SAİD ÖZDEMİR
“Gözlerim arkada kalmaz”
“Ankara’ya döndükten sonra Atıf kardeşle tanıştık (1952). Yeni yazıyla Onuncu Söz’ün teksirini yapıyordu. Sonradan Isparta’ya gittiğimizde, Üstad Büyük Sözler’i matbaada basmamız için izin verdi. Sözler daktilo edilmiş dosyalar halindeydi. ‘Maya (sermaye) yaparsınız’ diye 600 lira verdi.
“İlk defa Sözler’i Ankara’da Ayyıldız Matbaasında bastırdık. Daha sonra Doğuş Matbaasına geçtik. Matbaa ile öyle haşir neşir olduk ki, orada yatıp kalkıyorduk.
“Kitap, formalar halinde Üstada gidiyordu. Üstad tashih ettikten sonra biz basıyorduk. Tashih şu şekilde yapılırdı: Kardeşlerden biri yeni yazı ile yazılmış kitabı okuyor, Üstad da takip ediyor, yanlış varsa düzelttiriyordu.
“Formalar için Üstad çok seviniyordu. Kim getirirse getirsin, derhal içeri alıyordu. Sözler’i ciltletip Üstada götürdük. Üstad da bir annenin çocuğuna kavuşma sevinci vardı. ‘Ben vazifemi yaptım, gözlerim arkada kalmaz’ diyor, gözleri yaşarırcasına seviniyordu. Fiyatını sorup kendi eseri olan bu kitaba çıkarıp 25 lira verdi. Ve ‘Her 25 lirayı verene bu kitabı vermeyin, 25 kişiye okutacağım diyene verin’ dedi.
“Üstad’la birçok defa görüştük. Görüşmelerimizde hep neşriyatın ehemmiyetini ve nasıl yapılması lâzım geldiğini anlatıyordu.
“Bir defasında Mektubat’ı basıyorduk. ‘Mu’cizat-ı Ahmediye’yi ayrı basalım’ dedim. Üstad ise, ‘Bu diğeriyle bir kuvvet teşkil eder, ayrı basmayın’ dedi. ‘Rumuzat-ı Semaniye’de Vahhabiler hakkındaki kısmı da basmamamızı söylemişti. Biz de basmamıştık.
“Sonra Lem’alar, İşâratü’l-İ’caz ve Tarihçe-i Hayat’ı basmamız için verdi. Tarihçe-i Hayat’ın basılmasından dolayı bizi mahkemeye verdiler. En son, Üstad’ın, ‘Said meşveretle neşredebilir’ dediği Sikke-i Tasdik-i Gaybi’yi bastık. O zaman Üstad Ankara’ya geldi. Beyrut Palas’ta kaldı. Orada Sikke-i Tasdik-i Gaybî için ‘Bunu, hasların haslarına verin’ buyurdu. Yani herkese vermememizi söylüyordu. Sikke-i Tasdik-i Gaybînin basılması üzerine bizi içeri aldılar, 33 gün içeride kaldık.
“Kardeşim yatağımda yat”
“En son Üstadı ziyaretim Sikke-i Tasdik-i Gaybî üzerine oldu. O ziyarette Üstad, ‘Kardeşim, bugün benim yatağımda yatıp, benim yemeğimi yiyeceksin’ dedi.
“Ders yaptık. Akşama yakın biz diğer odalara ayrıldık. Kendisine getirilen yemeğin yarısını kendisi yiyip diğer yarısını da bana yolladı ve ‘Kabı bana lâzım’ diye nükte yaptı. Sonra Üstad kendi yorganını getirdi ve ben o yorganla yattım. Ayrılırken, Üstad balkona çıkıp beni uğurladı.
“Sonra Ankara’ya gittim, bir müddet sonra bizi hapse attılar. Üçüncü gün olmuştu ki, Üstad’ın Urfa’da vefatını duyduk. Hapiste olduğumuz için cenazeye gidemedik.
“Üstad’la geçen bir yolculuğumuz”
“Üstad hayatta iken İzmir’de bir mahkememiz vardı. Atıf kardeşle birlikte gittik. Dönüşte Isparta’ya uğradık. Ramazan’dı. Gece yarısına doğru Üstad talebeleriyle ders yapıyordu. Biz de iştirak ettik. Dersten sonra meyve, o yoksa para dağıtmak Üstad’ın âdetiydi. Meyveleri kurayla dağıtırdı. O gün kurayla üzüm dağıttı. Üzüm kurumuştu. Çünkü, tefekkür için asmışlardı.
“Bana dedi: ‘Yarın yalnız seninle Ankara’ya gideceğim.’ Biraz sonra tekrar aynı şeyi söyledi. Sabah, ‘Arabayı hazırlayın’ dedi ve ‘Zübeyir bana lazım’ diyerek Zübeyir’i de aldı. Üstad, Atıf, Zübeyir ve Hüsnü (şoförlük yaptı). Isparta’dan Konya’ya gittik. Emniyet haber almış, halk da bunu duymuş ve toplanmıştı. Bana ‘Sen konuşacaksın’ dedi. Daha sonra konuşmadan bir kardeşin evine gittik.
“Üstad, yolda 31 Mart hadisesini anlattı. ‘Beni, pencerenin önüne getirmişlerdi. 18 kişinin asıldığı görünüyordu. ‘Seni de asarız gibisinden’ beni buraya getirmişlerdi. Allah’ın izniyle yaptığım müdafaadan sonra berat verdiler. O anda mahkeme reisi Hurşit Paşa hiddetlendi, ayağa kalktı ve ‘Sen de mürteci imişsin’ dedi. Ben, ‘Paşa, paşa! Gözlerini muvahhidinin kalemlerinin uçlarıyla patlatırım.’ dedim.’ Daha sonra Üstad ‘On bir buçuk cinayeti ‘ ifade etmiş.
“Aynı hatırayı Sadık Başgöz de bana anlatmıştı. Sadık Beyin babası müftü idi. Üstad’la o zaman Erzincan’a gitmişler. Müftülük kütüphanesinden hangi kitabı çıkardıysa, Üstad’ın kitabı ezbere okuduğunu görmüş. Sonra Şerhü’l-Mevakıf’ı çıkarmış. Üstad, ‘Ona da bir zaman nazar etmiştim’ demiş ve başlamış ezbere okumaya.
Mart hapsinde Üstada eziyet yapmaya geliyorlar. Onlar daha kapıya yanaşır yanaşmaz, Üstad, sandalyeyi kaptığı gib ‘Ey ekpekü’l-küpeka… ‘ diyor ve onlara mani oluyor. Sandalyeyi vuruyor mu, vurmuyor mu, hadisenin teferuatını bilmiyorum.
“Üstad daha sonra Millet Meclisindeki hadiseyi anlattı:
“Ankara’ya geldiğim vakit bazı mebuslar yüzlerini Garba döndürmüşler, Garplılaşma temayyülü ve hevesiyle İslâmiyete lakayıt kalmışlardı. (O vakit Üstad, malum on maddelik broşürü neşredince camiye gelenler kalabalıklaşır. Ben broşürün aslını görmedim.) O zaman duydum ki, Reisicumhur çok kızmış. Kürsüye çıktı, ‘Alim ve fazıl bir zat vardı. İstanbul’dan buraya çağırdık ki, yüksek fikirlerinden istifade edelim, fakat o geldi, namaza dair şeyler yazdı, içimize fitne verdi’ dedi. Ben bunun üzerine söz hakkı istedim, vermediler. Sonra koridora çıktım, baktım ki karşıdan geliyor, kendisine, ‘Paşa! Paşa! Namaz kılmayan hâindir. Hâinin hükmü merduddur’ dedim ve iki parmağımı yüzüne doğru uzattım. Bunun üzerine, ‘Hocam, onu size söylemedim, siz yanlış anladınız ‘ diye yalan söyledi ve bana tarziye verdi’ dedi.
“Üstadla birlikte yola devam ettik, yolda abdest aldı. Abdest suyunu ben döktüm. Bu arada baktım ki, ayağının iki parmağı bitişik. Yolda giderken, ‘Kardeşim ben konuşamayacağım. Benim yerime sen konuşursun’ dedi.
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ adlı eserin, dördüncü cildinden derlenmiştir…)