Nurdan Haber

Üstada selam verince hapishaneye atıldı

Üstada selam verince hapishaneye atıldı
08 Eylül 2018 - 8:00

ŞEFİK SARIOĞLU

 1321 (1905)’de doğdu. 1954’te Milas’ta vefat etti.

“Üstada selam verince hapishaneye atıldı”

 

Bediüzzaman, “Yirmi Sekizinci Lem’a”da bir yazısı bulunan Milâslı Şefik Sarıoğlu’nu, Eskişehir Mahkemesinde şöyle müdafaa ediyordu:

“Isparta hapishanesinde iken, bir münasebetle bir selâm almıştım. Ben de selâm gönderdim. Sonra o zat memleketinin hapishanesine nakledilmiş, benim has kardaşlarımdan Halil İbrahim’e hemşerilik münasebetiyle gıyabî benimle sırf bir uhrevi dostluk tesis etmiştir. Bu zat hapishanede bulunduğu cihetle, mahpusların lüzumsuz faidesiz zamanlar veya gazeteler veya oyunlarla meşgul olmalarına mukabil, Şefik, faideli ve menfaatli ve zararsız okunacak ve mahpusları da namaz ve hüsn-ü ahlâka sevk edecek risaleleri diyaneti ve hüsn-ü ahlâkı noktasında alırmış, okurmuş. Belki o zararsız, faideli risaleler içinde benim de bir risalem eline geçmiş olabilir.”

 “Acaba böyle ciddî bir hüsn-ü ahlâk sahibi dindar bir gencin benim ile bu kadar cüz’i bir münasebetini i’zam edip, en büyük vasıta-i nâşir-i efkarım olduğunu ve bende hiçbir cihetle bulunmayan ve bir emaresi görülmeyen gizli entrikalarıma vasıta göstermek ve benim mevhum cürmümden ona bir hisse vermeyi, elbette mahkemenin nazar-ı adaleti kabul etmez. Farz-ı muhal olarak benim entrikalarım bulunsa da, bu zat mahpus iken tek bir selâmımla nasıl o gizli fikrimi bilecek, iştirak edecek ve vasıta olacak? Böyle kıymettar gençleri ehemmiyetsiz bahanelerle çürütmeyi vicdan kabul etmez.”

Milâslı Şefik Sarıoğlu 1905′de Milâs’ta doğdu. Babası Emin Ağa, annesi ise Fatma’dır. Kendisinin Emin Sarıoğlu adında bir oğlu, Bakiye Acar isminde bir de kızı bulunmaktadır. Kırk dokuz yaşındayken, 27 Ağustos 1954′de Yatağan’ın Bözük ılıcasında vefat etmişti.

Milâs’ta “Şefik Bey” olarak bilinen bu Eskişehir maznunu Milâs’ta meftun bulunmaktadır.

“Yirmi Sekizinci Lem’adaki yazısında bahsini ettiği hemşiresinin kocası olan Feyzullah Ağa, Kuva-yı Millîye reisliği yapan kahraman bir zattı. Şair ve edip Nur talebesi Milâslı Halil İbrahim Çöllüoğlu, 12 Haziran 1930 tarihini taşıyan bir şiirinde de şunları ifade etmektedir:

“Bir tahassüngâh yok, bu değirmenin dairesinden dışarı

Âsiyab mahv-ı inkıraz durmayıp dönüyor

Melekül’l-mevt her gün önümüzden, arkamızdan

“Eyne mâ tekûnu yüdrikkülmevt.” âyetini okuyor.

Zengin gafletle mir’at-zamir cilâsız kalmış
Hâdisat-ı eyyam bizi bir yandan bir yana tutup atıyor

Tamâ’mız yelken ve hırsımızdan bir rüzgârla bahr-i emelde

Sefinemizi ecel enginlerinde mehalikle çalkıyor

Küme küme evham-ı hayalet bulutları arasında hâlâ

Oyuncağa dönüp hatif-i zeval kulaklarımızı tıkıyor

Dîde-i ruşnâmız yok, cemâl-i ba-kemâli görecek zira

Kemâl-i eşrakiyle beraber güneş âmâya ne fayda veriyor

Gündüzsüz bir gece gelip, bir gecede irtesiz kalacak

Enfas-ı mâhudun sayısı gün gün bitiyor.

