Nurdan Haber

Acı günlerin hatırası

Acı günlerin hatırası
29 Eylül 2018 - 8:00

HALİL İBRAHİM (MİLASLI)

Çiseleyen bahar yağmurunun altında, Milas kabristanında bir hakikat kahramanının temiz ruhuna dualar okuyorduk. Ay-yıldızlı mezar taşı kitabesinde bu şair ve âlim zatın, Hak yolunun yolcusu oluşunun da ifadelerini bulmuştuk:

“Arz-u hâl için sultana geldim,
Sâilim, lütf-u ihsana geldim.
Bildim ki varlık perdedir Hakka,
Ref edip âni cânana geldim.”

l897 yılında dünyaya gelen Halil İbrahim Çöllüoğlu, l Temmuz l956’da Allah’ın rahmetine kavuşmuştu. Nur risalelerinin, Lem’alar, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Kastamonu Lâhikası ve Emirdağ Lâhikaları’nda şiirleri yazıları bulunmaktadır.

İsmi ile müsemmâ olarak kardeşlik ve dostluk mesleğinin mensubu olan bu zâtı Üstad, Emirdağ mektuplarında şöyle ifade etmektedir:

Demir gibi metin ve sarsılmaz

“Milâslı Halil ibrahim, hakikaten Risale-i Nur’un demir gibi metin ve sarsılmaz bir şakirdidir. O kasaba onunla iftihar etmeli.”

Milâs’ta dedelerinden kalma tarihî Çöllüoğlu hanında hancılık ve otelcilik yapan Halil ibrahim Çöllüoğlu, şarklı bir Nur talebesi vasıtasıyla Üstadı ve Nurları tanımıştı. Mustafa Ezener, Ahmed Feyzi Kul ve çeşitli kimselere Nurları ve Üstadı tanıtıyordu.

Ahmed Feyzi Kul Nurları tanıdıktan sonra Üstada yazdığı mektubun altını “Aydın müftüsü” diye imzalamıştı. Bu yüzden Eskişehir hapsinde Nurlardan haberi olmayan, Üstadla alâka ve görüşmesi olmayan Aydın Müftüsü Mustafa Efendiyi de tevkif etmişler. Barla Lâhikası’nda “Her an ayaklarının altını öpmek ateşiyle mütehassır ve nâlan, ahkar-ı mahlûkat: Ahmed Feyzi” diye imzasını atan Ahmed Feyzi Kul’un bu mektubunu Üstad şöyle takdim etmektedir:

“Yeni mühim bir kardeşimiz müftü Ahmed Feyzi Efendinin fıkrasıdır.

“Bu fıkra çendan şahsıma bakıyor. O zat şahsımı görmemiş, dellâllığım eseri olan Risaleleri gördüğünden, haddimden pek çok fazla olan sena ve medhi, risalelere ve esrar-ı Kur’ân’a ait olduğu için kabul ettim.”

***

Halil İbrahim Çöllüoğlu’nun evinde hanımı Naciye Çöllüoğlu’nu ziyaret ettiğimde, zengin kitaplarını ve kendi el yazması şiirlerini yazdığı hatıra defterini bulmuştum. Hatıra defterinde gün gün Eskişehir hapsini ve hadiseyi anlatmaktadır. Emekli yüzbaşı Refet Barutçu’dan dinlediğim, Isparta köylerinde “Ramazan’a aittir” diye Ramazan Risalesi’nin üzerinde yazdığından dolayı Ramazan isimli, hiçbir şeyden habersiz bir köylü vatandaşın da tevkif edilerek Eskişehir’e götürüldüğünü, Çöllüoğlu’nun manzum hatıralarında okumaktayız.

Bu elli yıldır hiç el sürülmemiş hatıra defteri, Naciye Çöllüoğlu Hanımın muhafazasında ve Bircan Çelik’in gayretleriyle bize intikal etti. Defterden l9 Ağustos l935 tarihi taşıyan sayfa “Çok büyük bir musibet olan vâkanın küçük bir hatırası.” başlığını taşımaktadır.

Bu acı günlerin hatırasını birlikte okuyalım:

Babamızdan kalma bir eski handa,
Hancılık işlerdim çoktan beri o zamanda.

