İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara 7. Ayet
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ
Sual: Bu âyette kalbin sem’ ve basara takdimindeki hikmet nedir?
Cevap: Kalp imanın mahalli olduğu gibi en evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücudunu delailiyle ilan eden, kalp ile vicdandır. Zira kalp, hayat malzemesini düşünürken en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar. Bu noktalar ise iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.
İhtar: Kalpten maksat, sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latîfe-i Rabbaniyedir ki mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Binaenaleyh o latîfe-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasına kalp tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki o latîfe-i Rabbaniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.
Evet, nasıl ki bütün aktar-ı bedene mâü’l-hayatı neşreden o cism-i sanevberî bir makine-i hayattır ve maddî hayat onun işlemesiyle kaimdir. Sekteye uğradığı zaman ceset de sukuta uğrar. Kezalik o latîfe-i Rabbaniye, âmâl ve ahval ve maneviyatın heyet-i mecmuasını hakiki bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti, meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.
وَعَلٰى سَمْعِهِمْ de عَلٰى nın tekrarı, kalp ile sem’e vurulan hâtemlerin her birisi müstakil bir nevi delaile ait olduğuna işarettir. Evet kalbin hatmi, delail-i kalbiye ve vicdaniyeye aittir. Sem’in hatmi, delail-i nakliye ve hariciyeye aittir. Ve keza her iki hatmin bir cinsten olmadığına bir remizdir.
Sual: Kalp ile basarın cem’ sîgasıyla, sem’in müfred suretinde zikirlerinde ne gibi bir hikmet vardır?
Cevap: Kalp ile basarın taalluk ettikleri şeyler mütehalif, yolları mütebayin, delilleri mütefavit, talim ve telkin edicileri mütenevvidir. Sem’ ise kalp ve basarın hilafına, masdardır. İşittiren ferttir. Cemaatin işittikleri, ferttir. İşiten fert, fert olur. Bunun için müfred olarak iki cem’in arasına düşmüştür.
Sual: Kalpten sonra tercihen sem’in zikredilmesi neye binaendir?
Cevap: Melekât ve malûmat-ı kalbiye, ale’l-ekser kulak penceresinden kalbe girerler. Bu itibarla sem’, kalbe yakındır. Ve aynı zamanda, cihat-ı sitteden malûmat aldığı cihetle kalbe benziyor. Zira göz yalnız ön ciheti görür. Bunlar ise her tarafı görürler.
وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ de, üslubun tağyiriyle, cümle-i fiiliyeye tercihen cümle-i ismiyenin ihtiyar edilmesi, basar ile görünen delillerin sabit olduklarına; kalp veya sem’ ile alınan deliller ise müteceddid ve gayr-ı sabit olduklarına işarettir.
Sual: خَتَمَ ile غِشَاوَةٌ arasında ne fark vardır ki خَتَمَ اللّٰهُ isnad edilmiştir غِشَاوَةٌ isnadsız bırakılmıştır?
Cevap: خَتَمَ Allah tarafından onların kesblerine bir cezadır. غِشَاوَةٌ ise Allah tarafından olmayıp onların meksûbudur.
Ve keza mebde itibarıyla rü’yette bir ıztırar vardır; sema’da, tahatturda ihtiyar vardır. Evet, gözün açılmasıyla eşyayı görmemek mümkün değildir. Fakat mesmuatı dinlemekte veya hatıratı tahattur etmekte bu ıztırar yoktur.
غِشَاوَةٌ tabiri, gözün yalnız ön cihete hâkim ve nâzır olduğuna işarettir ki eğer bir perde ile o cihetten alâkası kesilse bütün bütün kör kalır. Tenkiri ifade eden غِشَاوَةٌ deki tenvin, onların gözleri üstündeki perde, malûm olmayan bir perde olup ondan sakınmak onlar için mümkün olmadığına işarettir. Câr ve mecrurun غِشَاوَةٌ üzerine takdim edilmesi, en evvel nazar-ı dikkati onların gözlerine çevirtmekle, kalplerindeki sırları göstermek içindir. Zira göz, kalbin âyinesidir.
وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ : Bu cümlenin mâkabliyle cihet-i münasebeti şudur ki: Evvelki cümledeki kelimat ile şecere-i küfriyenin dünyaya ait acı semerelerine işaret edilmiştir. Bu cümle ile o mel’un şecerenin âhirette vereceği semeresi zakkum-u cehennemden ibaret olduğuna işaret yapılmıştır.
Kaynak: Risale-i Nur