Nokta
مِنْ نُورِ مَعْرِفَةِ اللّٰهِ جَلَّ جَلَالُهُ
Kırk beş sene evvel telif edilmiş bir risalenin bir kısmıdır.
İfade-i Meram
Bir bahçeye girsem iyisini intihab ederim. Koparmasından zahmet çeksem hoşlanırım. Çürüğünü, yetişmemişini görsem خُذْ مَا صَفَا derim. Muhataplarımı da öyle arzu ederim.
Derler: Sözlerin iyi anlaşılmıyor?
Bilirim ki kâh minare başında kâh kuyu dibinde konuşuyorum. Neyleyeyim zuhurat öyle. “Şuâat” ve şu kitapta mütekellim âciz kalbimdir. Muhatap âsi nefsimdir. Müstemi müteharri-i hakikat bir Japon’dur. (Hâşiye [1]) Temaşa eden bunu düşünmeli.
Gayatü’l-gayat olan marifetullahın bir bürhanı olan marifetü’n-Nebi’yi “Şuâat”ta bir nebze beyan ettik. Şu risalede maksud-u bizzat olan tevhidin lâyuhad berahininden yalnız dört muazzam bürhanına işaret edeceğiz. Hem nazar-ı aklîyi hads-i kalbiyle birleştirmek için melaike ve haşrin bir kısım delailine îma ederek imanın altı rüknünden dördünün birer lem’asını, fehm-i kāsırımla göstermek isterim.
اٰمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰئِكَتِهٖ وَ كُتُبِهٖ وَ رُسُلِهٖ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهٖ وَ شَرِّهٖ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ
Said Nursî
***
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى مُحَمَّدٍ خَاتَمِ النَّبِيّٖينَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَصَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ maksudumuzdur, matlubumuzdur. Gayr-ı mütenahî berahininden dört bürhan-ı küllîyi îrad ediyoruz.
Birinci Bürhan: Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Şu bürhan-ı neyyirimiz Şuâat’ta tenevvür ettiğinden tenvir-i müddeamızda münevver bir mir’attır.
İkinci Bürhan: Kitab-ı kebir ve insan-ı ekber olan kâinattır.
Üçüncü Bürhan: Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan, Kelâm-ı Akdes’tir.
Dördüncü Bürhan: Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyaratın mültekası vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet fıtrat, vicdan akla bir penceredir. Tevhidin şuâını neşrederler.
BİRİNCİ BÜRHAN: Risalet ve İslâmiyet’le mücehhez olan “hakikat-i Muhammediye”dir ki risalet noktasında en muazzam icma ve en vâsi tevatür sırrını ihtiva eden mecmu-u enbiyanın şehadetini tazammun eder. Ve İslâmiyet cihetiyle vahye istinad eden bütün edyan-ı semaviyenin ruhunu ve tasdiklerini taşıyor.
İşte bütün enbiyanın şehadetiyle ve bütün edyanın tasdikiyle ve bütün mu’cizatının teyidiyle musaddak olan bütün akvaliyle, vücud ve vahdet-i Sâni’i beşere gösteriyor. Demek, şu davada ittihat etmiş bütün efazıl-ı beşer namına o nuru gösteriyor.
Acaba bu kadar tasdiklere mazhar, büyük, derin, dürbün, safi, keskin, hakaik-aşina bir gözün gördüğü hakikat, hakikat olmamak hiç ihtimali var mı?
İKİNCİ BÜRHAN: Kâinat kitabıdır. Evet, şu kitabın bütün hurufu ve bütün noktaları, efraden ve terekküben Zat-ı Zülcelal’in vücud ve vahdetini, elsine-i mahsusaları kıraat ile وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ yi tilavet ediyorlar.
Cemi’ zerrat-ı kâinat ve mürekkebatı birer birer zat ve sıfât vesaire vücuh ile hadsiz imkânat mabeyninde mütereddid iken birdenbire bir ciheti takip, muayyen bir sıfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek hayret-bahşa hikemi intac ettiğinden, Sâni’in vücub-u vücuduna şehadetle avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan latîfe-i Rabbaniye içinde ilan-ı Sâni’ eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar.
Evet bir nefer, nefsinde ve takımında ve bölükte, taburda ve orduda gibi her bir zerre de kendi başıyla zat, sıfât, keyfiyetindeki imkânat cihetiyle Sâni’i ilan ettiği gibi tesavir-i mütedâhileye benzeyen mürekkebat-ı müteşâbike-i mütesaide-i kâinatın her bir makamında ve her bir nisbetinde ve her bir dairesinde, her bir zerre, muvazene-i cereyan-ı umumîyi muhafaza ve her nisbetinde ve her takımında ayrı ayrı vazifeyi îfa ve hikmeti intac ettiklerinden Sâni’in kasd ve hikmetini izhar ve vücud ve vahdetinin âyâtını kıraat ettikleri için Sâni’-i Zülcelal’in berahini, zerrattan kat kat ziyade olur.
Demek اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلَائِقِ hakikattir, mübalağa değil belki nâkıstır.
S: Neden aklıyla herkes göremiyor?
C: Kemal-i zuhurundan ve zıddın ademinden…
تَاَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَاِنَّهَا § مِنَ الْمَلَاِ الْاَعْلٰى اِلَيْكَ رَسَائِلُ
Yani “Sahife-i âlemin eb’ad-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Tâ ki mele-i a’lâdan uzanan şu selâsil-i resail, seni a’lâ-yı illiyyîn-i tevhide çıkarsın.”
Kaynak: Risale-i Nur