Nokta
مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللّٰهِ جَلَّ جَلَالُهُ
Kırk beş sene evvel telif edilmiş bir risalenin bir kısmıdır.
S: Nedir şu tabiat ve kavanin ve kuva ki onlar ile kendilerini aldatıyorlar?
C: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anâsır ve azasının ef’alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-yı İlahiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır. Hilkat-i kâinatta cari olan kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibarettir. Kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir.
Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim ve hayal tasallut ederek tazyik edip şu tabiat-ı hevaiye tavazzu ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır.
Halbuki kör, şuursuz tabiat, kat’iyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni’ farazından çıkan bir ıztırar ile veleh-resan-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan sudûru tahayyül edilmiş.
Halbuki tabiat misalî bir matbaadır, tâbi’ (طابع) değil; nakıştır, nakkaş değil; kabildir, fâil değil; mistardır, masdar değil; nizamdır, nâzım değil; kanundur, kudret değil; şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil.
Mesela, yirmi yaşında bir adam birdenbire dünyaya gelse hâlî bir yerde muhteşem ve sanayi-i nefîsenin âsârıyla müzeyyen bir saraya girse hem farz etse kat’iyen hariçten gelme hiçbir fâilin eseri değil. Sonra içindeki eşya-yı muntazamaya sebep ararken tanziminin kavanini câmi’ bir kitap bulsa onu ma’kes-i şuur olduğundan bir fâil, bir illet-i ıztırarî kabul eder.
İşte Sâni’-i Zülcelal’den tegafül sebebiyle böyle gayr-ı makul, gayr-ı mülayim bir illet-i ıztırarî olan tabiatla kendilerini aldatmışlar.
Şeriat-ı İlahiye ikidir:
Biri: Sıfat-ı kelâmdan gelen bir şeriattır ki beşerin ef’al-i ihtiyariyesini tanzim eder.
İkincisi: Sıfat-ı iradeden gelen ve evamir-i tekviniye tesmiye edilen şeriat-ı fıtriyedir ki bütün kâinatta cari olan kavanin-i âdâtullahın muhassalasından ibarettir. Evvelki şeriat nasıl kavanin-i akliyeden ibarettir, tabiat denilen ikinci şeriat dahi mecmu-u kavanin-i itibariyeden ibarettir. Sıfat-ı kudretin hâssası olan tesir ve icada mâlik değillerdir. (Hâşiye[2])
Sâbıkan sırr-ı tevhid beyanında demiştik: Her şey her şeyle bağlıdır. Bir şey her şeysiz yapılmaz. Bir şeyi halk eden her şeyi o halk etmiştir. Öyle ise bir şeyi yapan Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir.
Şu ehl-i dalaletin gösterdikleri esbab-ı tabiiye hem müteaddid hem birbirinden haberi yok hem kör, iki elinde iki kör olan tesadüf-ü âmâ ve ittifakıyet-i avrânın eline vermiştir. قُلِ اللّٰهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فٖى خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
Elhasıl: İkinci bürhanımız olan kitab-ı kebir-i kâinattaki nazım ve nizam, intizam ve telifindeki i’caz güneş gibi gösteriyor ki bir kudret-i gayr-ı mütenahî, bir ilm-i lâyetenahî, bir irade-i ezeliyenin eserleridir.
Kaynak: Risale-i Nur