Nurdanhaber – Haber Merkezi
Risale-i Nur Enstitüsü’nün 2018-2019 Pazar seminerleri Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “Değişen Dünya ve İhlas Ahlâkı” başlıklı konuşması ile başladı. Tarhan’ın ihlasa dair önemli değerlendirmelerde bulunduğu seminerde sunuculuğu Hasan Said Kalınoğlu yaparken Kur’an tilavetini Hıdır Baybara gerçekleştirdi. Dönemin ilk semineri olması nedeniyle RNE Yönetim Kurulu Sekreteri Prof. Dr. Ruhi Yavuz açış konuşması mahiyetinde RNE’nin amaçlarından ve bu dönemki faaliyetlerinden bahsetti. Yavuz seminer sonunda RNE faaliyetlerine katkılarından dolayı Üsküdar Üniversitesi rektörü Tarhan’a plaket takdim etti.Nevzat Tarhan – Değişen Dünya ve İhlas Ahlakı
Üsküdar Üniversitesi Çarşı Yerleşke – Emirnebi1 konferans salonunda gerçekleştirilen seminerin ana başlıkları şu şekildeydi.
Bediüzzaman neden ihlası merkeze almış?
İnsanlık tarihinin en büyük ikinci büyük medeniyet krizini yaşıyoruz biz. Bu krizin ilki 1000’li yıllardaydı. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazzali, Muhyiddin İbn Arabi ve İbn Haldun’un bu krizin aşılmasında büyük hizmetleri oldu. Ondan sonrasında yaşanan zihinsel dönüşüm sosyal dönüşüme dönüştü. Sosyal dönüşüm de daha sonra siyasal dönüşüme dönüştü. Bu 200-300 senelik bir periyod. Şimdi de aynı şeyi Bediüzzaman tek başına yapıyor. İkinci 1000 yılın dönüşümünü tek başına yapıyor diye düşünüyorum. Bunu kendi kişisel rehberliğiyle değil, dikkatleri Risale-i Nur’a vererek yapıyor. Bu da onun yaptığı yenilikçi görüşlerden birisidir. Vefatından sonra risaleler 50 dile çevrilmiş ve çevrilmeye devam ediyor. Risale-i Nur’u okurken bu gözle bakalım, alışkanlık çerçevesinin dışında okumaya çalışalım.
Bediüzzaman hazretleri ihlası neden merkeze almış Risale-i Nur eserlerinde? Onu anlamak için yaşadığımız medeniyet krizini anlamak gerekiyor. Hatta Osmanlı neden Endüstri devrimini kaçırmış bunu anlamak gerekiyor. Değişen bir dünya var. Koca Osmanlı’nın medeniyet krizine girmesinin sebebi değişen dünyayı anlayamaması.
Dijital devrimi de kaçırıyoruz
Osmanlı’nın neden endüstri devrimini kaçırdığının cevabını anlayamadan Bediüzzaman’ın neden ihlası önemsediğini anlayamayız. Dört endüstri devriminden söz ediliyor. Birincisi 1850’lerde başlayan ilk buharlı makinanın bulunması. Daha sonra makinaya elektrik eklenmesi ile Endüstri 2.0 oldu ve yeni bir aşamaya geçildi. 2000’li yıllarda üçüncü endüstri devrimiyle de otomasyon eklendi. Endüstri 4.0’da artık otomasyonun da ötesinde nesnelerin insan olmadan birbirleriyle iletişimi söz konusu. Yapay zekadan tutun da zihin kontrolüne kadar konular konuşuluyor. Dijital devrim yaşıyoruz şu an ve bu devrimi de kaçırıyoruz. 1850’den belki daha öncesinden itibaren hep değişimin gerisinde kalıyoruz. Osmanlı maalesef özne olamadı. Mesela Rusya özne olabildi, Rusya’nın bilime çok büyük katkıları oldu ama biz özne olamadık?
İslam dünyası neden hep değişimin gerisinde?
İslam dünyası neden hep değişimin gerisinde taklitçi olarak kaldı? Çünkü zihinsel engellerimizi aşamıyoruz, bunun üzerinde durmak istiyorum. Endüstri 4.0’ı taklit ederek çağı yakalayacağımızı zannediyoruz. Çeşitli bariyerlerimiz var, Bediüzzaman ise bu engelleri, bariyerleri aşmıştır.
Endüstri 4.0’da simülasyon, sistem entegrasyonu, nesnelerin interneti, siber güvenlik, bulut bilişim, 3D yazıcılar, arttırılmış gerçeklik, büyük veri ve otonom robotlar var. Okuduğum bir hadiste kıyamete yakın Kabe’nin üçüncü defa yıkılacağı aktarılıyor ve bunu ruhsuz insanlar yapacakmış. Ben genetiğiyle oynanmış tüysüz maymunlar falan mı diye düşünüyordum ama bu otonom robotlarla rahatlıkla şu an yapılabilir durumda. Tabi bunlar uzman yorumu gerektiren hadisler.
Derin düşüncenin yolları
Derin düşünce yollarına baktığımız zaman burada önce tanımak var. Daha sonra değerlendirmek, duyguları katmak, analiz etmek, eylem planı yapmak ve sonuca çıkmak var. Bizler Doğu’lular olarak düşünce değil, duygu temelli bir toplumuz. Eleştirisel düşünceyi çok önemsemiyoruz. Eleştirisel düşüncenin olmadığı bir zihin hipnotize edilebiliyor, yıkanabiliyor ve yönlendirilebiliyor. Bediüzzaman bile kendisinin sorgulanmasını isterken onu sorgulamayan insanlar yetişiyor. Onun eserlerini değil de biat kültüründeki genel şekil gibi şahsına biat ediliyor. Halbuki şahıslara değil davaya biat edilir. Bediüzzaman bunu eserlerinde de dile getiriyor, mihenge vurun diyor. İslam alimlerinin çoğunda bu yoktur.
Dünya nereye gidiyor?
Nato Strateji Uzmanı Rex Huges “Üçüncü Dünya Savaşı’nın ilk mermisi internetten atılacaktır” diyor. Dünyada bir taraftan ekonomik seviye, refah seviyesi yükselirken bir taraftan da paralel şekilde mutluluk seviyesi yükselmiyor. ABD Çocukları Savunma Fonu, Amerikan gençliğinin bir günlük kesitini şöyle veriyor:
- 25 yaşın altındaki 3 genç AIDS nedeniyle ölüyor ve 25 tanesine HIV virüsü bulaşıyor.
- 6 çocuk intihar ediyor.
- 18 yaşın altında 342 çocuk şiddet suçundan tutuklanıyor.
- Ergen annelerden 107 bebek doğuyor.
- 2 bin 833 çocuk okulu terk ediyor.
- 6 bin 42 çocuk tutuklanıyor.
- 135 bin çocuk okula silah götürüyor.
İşte böyle bir dünya var. Buna çare arıyorlar. Buna karşı bakın Harvard Üniversitesi’nde pozitif psikoloji dersi koymuşlar. İnsanların hem varlıklı hem mutlu olabilmesi için mutluluk bilimi çalışması yapıyorlar. Kendini tanımayı, empati yapmayı, bağışlayıcı olmayı, minnettarlığı vs. anlatıyorlar. Almışlar bizim kadim kültürü, tasavvufu, Mevlana’yı sistematize etmişler, metedoloji geliştirmişler ve bize bunu ders olarak sunuyorlar. Bunu yaparken referans vermeden bizden aldıklarını kullanmışlar.
Niyetlenilmiş davranış ihlaslıdır
Bir deney sırasında maymun laboratuvarında başına elektrotlar bağlanmış bir maymuna muz veriliyor. Karşısındaki maymuna ise verilmiyor. Muz verilen maymunun beyninde muz yerken bir aktivite başlıyor. Ancak muz verilmeyen maymunda da aynı anda benzer bir aktivite tespit ediliyor. Bir şeyi yemeyi düşünürken veya yerken beyin aynı şekilde çalışıyor. Yani bir şeye niyetlendiğimiz zaman beynimiz aktif. Bunun nörobiyojik bir temeli var. Onun için niyetlenmiş davranış ihlas davranışıdır. Bir insan niyetlenmeden bir şeyi yaparsa ihlassız oluyor. Ayrıca niyetlenilmiş davranış karşı tarafın beyninde de benzer aktiviteye sebep oluyor, ikna edicilik artıyor.
İslam dünyası nasıl sekülerleşti?
18. yüzyılda medreselerden mantık, matematik, astronomi ve felsefe dersleri kaldırıldı. İbn Sina, İbn Rüşd, İkinci Aristo denilen Farabi eğitimden çıkarılıyor. Orta çağda Avrupa eleştirisel düşünce okulunu başlatmışken, vakıfların korumasındaki medrese eğitiminde eleştirisel düşünceden vazgeçilerek ve korumacı davranılarak düşüncenin ilerlemesi durduruluyor. Medresede yetişenler mekteplilere kafir diyor, dini gerekçelerle yeniliğe karşı çıkıyor. Çünkü medreseyi darül fünun yapamamış Osmanlı. Mektepten yetişenler de çağın gerekçeleriyle dine karşı çıkıyorlar, din terakkiye manidir noktasına geliyorlar. Ehl-i Mektep ile ehl-i medrese şeklinde iki tip insan yetişiyor. Zamanın ruhunu ehli mektep yakaladığı için Osmanlı’nın son dönemlerinde İttihad Terakki’de Cumhuriyet dönemlerinde onların bakış açısı hakim oluyor. Tepkisel olarak bütün medresleri kapatmak gibi bir tepki ortaya çıkıyor. Halbuki zamanında din ile fen ilimlerinin sentezi yapılabilseydi bu iki kimlik çatışmasına girmezdik. Şu anda da bu çatışmanın devam etmediğini söyleyemeyiz.
Hürriyet, müsavat, uhuvvet ve adalet
II. Abdülhamid çok büyük bir sultandı, büyük hizmetler yaptı. Ancak gençlerle arasında köprü kuramadı. O kadar büyük hizmetlerine rağmen yetiştirdiği gençler ona karşı oldu. Aynı tehlike şu anda da var. Gençlerin anladığı dil neydi o zaman? Fransız İhtilali’nin dört anahtar kelimesi vardır: hürriyet, müsavat, uhuvvet ve Yeni Osmanlıların buranın değerlerinden ekledikleri dördüncü kelime olarak adalet. Şimdiki gençler de “Höt!” deyince susmak istemiyor. Gençlere korkutarak yaklaşırsak onları kaybederiz. Bediüzzaman’ın eserlerine bakıyoruz sürekli akla dayanmasından bahsediyor. Risale-i Nur’daki gerekçeleri kullanırsak çağa ulaşabiliriz. Bu gerekçeleri kullanmazsak bir nesil daha kaybederiz. Dijital nesil maalesef gençleri olumsuz etkiliyor. Sanki dindar olursak modern olamayız gibi bir algı var. Bu algının tersine dönmesi için bizim özeleştiri yapabilmemiz önemli.
Siyasal İslam nebevî bir tarz değildir
Gençlerin inançla ilgili kafalarındaki soru işaretlerini gidermedikçe bir genci dindar yapamayız. bizim şu anda yukarıdan aşağıya bir şekilde dindarlaşma faaliyeti yapmamız matematik öğretmek istediğimiz bir insana kerrat cetvelini öğretmeden yüksek matematikten bahsetmek gibi bir şey. Bu nedenle ben siyasal İslam’ın nebevî bir tarz olmadığını düşünüyorum. Nebevî tarzın ne olduğuna Asr-ı Saadet’te örnek var. Resulullah’a (asm) geliyorlar “Davandan vazgeç seni Mekke emiri yapalım, istediğin gibi sana imkan verelim” diyorlar. Eğer o (asm) siyasî düşünseydi kabul ederdi emirlik teklifini, sistemi kurardı ve herkesi zorla Müslüman yapardı. Fakat vefat ettiği zaman şahsa bağlı olduğu için biterdi İslamiyet. O (asm) ne yapmış, zoru seçmiş. İnsanların inanması lazım, ikna olması lazım. Dinler korku duygusuyla yerleşmiyor, sevgi duygusuyla yerleşiyor, gönüllü itaat ile yerleşiyor. Eğer hakikati anlatırken korku yolunu tercih edersek gençler susarlar. Gençlerin akıl ve kalplerini birlikte eğitmemiz gerekiyor.
İyi örnek olmalıyız
Kapitalist bir dindarlık anlayışı var şu an maalesef. Namazını kıldığı halde rahatça yalan söyleyebilen, sadaka verdiği halde zekat vermeyen, yemeği sağ eli yediği halde haram da yiyen, oruç tuttuğu halde sözünü tutmayan ve camiye gittiği halde rüşvet ve kul hakkını önemsemeyen bir dindar tipi var. Gençler bu dindar tipinden çok rahatsız. Bu nedenle İslamiyet yaşanamaz gibi düşünmeye başladılar. Denek ki bu din yaşanabilir değil diyerek ibn-i vakit yani zamanın çocuğu haline geliyor. Onun için bizim iyi örnek olmak gibi bir sorumluluğumuz var.
Asıl özgürlük arzularımızdan özgür olmaktır
Şura suresinin 30. ayetinde “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir” buyuruluyor. İnsan kendini sorgulamadan kusuru başkasına atarak kolaycılığa kaçmış olur. Kendi kendinin lideri olamayan bir ailenin lideri olmaz, bir şirketin lideri olamaz. Asıl özgürlük canımızın istediğini yapmak, zincirleri kırmak değil, asıl özgürlük arzularımızdan özgür olmaktır. Nefis terbiyesi onun için önemlidir.
İhlas ahlakının kazanımı imanın verdiği iç huzuru yaşayabilmek
İhlas ahlakının kazanımı imanın verdiği iç huzuru yakalayabilmek. İmanın verdiği iç huzuru yakalayabildiği zaman bu bir enerji gibi diğer insanlara yansıyor. Çocuklara, aileye, işine yansıyor. Bir yığın musibete karşı insan Allah’a gene tevekkül edebiliyor. İmanın verdiği huzuru yaşayabildiğimiz zaman parfüm gibi herkesi etkiler.
İhlas 3’ü 111 yapar
Bediüzzaman tesbih örneğini verir talebelerine. Tesbihte nasıl 99 tane dolaşıp imameye geliyorsunuz, eğer ihlas ahlakını kişi benimserse doğrudan birinciden 99’a kısa yol yapabiliyorsunuz. İhlas sırrını en güzel gösterenlerde lazer ışınları. Normal bir ışık kaynağı yarım metre veya bir metreyi aydınlatır. Ama lazer ışınlarında, oradaki elektronlar, protonlar aynı istikamette benzer hareket ettiği için 1 km uzağa gidebiliyor. İhlasta da bu var, aynı amaç için farklı mizaçtaki insanlar benzer metedolojiyle hareket ediyorlar. Üç kişi varsa orda üç kişi olmuyor, 111 ortaya çıkıyor.
Adalet odaklı sistem Kur’an öğretisidir
Adaletin olduğu yerde güven oluyor. Güven olan yerde korkular azalıyor, huzur ve barış oluyor. Barış olabilmesi için temel değer adalettir. Hz. Ali’nin (ra) güzel bir sözü var: “Adalet devletin dinidir.” Çok manidar. Adalet yoksa istediğin kadar adın Müslüman olsun. Bir yöneticinin dindarlığının emaresi onun adil olup olmamasıdır. Eğer adil değilse onun dindarlığı şekilseldir. Güç odaklı sistem kapitalist sistemdir, adalet odaklı sistem Kur’an öğretisidir. Cumhuriyet dediğimiz demokratik sistem Asr-ı Saadet sistemidir. Kurtarıcı beklentisinden vazgeçip hepimiz bir kurtarıcı gibi olmaya çalışmalıyız.