SAİD ÖZDEMİR
“Dedem Üstadı çok severdi”
“Dedem Tillo’da M. Siyye Camiinde imamdı. Üstad’dan sitayişle bahsederdi. Üstada derin bir muhabbet ve itimadı vardı.
“Ankara’ya 1938’de geldim. 8 yaşında idim. Türkçe bilmiyordum. Ana dilim Arapça. Hususî olarak Türkçeyi 7-8 ay kadar çalışarak öğrendim. 1. ve 2. sınıfları verdim ve 3. sınıftan başladım okumaya. İlk, orta ve lise bittikten sonra İTÜ Makina Bölümünde 2 yıl okudum. Bir rahatsızlıktan dolayı tekrar Ankara’ya döndüm. Pedere de artık okumayacağımı söylemiştim.
“İş arıyordum. Dini konularda kendimi yetiştirmeye çalışıyordum. Sonunda Diyanette bir iş buldum. 1950′ de A. Hamdi Akseki bizzat beni imtihan etti. Akseki’nin sorduğu suallerden birisine verdiğim cevap hoşuna gitmişti ve beni memur olarak işe aldı. Suali şu idi: ‘Kur’ân-ı Kerim radyodan kahvehanelerden okunuyor. Bu günah olmaz mı?’ Ben de dedim: ‘Kelâm-ı İlâhî kahvede okunursa belki oradakilerin ıslâhına vesile olur. Orada okunması Kur’ân’a bir nakise olmaz.”
“Üstada muhabbetim vardı”
“O arada Abdullah Yeğin ve Mustafa Sungur’la görüşüyorduk. Bana küçük eserlerden verdiler. Bunlar Telvihat-ı Tis‘a ve Gençlik Rehberi v.s.
“Üstada muhabbetim vardı. Bir ara Hicaz’a gitmeye niyetlendim. Kitaplarımı sattım. O sırada Diyanette İskender Göçer diye biriyle tanıştık. Bu zatla aramız çok iyiydi. Hârika şeyler gördüğünü anlatıyor, bütün peygamberlerin hayatlarını gözlerinin önüne getirildiğini, hangi peygamber nerede, nasıl mücadele ettiğini kendisine gösterildiğini söylüyordu. Kendisine sürekli mânevî telkinat yapıldığından bahsediyordu. Âl-i Beyt kendisiyle meşgul oluyormuş. Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kendisine harp talimi yaptırıyorlarmış. Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma da kendisine cübbe ve takke takıyorlamış ve ileride mehdi olacağını, Mekke’den çıkıp bütün dünyayı ıslah edeceğinin söylüyorlarmış.
“Bu arada ben de gençlik sâikasıylı âdeta ona intisap ettim. Aramızdaki münasebet şeyh mürit gibi idi. ‘Mehdiyi bulduk’ diye ona çok yakın alaka peyda ediyordum.
“Seni bana Allah yolladı”
“Bir ara Konya’ya gideceğini, bir ay kadar orada kalacağını, bazı işlerinin olduğunu söyledi. Birlikte gittik. O anlatıyor, ben dinliyordum. Her zaman Hz. Peygamber’le görüştüğünü anlatıyordu. Bir taraftan da içimde şüphe vardı. ‘Acaba’ diyordum, ‘doğru yolda mıyım?’ Bunu bilse bilse Bediüzzaman Said Nursî bilir diye Üstada gitmek için İskender Beyi de ikna ettim. Peder de önceden tembihlemişti, ‘Gideceğiniz zaman bana da haber verin’ diye.
“Üçümüz yola çıktık, Isparta’ya Konya yoluyla gittik. Yatsıdan sonra Isparta’ya varıp Üstad’ın evini aradık ve bulduk. Ben, ‘Geceleyin otelde kalıp sabah gidelim’ dediysem de, peder ‘Hemen gidelim’ dedi. Fitnat Hanımın sahibi bulunduğu Üstad’ın evine gittiğimizde, İskender Bey, ‘Ben mehdiyim, peygamberlerin selâmı var, görüşmek istiyorum’ dedi.
“Kapıya çıkan Sungur Ağabey ise, Üstad’ın istirahatte olduğunu, bu saatte rahatsız edemeyeceklerini söyledi ise de dinlettiremedi. O gitti, Bayram Ağabey geldi. İskender Bey aynı şeyleri ona söyledi. O da Üstadı bu saatte rahatsız edemeyeceğini söyleyerek yarın gelmemizi istedi.
“Bunun üzerine İskender Bey kızdı, ‘Nasıl olur, ben buraya kadar gelirim de görüştürmezsiniz, içeri almazsınız, bir daha da gelmem‘ dedi.
“Otele gittik. Sabaha doğru bir rüya gördüm. Rüyamda Üstad’ın huzurundayım. Üstad, İskender’in başına eliyle bir çarpı işareti yaptı. Sabah namazından sonra Üstad, Ceylan Ağabeyi bize yollamış. Nerede olduğumuzu onlara söylemiştik. Ceylan Ağabey, ‘Üstadım acele sizi istiyor. Yalnız üç kişi değil, iki kişi geleceksiniz’ dedi. İskender Bey, ‘Ben zaten gelmiyorum’ dedi. Biz iki kişi gittik. Üstad bizi kucakladı. Ve
‘Yetmiş senedir oradan (Tillo’dan) bir yardımcı vermesi için Allah’a dua ediyordum ve bir yardımcı bekliyordum. Allah sizi bana yolladı’ dedi. Ve ‘Sizi Arabistan v.s. yerler namına da kabul ettim’ dedi.
“Âlem-i İslâm kapısının kilidi Türkiye’dir”
“Ben ise Hicaz’a gitmek istediğimi söyleyince ‘Niye?’ diye sordu. ‘Efendim memleketin halini görüyorsunuz. Gittikçe daha fenalaşacak. Orada olsam çocuklarım da kurtulur, ben de’ dedim.
“Kardeşim, ben orada olsam buraya gelirdim. Alem-i İslâm kapısının kilidi Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı Âlem-i İslâm üzerine açar. Kat’iyen buradan gitmek için izin yok.’ dedi.
“Daha sonra, ‘Atıfı (Ural) tanıyor musun?’ dedi. ‘Yok’ deyince, ‘Onunla tanış ve hemen hizmete başla’ dedi. ‘Peki’ dedim.
“Mecmuatü’l-Ahzâb’ı da beraberimde getirmiştim. ‘Bu ne?’ dedi. ‘Biliyorsun ben hediye kabul etmem.’ Ben de, içinde Mecmuatü’l-Ahzab olduğunu, ‘içindeki Celcelutiye’de Süryanice isimler bulunduğunu, bunları kendisinden ders almak için kitabı getirdiğimi söyledim. Üstad, ‘Sonra onları yaparsın’ dedi.
“Dışarı çıkarken peder, Üstada İskender Beyden bahsetti. Üstad da onun için ‘Meczup biri’ dedi. Ondan sonra ben de o zattan koptum. Bu ziyaret benim için mecaziden hakikiye geçiş oldu. Sonra kızıma rüyasında, ‘Baban Mehdinin elinden tuttu’ demişler.
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ adlı eserin, dördüncü cildinden derlenmiştir…)