Bakardım kendi halime, hiç kimsenin işine karışmazdım,
Hem ibadet, bazan mütalâa, hem de geçinmek için çalışırdım.

Severdim bu işleri, zira misafire bakmak hoştur diye,
Gerçi ücretle kabul edersem de, bu o zamanda meşrudur diye.

Hesabımca hanın bir kısmını ayırmıştım, garip yoksullara,
Ücret almazdım, muavenet ettiğim de olurdu öksüzlere.

Hayatımda birçok musibetlere kaldım maruz,
Bu hepsinden zor geldi, nâçar ona da gerdim göğüs.

Pederimin vefatında dört yaşlarında kaldım yetim,
O zamandır akıyordu gözyaşlarım düm düm.

Uzatmayalım macerayı, 935 senesi, o günkü 26 Nisan’dı,
İkindi namazını edadan sonra Belen Camiinde biraz kaldımdı.

Dışardan geliyordu birkaç ayak sesi,
Meğer benim camide olduğumu haber almış hükûmetin polisi.

Nihayet girdi içeri bir bekçi ile bir polis,
Dediler: “Seni istiyor komiser, yürü tiz.”

Kalktım camiden, hana uğramadan polisle yürüdüm,
Boduroğlu mağazasının önünde komiseri gördüm.

Dedi: “Haydi bakalım, bir tarafa gideceğiz,
Bu iş için sizin evi taharrî edeceğiz.”

Yürüdük iki polis, biri komiser, iki de mahalleden âzâ,
İşte ondan itibaren gösterdi kendini kader-i İlâhî olan kaza.

Vardık eve, girdik içeri, başladılar, her tarafı arıyorlar,
Evdekiler telâş ve havfla, bana “Bu nedir?” diyorlar.

Aradıkları benden, Bediüzzaman Hazretlerinin Risaleleri imiş,
Zaten gizli olmayan Risaleleri bulunca dediler: “Gerisi nerede?” Bu ne iş?

Komiserin istihza ile yüzü gülmüştü,
Çünkü yakalamıştı güya mücrimi.

Aldılar Risaleleri, beni de götürdüler polis dairesine,
Dinle artık, sen komser Besim’in hailesine.

Dinlememek elde mi, çünkü kabahat çok büyük imiş,
Bilmiyordum, kitap ve dinî risale okumak kabahatmış.

Kendimden geçmiş bir vaziyette düşünüyordum bir nice,
O halde alaturka saat altı olmuştu gece.

Komiser Besim’in ağzından zehir çıkıyordu,
Mücrim yakalamış gibi dişleri gıcırdıyordu.

Mümkün olsa da komsere sormuş olsaydım,
“Bu hükûmetin tesisinde hizmetin nedir?” deseydim.

Mutlaka vereceği cevapta epeyce düşünecekti,
Onu bırak şimdi, o seni hesaba çekecekti.

Lâkin birinci komser olan o âlicenap zat,
Dedi ki: “Müteessir olma Halil, hadi git yat.”

Zira beni bekliyordu hısım, akraba ve evdeki bacı,
Dediler: “Nedir bu hal? Nedir bu olan? Nedir bu acı?”

Dedim ki: “Bu bir kader-i İlâhîdir eyliyor tecellî,
Hem su-i niyetim yok, ehemmiyetsizdir.
” diye ettim tesellî.

Ne ise, uzatmayalım, çarşıya çıktım sabaha,
Bir de baktım, karşıdan geliyor polis Mustafa.

Dedi: “Seni istiyorlar, haydi gidelim.”
Peki, komiser haydut yakalamış, n’delim?

Tekrar orada bizden ifade alındı,
Mektupda ismi geçen arkadaşlar da yakalandı.

Zavallıların her birerleri işlerinden getirildiler,
Onlar da neye uğradıklarını bilemediler.

Lâkin beni görünce sövmek istediler,
Halbuki konuşmaktan da memnu idiler.

Artık komiser her birinin ifadesini alıyordu,
“Siz de bu işlere medhaldarsınız.” diyordu.

Onların kabahatı bir selâmdan ibaretti,
Cürümleri Üstad’a gaibane bir hürmetti.

Uğraştılar üç gündüz iki gece ifadelerle,
Müdde-i umumî valiye haber veriyordu ilâvelerle.

Telefonla diyordu “Biz neler yakaladık neler?”
Her tarafa veriyordu mübalâğalı şifreler.

