Nurdan Haber

Acı günlerin hatırası-2

Acı günlerin hatırası-2
30 Eylül 2018 - 8:00

HALİL İBRAHİM (MİLASLI)

Taşköprülü Sadık Bey’in Ilgaz ormanlarının yemyeşil bir köyündeki evinde Halil İbrahim’in şu satırlarını bulup okumuştuk:

“Aziz sıddık kardeşlerim,

“İstedim ki siz üç yerde bulunan kardeşlerim, müttefikan üç-dört gün evvel müdafaa etmemek ve işi sürüncemede koymamak için karar vermişsiniz. Çünkü mahkeme bildiğini işliyor. Yalnız Ankara ehl-i vukufunun tasdiki vechile, ‘Suçumuz yok, beraatımızı isteriz’ diye bir ağızdan söylemek ve icab ederse ‘Üstadımızın müdafaası umumuza kâfidir’ denilse daha iyidir. Yoksa İnebolu ve başkaların istedikleri gibi ‘hususî müdafaalar iyidir’ diye karar veriniz.” 

“Zaten Ankara’ya gönderilen müdafaalar burada resmen verilmemiştir. Yalnız bir-iki parça verilmiş. Şimdi az bir parça ilâve ile yeni harfle yanımda bulunan bir nüshayı umumunuz namına verilse ve okunması teklif edilse münasip midir? Eğer münasip görürseniz yeniden ilâve edilecek cümleler hem gayet kısa, hem yeni vaziyeti değiştirecek tarzda size bırakıyorum. Müdafaamın başında bir parça istida vardı. Onu tevzi ve ıslah için İhsan’a ve Ahmed Feyzi’ye ve Âtıf’a ehl-i vukuf raporu cevabını havi bir defterimle gönderdim. Onu onunla tekmil ve ıslah ettik.”

“Umum Ispartalılar, bütün arkadaşlar Üstadımızın müdafaasını kabul ettiler.” 

(Halil İbrahim)

Beşinci günü Dahiliye Vekilinin geldiğini söylediler,
“Refakatında yüz kadar jandarma varmış.” dediler.

Vardı hapishanede Milâslı Abdurrahman,,
“Merak etmeyin” diye tesellî ederdi bizi her an.

Münafıklar hükûmete ihbar etmişler,
Bizleri mürteci diye ihbar etmişler.

Daima niyazımız hasbünallah ve ni’mel vekil,
Yâ Rabbenâ, bizleri âli eyle, eyleme zelil.

Hapishanede arkadaşlar gazete almışlar,
Hakkımızda tezvirle neler neler yazmışlar.

Milâs muhbirlerinden Nihad isminde bir efendi,
“Memlekette irtica var” demekle güya yüze çıkmış kendi.

Lâkin Milâs’ı temsil eden hükûmetin emniyetli erleri,
Derhal takip ettiler o iki gözü körleri.

Tedkik etti vâkıayı içişleri bakanı,
Demiş ki: “Ayıp etmişler, nerde mürtece hani?”

Mürtecinin mânâsını anlamayanlara demiş,
Mesele zapt vak’asından ibaretmiş.

Lâkin bundan tabiî yok bizim haberimiz,
Gece gündüz derinleşiyor kederimiz.

Ne de olsa emir vermiş alâkadarlara,
Sevk edin bu masum fedakârlara.

Isparta hapishane müdürü âni olarak,
Dedi: “Hazır olun, size burada durmamak gerek.”

Pür telâş heyecanla eşyalarımızı bağladık,
Akıbetimiz meçhul, gideceğimiz yeri anlamadık.

İkişer ikişer ellerimize vuruldu kelepçe,
Akıl gitti, fikir perişan, her birimiz bir nice.

Benim kelepçe arkadaşı Ramazan isminde biri,
Meğer o köylünün hiçbir şeyden yokmuş haberi.

Yalnız o fakirin ismi Ramazan imiş,
Cürmü de Ramazan isminde bir risale varmış.

Isparta’dan hareketimizde otuz iki kişi idik hepimiz,
Yüzden fazla jandarma süngüleri arasında, gitti bizden bet beniz.

Otomobille sevk edilirken çok acıklı vaziyetimizi,
Görmek istemezdi, lâkin binlerce halk almıştı etrafımızı.

“İyi olmuş” diyen varsa da çoğu kan ağlıyor halkın,
Çoluk çocuk ve aileler, parçalanıyor kalbi validelerin.

Hareket etti otomobil, ağzımızı açmıyor bıçak,
Her tarafı kapalı, hava almak için bırakmıyor, jandarmalar diyorlar “Yasak.”

Yolda giderken jandarma kumandanı vicdanlı Ruhî Bey,
Ellerimizi çözdü, dedi: “Korkmayın, ehemmiyetli değil.”

Sanki bu sözüyle ellerimizi değil, çözmüştü kalbimizi,
Diyordu: “Yakında kavuşacaksınız çoluk çocuğunuza.”

Anladım ki henüz dünyada tükenmemiş iyi kalbli erler,
Emsalinin teksir ve afiyette daim olmasını gönül diler.

Hak kendini memnun etsin, bizleri tesellî etti elhâsıl,
Kıyas et, ölüme muntazırken bir haber ki hilâf-ı memul.

Saat kaçtı bilmem, gece Afyonkarahisar’a geldik,
Hepimiz ve eşyalarımız otomobilden indirildik.

Süngülü jandarmalar arasında ikişer olduk,
Yürüttüler şimendifere, eşyalarımızı da sırtımıza aldık.

Tren hareket etti sabah Eskişehir’de dediler: “İnin!..”
Lâilâhe illâ Ente Subhaneke innî küntü minezzalimin.

Yine etrafımızı ihata etti süngülü jandarmalar, askerler,
Bizleri görenler diyorlar: “Bunlar mı mürteci?”

Halimizi görenler inanmıyorlar gözüne,
Kalben tekzip ediyorlar muhbirlerin sözüne.

Yüksek ruhlu Ruhî Bey anlatıyor,
Bizi bekleyen kumandanlara, “Yazık olmuş bunlara.” diyor.

“Ankara’da dahi bildireceğim alâkadar makamlara,
Yazık etmişler müfritler bu millete, bu adamlara.”

İstasyondan yürüttüler, hapishaneye doğru belli,
Her birimiz birer sınıf esnaf ve bazımız kelli felli.

Hapishane kanununca aranıldı eşyalar ve üzerlerimiz,
Belki bir çakı bulunur, vak’a çıkarırız, onları üzeriz.

Hapisler sorgalmazlar, gardiyanlar çehreleri yıkık,
Dehşetten dehşete insan olduğumuzdan bıktık.

Gönül yorgun, vücut bitkin bir halde düşünürken,
Bir gardiyanla, bir efendi girdiler koğuşa selâm vermeden.

“Niçin oturuyorsunuz, kim var karşınızda?” diye etti tekdir,
Derhal ayağa kalktık, meğer o hapishanede müdür imiş.

Nereli olduğumuzu ve kaç çocuk babası olduğumuzu sordu,
Bu sualiyle yaralı kalbimize bir ok da o vurdu.

Ertesi gün yatmıştım yorgunluktan,
İçeride fotoğrafçıyla müdürü gördük aralıktan.

Dediler: “Dörder dörder fotoğrafınız alınacak.”
Bir dehşet daha aldı bizi, acaba bu ne olacak?

İtidal ile karşılıyoruz gerçi zahiren,
Molla Mehmed dedi: “Bu iyi bir iş değil galiben.”

Fotoğrafçı çekti gitti resimleri,
Müdür geldi, ertesi gün yazdı arkasına isimleri.

Aldılar, götürdüler resimleri bilmem nereye,
Galiba dediler merkez-i hükûmet Ankara’ya.

Ne ise, daha etraftan gelen çok oldu,
Hepimiz yekûnu kırka bâliğ oldu.

Muallim Galib Beyle, Şefik Bey gelmişti bir gün,
Gelenler çoğaldıkça örülüyordu yüreğimiz düğüm.

Tığlı oğlu Hakkı mektup yazmıştı Eğridir’den,
Mektubunda demiş: “Sana gönderdim dinî risalelerden.”

Hıfz etmiştim mektubu, zira yoktu su-i niyetim,
Meğer hüsn-ü niyetten bazan tevellüd edermiş mesele-i vahîm.

Lâkin adalet-i İlahî tecellî eyler, eylersem sabır,
Bizler böyle bir şey görmediğimizden eyliyorduk tehur.

Barla’dan vardı Hafız Tevfik’le kardeşi Mesud,
Mesud men-i mahkeme edildi, Tevfik kaldı meskud.

Vardı bir de içimizde Kürt Bekir,
Der idi daima: “Allah versin akıl, fikir.”

Eğridir’den vardı bir de Hafız Mustafa,
Hakka teslim olmuş, görürdüm daima pürsefa.

O günden beri yatıyoruız, hâlâ netice belli değil,
Yâ Rabbenâ hasbünallahu ve nimelvekil.

Gerçi eskisine nisbetle işimiz biraz hafiflemişti,
Kırktan yirmi arkadaş men-i mahkeme edilmişti.

Ne de olsa var idi bizlerde bir heyecan, bir havf,
Yâ Hafiyye’l-Eltaf, neccinâ mimmâ nehaf.

Yâ Rabbenâ afveyle kusurumuzu, bizleri eyleme nâlân,
Sevgili Habîbin hakkı için eyleme günahımızla kısas.

Bizler günahkâr mücrimiz, hem de müflisiz,
Lâkin afv merhametin yanında günahımız pek değersiz.

Yâ Rabbî, bizden kulluğuna şâyan olan ef’al sudur eyle,
Yâ Rabbî, senden senin şanına lâyık olan ahval sudur eyle.

Furkân-ı Mübînde buyurdun “Vesiat rahmetî”,
Haberde geldi “Sebekat rahmetî alâ gadabî”

Bundan anladı Halil İbrahim derya-yı rahmetini,
Bîperva ilticaya geldi, göster Lâtif ismi şerifinle merhametini.

Rahmet deryasından Lâtif isminin tecellîsini dileyen Halil İbrahim Çöllüoğlu’nun manzum hatırasının l Temmuz l935 tarihini taşıyan mısraları burada sona ermektedir.

 

(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )