Üstad’ın parasını çalan casus
Denizli maznunlarından Ziya Dilek Bey, İnebolu seyahatlerimizden birinde anlatmıştı:
“Üstad Hazretlerinin cebinde yüz elli lirası varmış, bu parayı bir casus çalmış. Üstad bunu bize bildiriyordu. ‘Benim cinsimden olan bir casus, cebimdeki hacca gitmek için, telifattan kalan paramı çalmış. (Ziya Dilek Bey, benim cinsimden dediği, Şarklı bir hemşerisini Üstad’ın yanına casus olarak koymuşlardı, diye açıklama yapıyordu.) Şimdi param kalmadı. Bana bir evliyaullahın hediye olarak bıraktığı bir keçeyi size gönderiyorum. Ufak bir odayı döşer. Bunu satın!’ diye mektup yazmıştı.
Üstad’ın keçesini Ahmed Köroğlu nasıl aldı?
“Hapishanedeki bütün arkadaşlar keçeyi almak istiyorlardı. Zengin arkadaşlar vardı. Seyyid Şefik Efendi almak istiyor, Nazif Çelebi almak istiyor, zorba Beylerbeyli Süleyman da almak istiyordu. Bizim İnebolulu Ahmet Köroğlu da ‘Keçeyi ben alacağım.’ diye tutturmuştu. Herkes keçeye talip çıkınca, keçenin fiyatı arttı. Keçenin maddî fiyatından ziyade önemli olan manevî tarafı idi. Sonra Seyyid Şefik Efendi Üstada sordu. ‘Keçeye talip olanlar çoktur. Nasıl yapayım?’ diye..
“Üstad şöyle bir pusula yazmıştı:
“Keçenin piyasaya değerini sorun, öğrenin. Ondan sonra aranızda kur’a çekin, kimde kalırsa onun olsun.”
“Keçeye kaç kişi talip olduysa, o kadar kâğıt hazırladık. Hepsi boş, birisine ‘keçe’ yazdık. Çekilişte ‘keçe’ yazılı kâğıt kime isabet ederse, o parasını ödeyip keçeyi alacaktı. Çarşıdan sorulduğunda keçenin rayiç bedeli otuz lira olarak tesbit edildi.
“Herkes keçeye sahip olmanın heyecanı içerisindeydi. Bu esnada Nur Postacısı Ahmet Köroğlu keçenin üzerine çıkıp oturdu. Nazif Çelebi, ‘Olmaz öyle şey, yağma yok, in oradan.’ diyordu. Ahmet Köroğlu ise gayet sâfiyane şöyle diyordu:
“Yarabbi ben sana güvenerek bu keçenin üzerine oturdum. Eğer senin şanına lâyık düşerse, bu keçeyi benim altımdan al!”
“Nazif Çelebi merhum itiraz ediyordu. Eûzü Besmele, çekerek kur’ayı çekti, netice boş… Peşinden Süleyman elini torbaya attı, netice yine boş. Bütün arkadaşlar çekti hepsi boş çıktı. Son olarak sıra Ahmed Köroğlu’na gelmişti. Zaten birtane kalmıştı, onda da ‘keçe’ yazılı olduğu belli olmuştu.
“Ahmed Köroğlu: ‘Şimdi bir tane kaldı, çekmeme lüzum var mı?’ dedi. Bunun üzerine kendisine arkadaşlar, ‘Çek de kazan, belki kayboldu’ dediler. O da Eûzü Besmele çekerek torbaya elini soktu, çıkardı, kâğıtta ‘keçe’ yazıyordu.
“Köroğlu’nun duasının müstecap olmasına hepimiz şaşırmıştık.”
Nur hizmetinde ağır cezalı mahkûmların kurduğu ekip
Denizli hapsi unutulmaz hatıraların ve ebedî hayat levhalarının cereyanlarıyla sürüp gidiyordu.
Sadık Bey, hapishanenin ağır cezalı mahkûmlarından bir ekip kurmuştu. Hapishane meydancısı Arnavut Âdem Ağa, Üstad Bediüzzaman’dan aldığı mektupları, pusulaları ve Meyve Risalesi’nin parçalarını Nur Talebelerine, Sadık Bey’e ulaştırıyordu. Sadık Bey ve ekibi sabahlara kadar uyumayarak bunları daktilo ettiriyor, çoğaltıyordu. Bunlardan otuz sekiz seneye mahkûm Dursun Atmaca, yirmi küsur seneye mahkûm Süleyman Hünkâr, Mümtaz Acar, Sadık Bey’in gönüllü hizmet ekibindendi. Nurlar yazılırken Süleyman Hünkâr diğer gönüllü mahkûmların gürültü etmemelerini temin ederdi, asayiş memuru idi.
***
Sadık Bey, Üstad’ımızın kendisine gönderdiği en küçük pusulaları, bir arşivci ve kütüphaneci titizliğinde zarflayıp saklamıştı.
Bunlardan bir zarfın üzerinde Üstad Bediüzzaman’ın şu yazısı okunuyordu: “Taşköprü’de Muhammed Ali Beyzade Sadık Bey Kardeşime…”
Resmî makamlara gönderilen mektup ve dilekçeler
Hapishanede Sadık Bey’e gelen Risaleler ve mektuplar, dışarıdan Mümtaz Acar vasıtasıyla temin edilen daktilo ile çoğaltılıyor ve Ankara’ya gönderiliyordu. Cumhurbaşkanına, Adliye Bakanına, TBMM Başkanlığına, Diyanet İşlerine postalanıyordu. Sadık Bey bu mektupların posta makbuzlarını bile zarflayıp saklamıştı.
Hapishanede Beylerbeyli Süleyman gibi sadakatla hizmet edenler olduğu gibi, meydancı Âdem Ağa gibi, Nur Talebeleriyle hapishane idaresi arasında iki taraflı çalışanlar da vardı. Bu durumu tesbit eden Bediüzzaman Sadık Bey’e şu pusulayı yazmıştı:
“Aziz, Sıddık Kardeşlerim.
“Elimizde itimat ettiğimiz Âdem Ağa, bir hâdisede bana şüphe verdi. Siz sakın ona ihsas etmeyiniz. Eskisi gibi dostluk gösteriniz. Fakat ihtiyat ediniz.”
Denizli hapsinin gerek neşredilen l2. ve l3. Şualarında, gerekse Sadık Bey’den intikal eden hususî mektuplarda Bediüzzaman’ın dirayeti, tedbiri, eşsiz idareciliği ve dehası görünür.
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)