Teyakkuz gelmemekte, zira yok kuvvet-i bâsıramız

Mezarların karanlık çukurları bizi bekliyor

Gözslerimiz perdeli, hakaikten in’ikas yok

Nur-u ilham dahi âyine-i kalbe girmiyor

Halil, içtiğin zehrabe-i seyyiat-ı hata elverir

Rah-i helâki bırak, necata doğru yol gidiyor.”

Bu mısraların devamında Halil İbrahim not defterine şunları da kaydetmiş:

“Şarablarda mest olan gece yarısı uyanabilir

Fakat sâkînin mest ettiği kimse gözlerini mahşer sabahı açar.

Âyat-ı tabiîdir ilham-ı tabiat

Bir ism-i celâl olsa gerek, nağme-i tabiat.”

(Abdülhak Hamid)

Bir bardak suda koparılan Eskişehir dâvâsı, zamanın gazetelerinde şöyle yer almıştı:

Akşam, 9 Mayıs 1935 Perşembe

“Isparta hadisesi tahkikatı:
“Isparta: İçişleri Bakanı Şükrü Kaya yanında Jandarma Umum Kumandanı General  Kâzım olduğu halde buraya gelmiş. Vekil, Said Kürdî hadisesi hakkında validen izahat aldı ve gereken emirleri verdi.
“Bay Şükrü Kaya öğleden sonra Said Kürdî’nin evvelâ ikamete memur edilmiş olduğu Eğirdir’e gitmiş, akşam üzeri dönmüştür.
“Hadisenin esası ne?
“Son tarikatçılık hadisesinin reisi olduğu anlaşılan Said Kürdî, peygamberlik lâkâbına kinaye olarak Ümmî âlim lâkâbını takınmıştı.
“Bediüzzaman, Seyh Said isyanı zamanında Eğirdir’in Barla nahiyesine ikamete memur edilmiş, üç ay evvel mürit toplamaya başlamış, umumî harbten beri Isparta’da kalmış olan üç Kürt, kendisine mürit olmuştur. Bu üç Kürdün teşvikiyle Sivaslı bir mütekait, üç-dört yobaz Said Kürdî’ye devama başlamışlardır.
“Said Kürdî ile arkadaşları Eskişehir’e gönderilmişlerdir.”

Akşam, l0 Mayıs 1935

“Milâs’ta sekiz tarikatçı tevkif olundu:
“Said Kürdî ile otuz mürtecinin mahkemeleri Eskişehir’de yapılacak.
“Milâs’ta bir kişinin Isparta’da tarikatçılık yapmak isteyen Said Kürdî ile muhaberesi anlaşılmış ve yapılan aramada bu adama gelen mektuplar ve risalelerde Milâs’ta yedi kişinin adı geçmiş olmasından ötürü, bu sekiz kişi adliyece tevkif edilerek Isparta’ya gönderilmiştir.
“İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Isparta muhabirimize şu beyanatta bulunmuştur:
“925 Şeyh Said isyanı münasebetiyle Isparta’ya naklolunan ve kendisine Bediüzzaman adını takan Said Kürdî dini siyasete âlet yaparak irticaî propagandalara girişmiş ve birtakım saf adamları kandırarak doğru yoldan şaşırtmaya çalıştığı anlaşılmıştır. Adliye hadiseye el koyarak Said Kürdî ve muhtelif yerlerde kandırabildiği otuz kadar mürteci tevkif edilmiştir. Temyiz mahkemesinin kararlarıyla mahkeme Eskişehir’de yapılacaktır.

“Genel emniyet idaresindeki sicile nazaran Said Kürdî 3l Mart irticaına karışmış ve Şark vilâyetindeki irticaî Kürt hareketlerinde faaliyetten geri durmadığından Isparta’ya naklolunmuştur. Anlaşılıyor ki, Bediüzzaman otuz senelik bir mürteci olup, irşad edecek vatandaş aramaktadır. Şimdiye kadar elde edilen mâlûmata göre, hadise mahdut ehemmiyetli bir zabıta vak’asından ibarettir ve halk arasında hiçbir tesiri olmamıştır.

“Vak’a Halil İbrahim isminde bir âlimin Said Kürdî ile mektuplaşması ve mektubuna marangoz, kahveci ve saatçı çırağı gibi şuursuz ümmî yedi kişiden selâm yazması ve hanesinde kitap bulundurmasından ibaret.
“Hadiseyi ortaya çıkaran müdde-i umumî Mustafa’dır.”

Tan, 11 Mayıs 1935
“Dinar: Camii hatibi Hasan ve Mehmed Zekâi Eskişehir hapsine gönderildi.”

Tan, 13 Mayıs 1935
“İrtica şebekesini hazırlayanlar:
“Bediüzzaman’la beraber Şükrü ve Bâki isminde iki Nur talebesi Isparta hapsinden Eskişehir’e gönderilirken.”

Tan, 7 Mayıs 1935 Salı
“İrtica şebekesinde yeni suçlular.Ve alâkadar olarak Bursa’da on kişi sorguya çekildi.”

Tan, 8 Mayıs 1935 Çarşamba
“Bir mürteci ifade verirken öldü.
“Bursa’da Isparta’da yeni tevkifler yapıldı. Otuz mevkuf var.
“Bediüzzaman ve arkadaşları 29 Nisan’dan beri mevkufturlar. Antalya Müftüsü Çil Ahmed tevkif edilenler arasında.
“Isparta’da ifade veren bir binbaşı ölmüştür.”

Tan, 6 Mayıs 1935 Pazartesi
“Antalya’da dört kişi yakalanarak Isparta’ya gönderildi.
“Said Kürdî’nin mektuplaştıkları Müftü Ahmed Hamdi ve Aşçı Hasan yakalanmıştır. Aşçı Antalya’da, Müftü Korkuteli’de tevkif edilmiştir. Rejim aleyhine baş kaldırmışlardır.”

Tan, 5 Mayıs 1935
“İrtica hazırlayan bir şebeke tutuldu. Suçlular Isparta’ya gönderildi.
“İrtica şebekesi, Kürt isyanında istiklal mahkemesi tarafından Isparta’ya sürülen Şeyh Bediüzzaman Said Kurdî tarafından kurulmuştur. Said Kurdî Aydın, Milâs Eğirdir, Bolvadin ve sair yerlerde bir irtica şebekesi meydana getirmiştir. Orada bulunan muhabirleri ile daimî muhabereye girişmiştir. Şeyh bir takım risaleler neşretmiştir. “Antalya zabıta ve adliyesinin uyanıklığı bütün menfur teşebbüsün önüne sed çekmiştir. Bir ip ucu elde eden Antalya adliyesi derhal şifre ile Milâs adliyesini keyfiyetten haberdar etmiştir. Milâs zabıtası 26 Nisan’da işe başlamıştır. Ve 27 Nisan’da tahkikatı bitirmiştir. Milâs’ta sekiz kişi tevkif edilmiştir.

“Çöllüoğlu Hanı sahibi Halil İbrahim, İnce Mehmed, Manifaturacı Mehmed, Saatçı Hafız Mehmed, Marangoz Halil İbrahim, Hatip Hüseyin İbrahim, Molla Hüseyin, Kaputçu Mustafa, Milâslı Şefik, Tahsildar Ali Rıza 3 Nisan’da Muğla hapishanesinden ısparta adliyesine gönderilmiştir.”

Halil İbrahim’in müdafaası

Asîl Nur talebisi Halil İbrahim Çöllüoğlu, Denizli’de mahkemede şu müdafaayı yapmıştı:

“Efendim.

“Şu kısa ifademin zapta geçmesini rica eylerim.

“Eskişehir hadisesinden evvel elime geçen ve o vak’ada çoğu alınmış ve geri kalan birkaç tanesini çok ısrarlarla Ahmed Feyzi’nin aldığı, bende kalıp bu defa elinize geçen ‘On Dokuzuncu Mektup’ namındaki mucizat-ı Peygamberîden bahis. Risale-i Nur’larda cemiyet ve tarikata ait bir tek harf bile iddianamelerde kayda geçmemiştir. Çünkü böyle bir şey yoktur. Dinimi öğrenmek ve imanımı takviye ile ahlâkımı düzeltmek hususunda çok istifade ettiğim ve evvelce hesabı verilmiş bu eserlerin yüzünden mahkemeye sevk olunuyor ve hayat-ı içtimaiyemdeki mevkiim sarsılıp maddî çok zararlara uğruyorum.

“Ben ahlâkı ve iyiliği sever, ilmî ve dinî ve ahlakî eserler okur ve kendi halinde geçinir dindar bir insanım. Elhamdülillah, hiçbir ahlâksızlık ve kimseye tecavüz ve incitmek yüzünden bin münazaamı hükûmet kaydetmemiştir. Bu gibi dürüstlüğe vesile olan ve ehl-i vukufun, hâşâ,cemiyetçi ve tarikatçı namı taktığı Risale-i Nur mizanlarına medyun-u şükran olduğumu bilâtereddüt açıkça söylemekle müftehirim.

 “Muhterem heyet-i hakime: Şurada şahit bir dindar, İslâm sıfatıyla ve Türk kanının iktizası sebebiyle derim ki: Risale-i  Nur tarikat değil ki, tasavvuf olsun. Dünyevî bir gayesi kaydedilmiyor ki, cemiyet olsun. Belki, siyasî ihtiraslardan men eden bir hakikat-ı ilmiyedir. Ve bir heyet-i ilmiye tedkik ederse anlaşılır ki: Şimdiye kadar yazılan eserlerin fevkindedir. Ezcümle, haklarında ehl-i vukufun bir tek harf bile kaydetmediği “Yirmi Beşinci Söz’ Kur’ân’ın Kelâmullah olduğunu kat’î isbat eder. Ve ‘Onuncu Söz’ ve ‘Yirmi Dokuzuncu Söz’ melâike ve ahiretin vücudunu kör gözlere gösterecek derecede ispat ve tavzihi ve bunlara mümasil ‘Otuz İkinci’ ve diğerleri hakaik-ı İlâhiye ve kevmiyeyi öyle vâzıf  bir surette serd ve beyan eyler ki, en büyük âlim ve bir feylesof ve benim gibi bir ibtidaî tahsilli kimseler dahi onlardan çok müstefid olur ve hattâ bin senelik çok itirazlara maruz kalan Sevr ve Hut meselesini akıllara hayret verecek derecede isbat ve izah eyler. Eğer bu gibi ilmi ve dinî eserleri okuyup, dinini ve imanını takviye etmek bir cezayı müstels-zim ise, maaliftihar kabul ediyorum. Ölüm cezaevinde var. Memlekette, aile kucağında da var olduğuna çok vâkıalarla herkes gibi ben de şahid ve kaniim.

“Eğer kanun-u adalet hakkımızda tam tecellî ederse, vesile olanlara,’Allah sizden razı olsun’ derim.

(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)

Alem-i İslamBediüzzaman'danDr. Mehmet Rıza DerindağDünyaGenelGünün Hadisiİslam ve HayatMisafir YazarlarNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Leyle-i Regaib Özel 5.000 Hatim Programı
Alem-i İslamBediüzzaman'danDünyaGenelGündemGünün DersiGünün Hadisiİslam ve HayatNur TalebeleriTürkiyeYazarlarımız
Genç Hafızlardan Şehitlerimiz İçin Dualar ve Kur-an’ı Kerim Tilavetleri
Alem-i İslamDerslerDünyaEkonomiFıkıh & HadisGenelGündemGünün DersiGünün DuasıGünün HadisiHayatHizmetİslamİslam ve HayatKartpostal - VecizeNur TalebeleriRisale-i NurRisale-i Nur DünyasıSorularla RisaleSual-CevapTürkiyeYazarlarımız
Boğaziçi Üniversitesi Öğrencileri ile Risale-i Nur Dersi” ŞUALAR’DAN 9.DERS ( 9. ŞUA )