İŞARATÜ’L-İ’CAZ
Fatiha Suresi
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلرَّحْمٰنُ ۞ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ۞ خَلَقَ الْاِنْسَانَ ۞ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
فَنَحْمَدُهُ مُصَلّٖينَ عَلٰى نَبِيِّهٖ مُحَمَّدٍ الَّذٖى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ وَ جَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ بِرُمُوزِهَا وَ اِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدّٖينِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ عَامَّةً وَ اَصْحَابِهٖ كَافَّةً
Sual: Rahman, büyük nimetlere; Rahîm, küçük nimetlere delâlet ettikleri cihetle Rahîm’in Rahman’dan sonra zikri, yukarıdan aşağıya inmek manasına olan “sanatü’t-tedelli” kaidesine dâhildir. Bu ise belâgatça makbul değildir?
Cevap: Evet kaşlar göze, gem ata mütemmim oldukları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri gibi; küçük nimetler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla mütemmim olan haddizatında küçük de olsa faydayı ikmal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icab eder.
Ve keza büyükten beklenilen menfaat, küçüğe mütevakkıf ise o küçük, büyük sırasına geçer; o büyük dahi küçük hükmünde kalır. Kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.
Ve keza bu makam, nimetlerin ta’dadı veya nimetler ile imtinan makamı değildir. Ancak insanları, gizli ve küçük nimetlere tenbih ve ikaz etmek makamıdır. Evvelki makamlardaki “tedelli” şu tenbih makamında “terakki” sayılır. Çünkü gizli ve küçük nimetleri insanlara göstermek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha lâyık ve daha lâzımdır. Bu itibarla şu meselemizde tedelli değil, terakki vardır.
Sual: Mebde ve me’haz itibarıyla “rikkatü’l-kalp” manasını ifade eden bu iki sıfatın Cenab-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mana-yı hakikilerinin lâzımı ve neticesi olan in’am ve ihsan kasdedilirse mecazda ne hikmet vardır?
Cevap: Bu iki sıfat –“yed” gibi– mana-yı hakikileriyle, Cenab-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mana-yı mecazînin mana-yı hakikinin lafzıyla, üslubuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’luf ve malûmları olmayan manaları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir. Mesela “yed”in mana-yı mecazîsi insanlara me’nus olmadığından, mana-yı hakikinin şekliyle, lafzıyla gösterilmesi zarureti vardır.
اَلْحَمْدُ : Evvela: Bu kelimeyi mâkabline bağlattıran cihet-i münasebet “Rahman” “Rahîm”in delâlet ettikleri nimetlerin hamd ve şükür ile karşılanması lüzumundan ibarettir.
Sâniyen: Şu اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi, her biri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’an’ın dört suresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de “neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhra ile neş’e-i uhrada beka” nimetlerinden ibarettir.
Sâlisen: Bu cümlenin Kur’an’ın başlangıcı olan Fatiha Suresi’ne “fatiha” yani başlangıç yapılması neye binaendir?
Cevap: Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ferman-ı celilince ibadettir. Hamd ise ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.
Kaynak: Risale-i Nur