Verildi istintaka o gün yirmi sekiz Nisan,
Hayat buldukça neler görüyor insan?

Tekrar ifadelerimizi aldı mustantık dairesi,
Tehdit ediyor, “Cezanız bu değil, daha var gerisi.”

Dört gün hapishanede kaldık hep beraber,
Halâsımızı niyet ediyorduk büyük yerden.

Milas hapishanesinde bir ikindi vaktiydi,
Gardiyan Emin Efendi çağırdı, bizlere dedi:

“Eşya ve para lâzım olur, yanınıza alın,
Sizi sevk edecekler hazırlanın.”

Tepeden inme gülle gibi bu söz karşısında,
Alacağımızı aldık, alamadığımızı havale ettik Milâs çarşısında.

Geldi jandarma kumandanı, bizlere bakıyordu,
“Karakol kumandanına büyük bir zincir lâzım.” diyordu.

Bizler zaten mutî, boynu bükük, o devamla,
Gardiyan Emin dedi: “Bunlar namuslu insan, olmaz böyle.”

Nihayet gece otomobille sevk edilmemizi verdi emir,
Her birimiz telâş ve havf içinde olduk demir.

Hısım, akraba, evlâd, iyalimizle vedalaştık,
Firkatten kopan bir heyecanla çok ağlaştık.

Müsaade edildi, geldi ahbab, yaran,
Bazısı korkudan gelmediler, lâkin ettiler feveran.

O gece durmadan geldik Aydın’a,
Meğer Aydın denilen yerde koydular zindana.

Güçle oradan buldurduk bir otomobil,
Geldik Nazilli’ye, o gece orada kaldık bil.

Doğrudan doğruya varmak üzere Isparta’ya,
Bir otomobil tuttuk belki ucuzdur diye.

Hep beraber Nazilli’den hareketle Denizli’ye geldik,
Hapishanede misafir kaldık, biraz dinlendik.

Tesellî ettiler hapishanede misafirperver arkadaşlar,
Diyorlar: “Bizim gibi olmayın, bunlar ehemmiyetsiz şeyler.”

Ramazan isminde olan mahkûmlardan birisi,
Bize çok hürmet gösterdi, mahcub etti doğrusu.

Denizli’den mektup yazdım gönderdim,
Hareketimizi ve müteessir olmamalarını bildirdim.

Sabah otomobile bindik, hareket ettik Isparta’ya,
Lâkin jandarmalardan yiyorduk sıpartaya.

Diyorlardı: “Nenize lâzım? Kılsaydınız beş vakit namaz,
Eğer dek durmuş olsaydınız kimse size karışmaz.”

Halbuki biz bir şeye karışmamıştık,
Lâkin bu derdimizi kimlere anlatırdık.

Adeta Müslümanca hareketten arkadaşlar korkuyorlardı,
Zira l63. madde “dinî hassiyatı teşvik etmek” diyordu.

Kime ne teşvik edilecek, bilmem ne var ortada,
Bilmediğimiz bir musibet karşısında yüreğimiz korkuda.

Teşvik etmek şöyle dursun, hakkını müdafadan âciz bizler,
Hiçbir suçumuz yok, lâkin ne olacağımız meçhul, ciğeriniz sızlar.

Cuma günü Isparta’ya geldik Denizli’den hareketle,
Meğer Isparta hapishanesinde varmış bizim gibi bir kitle.

Onlardan ilk tanıdığım Asım Bey isminde sahib-i irfan,
Ne çare, zavallıyı Isparta’ya vermiştik kurban.

Sonradan Hüsrev ve Rüştü isminde efendiler,
Keçeci Mustafa, mahdumu ve Hafız Ahmed, daha kimler.

Dahî saatçı Lütfü ve Yüzbaşı Refet,
Hem bizi tesellî ediyorlar, hem diyorlar: “Nedir bu âfet?”

Kısa keselim, etraftan daha toplamışlar sonradan,
Ulu Cami imamı ve aşçı Hüseyin Usta Antalya’dan.

Risale-i Nur’un kahraman talebelerinden Milâslı Halil İbrahim Çöllüoğlu, l943 yılında Üstad’ıyla birlikte Denizli Yusufiye medresesinde dokuz ay kalmıştı.

 

(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )