. Sadece kendi nefsini düşünen, iyiliği istismar eden, vefası olmayan kimselerden uzak durmak gerekir. İsmet Özel’in dediği gibi; “Karlı bir gece vakti uyandıracağın” dostlar bul kendine.
Gerçek dost; zor günlerde, fırtınalı ve boranlı havalarda belli olur. Uzun yıllar birlikte olduğunuz, arkadaşlık yaptığınız, kader birliği ettiğiniz bazı kişiler; dara düştüğünüz zaman sizi terk edebilir. Küçük bir meseleden dolayı darılıp, arkadaşına sırt çeviren nice insanlar vardır.
Çıkar ve menfaat üzerine kurulan dostluklar; menfaatin ve makamın bittiği anda biter, ardından dargınlıklar hatta düşmanlıklar başlar. İmam Şafii Hazretleri şöyle buyuruyor: “İnsanların, darıldıktan sonra birbirlerinin ayıplarını ve sırlarını söylemesi, münafıklık alametidir.”
Bunun içindir ki; “‘Önce refik, sonra tarik’” denilmiş, arkadaş olacağımız insanları iyi seçmemiz tavsiye edilmiştir.
Yüzler vardır insanın içini ferahlatır, yüzler vardır insanın ruhunu daraltır. Kimi arkadaş vardır; kişiyi ölümün eşiğinden kurtarır, kimisi de ölümün eşiğine bırakır. Kimi insanı felakete sürükler kimi de felaketten kurtarır.
Şemsi Tebrizi’nin dediği gibi: “Biri gelir seni sen eder, biri gelir seni senden eder.!”
Dostlukta Vefa Esastır
Vefa, Müslüman’da bulunması gereken en güzel vasıflardan biridir.
Vefa; dostlukları unutmamak, eş, dost ve yakınları arayıp sormak, yapılan iyiliğe daha güzeli ile mukabele etmektir.
“Ahde aykırı davranmayı nifak alameti” olarak ifade buyuran Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) her güzel haslette olduğu gibi, dostlukta da vefa da emsalsizdi.
Habib-i Edip Efendimiz (sav.) şöyle buyurur: “Eski dostluğu devam ettirmek, imandandır.”
“Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak dikilecek; bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.”
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) sahabelerine kucak açan Habeş kralı Necaşi’yi her zaman hayırla yâd etmiş, vefat ettiğini duyunca cenaze namazını gıyabi olarak kılmış, daha sonra Medine’ye gelen oğluna kendi eliyle hizmet etmiştir.
Habib-i Edip Efendimiz (sav.), yanına gelen yaşlı bir kadına ikramda bulundu. Kadın gittikten sonra Hz. Aişe validemiz: “Ona niçin iltifat ettiğini” sordu. Allah Resulü (sav.) “Bu kadın Hatice’nin sağlığında bize gelir giderdi” dedi ve şöyle buyurdu: “Ey Aişe, ahde vefa imandandır.”
Bir insana en fazla ıstırap veren ve onu yıkan, dostlarından gördüğü vefasızlık ve ihanettir. Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi; “Hiç ellerin taşı bana değmez, ille dostun gülü yaralar beni.”
Vefalı kişi, hiçbir halde dostunu terk etmez. Ahde vefa ve samimi dostluk bunu gerektirir. Gerçek dost, dostunun hatalarını incitmeden yüzüne söyler, onların izalesine çalışır ve onu asla terk etmez. Hakiki dost, iki dost arasında herhangi bir kırgınlık olduğunda, onların arasını düzeltendir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulmaktadır: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, O’nun merhametine nail olasınız. (Hucurat Suresi, 49/20)
Sevgide Ölçü
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav.) dostlukta da aşırı gitmemenin ve ölçülü olmanın önemini şöyle vurgulamaktadır: “Dostunu severken ölçülü sev. Belki bir gün düşmanın olabilir. Dargın olduğun zaman da ölçülü ol ki bir gün dost olursun. Sonra da yaptığına pişman olursun.”
Hiçbir insanın her yönü mükemmel değildir, olamaz da. Bizler beşeriz, noksan taraflarımız ve kusurlarımız çok. Zaten hatasız ve noksansız insan olamaz. Hakiki dost, dostunu kusurlarıyla sever, onun güzel meziyetlerini nazara verir. Dikensiz gül olmayacağı gibi, kusursuz dost da olmaz. Mevlana şöyle der: “Kusur bulmak için bakma birine, bakarsan bulursun. Kusuru örtmeyi marifet edin kendine. İşte o zaman kusursuz olursun.”
Sevgimiz de nefretimiz de dostluğumuz da düşmanlığımız da Allah için olmalıdır. “Allah için sev, Allah için düşmanlık et” hakikati düsturumuz olmalıdır.
İnsanları sevmede Allah’ın rızası ve Habibullahın ölçüsünü esas alınmalıdır. İnsanlarla makam, mevki ve menfaat için değil, Allah için dost olunmalıdır.
Birinden menfaatimize dokunduğu için değil, mazlumu ezdiği, dine hakaret ettiği için nefret etmeliyiz. Ne yazık ki, birilerini aşırı seven onun hiç bir yanlışını görmediği ya da görmek istemediği gibi, bir kimseye düşman olan da inadından, kin ve nefretinden onun hiç bir doğrusunu görmüyor ya da görmek istemiyor. İnat, haset, hırs, önyargı, tarafgirlik, makam sevdası ve dünyevi menfaat hadiseleri ve kişileri insafla ve hakkaniyetle değerlendirmeye manidir. Zira muhabbetin de inadın da gözü kördür.
Bir kişinin sadece siyasi görüşüne, bir yere olan mensubiyetine bakıp da ona iyi veya kötü demek, sevmek veya nefret etmek, Müslümanlıkla ve insafla bağdaşmaz.
Rabbim Allah için sevenlerden ve Allah için buğz edenlerden eylesin inşallah..