İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Sure-i Bakara
وَالَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
Birinci âyetle işaret edilen kıyas-ı temsilî: Evvela insanın vücuduna bak. Nasıl tavırdan tavıra, yani nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan et ve kemiğe, et ve kemikten insan suretine bir kasd, bir irade ve bir ihtiyar altında mahsus kanunlarla, muayyen nizamlarla, muntazam hareketlerle intikal ettiğini ve kalıptan kalıba girip çıktığını gör.
Sonra insanın bekasına dikkat et. İnsan, bu vücud libasını her sene değiştirir. Bu vücud değişmesi, bedendeki hüceyratın yıkılıp yapılmasıyla olur. Bu tamirat da bütün azanın erzak mahzeni hükmünde olan, Cenab-ı Hakk’ın bir kanun-u mahsusla ihzar ettiği o madde-i latîfeden alınan ecza ile yapılır.
Sonra o madde-i latîfenin ahvaline bak. Nasıl azanın ihtiyaçlarına göre muayyen bir kanun ile taksim edilir ve bedenin her tarafına mahsus bir nizam ile muntazaman dağıtılır.
Yine şâyan-ı dikkattir ki o madde-i latîfe, dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılabdan geçtikten sonra ve dört süzgeçten tasfiye edildikten sonra rızık olarak taksim edilir.
Hem yine şâyan-ı dikkattir ki o madde-i latîfe, yemeklerin ruhu ve hülâsasıdır. O yemekler, âlem-i anâsırda dağınık menbalardan muntazam bir düstur ile mahsus bir nizam ile cem’ ve tahsil edilirler.
İşte bütün bu nizamlar, bu kanunlar, bu intizamlar; hep bir kasd, bir irade, bir hikmetten çıkıyor. Evet mesela, Habib’in gözünde yerleşen bir zerrenin, unsur-u havadan veya unsur-u türabdan o garib, acib tavırlarda, inkılablarda yaptığı muntazam hareketinden anlaşılır ki o zerre, toprakta iken Habib’in gözüne tayin edilmiş ve bir memur gibi mahall-i memuriyetine muntazaman i’zam kılınmıştır (yükseltilmiştir).
Evet, fennî bir nazarla dikkat edilirse anlaşılır ki o zerrenin hareketi, körü körüne, tesadüf eseri değildir. Çünkü o zerre, hangi mertebeye girerse o mertebenin nizamına tabi olur. Ve hangi bir tavra intikal etmiş ise onun muayyen kanunuyla amel etmiştir. Ve hangi bir tabakaya misafir gitmiş ise muntazam bir hareket ile sevk edilmiştir.
Hülâsa: Neş’e-i ûlâya dikkat edenin, neş’e-i uhra hakkında tereddüdü kalmaz. Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın emrettiği gibi: “Neş’e-i ûlâyı gören adam, neş’e-i uhrayı inkâr edebilir mi?” Çünkü ikinci teşekkül, yani ikinci yapılış; birinci teşekkülden daha kolaydır. Bunu yapan, onu daha kolay yapar.
Mesela, bir fırka askerin ilk teşekkülünde, efradın birbiriyle ünsiyetleri, muarefeleri olmadığından ve talim ve terbiye görmemeleri yüzünden, yontulmamış taşlar gibi olduklarından, o efrad o fırkanın bünyesinde yerleştirilinceye kadar çok zahmetler vardır. Fakat ba’de’t-teşekkül terhis edilip de bir daha taht-ı silaha davet edildiği zaman, pek kolay içtima eder ve fırkayı teşkil ederler. Bu teşekkül, evvelki teşekkülden daha kolay olur.
Kezalik birbiriyle ülfet peyda eden ve her birisi yerini tanıyan ve bir derece yontulmuş taşlar gibi kesb-i letafet eden bedenin zerratı, ölüm ile dağıldıktan sonra, haşirde Hâlık’ın izniyle, İsrafil’in borusuyla o zerrat-ı asliye ve esasiye içtimaya davet edildikleri zaman, pek kolay içtima ederler ve beden-i insanîyi yine eskisi gibi teşkil ederler. Maahâzâ kudret-i ezeliyeye nisbeten en büyük en küçük gibidir, hiçbir şey o kudrete ağır gelemez.
Arkadaş! Zahire nazaran, haşirde ecza-yı asliye ile ecza-yı zâide birlikte iade edilir. Evet, cünüb iken tırnakların, saçların kesilmesi mekruh ve bedenden ayrılan her bir cüzün bir yere gömülmesi sünnet olduğu ona işarettir. Fakat tahkike göre, nebatatın tohumları gibi “acbü’z-zeneb” tabir edilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup haşirde o zerreler üzerine beden-i insanî neşv ü nema ile teşekkül eder.
Kaynak: Risale-i Nur