Plevne kahramanı Sadık Paşa
Sadık Paşa Plevne’de Gazi Osman Paşa’nın silah arkadaşlarındandır. Onunla birlikte Ruslara karşı kahramanca çarpışmış ve esir düşmüştü. Doksan Üç Harbinin günlerinde, Sadık Paşa kahramanca çarpışmıştı. Esaretinden sonra Romen harb gazetesi “Türk Esirleri” başlıklı bir yazıda şunları yazıyordu:
“Plevne Müdafaasında kahramanlıkları ile Prens Hazretlerinin büyük takdirine mazhar olan Sadık ve Ethem Paşalar, Majesteleri tarafından kral sarayında kılıçlarının iade sahnesini halkımıza sunuyoruz. Bu münasebetle Prens Hazretleri bahtiyarlığının ve takdirlerinin bir nişanesi olarak bu iki kahraman askerin serbest olduklarını ve diğer Türk esirlerinin hiçbir rütbe tefrik edilmeksizin serbest olacaklarını bizatihi ifade eylemişlerdi.”
“Bu merasimin diğer bir hususiyeti de kabulde yalnız Prens ve Prenses ile Sadık ve Ethem paşalar ve mütercimleri Melik hazır bulunmuşlardır. Bu iki mümtaz kahraman esirle Prensin konuşmaları çok samimî bir hava içinde uzun bir müddet devam etmiş, bu ise bu kabule ayrı bir mana vermiştir.”
İşte “Taşköprülü Sadık Bey” böyle köklü ve soydu bir paşa ailesine mensuptu.
Bir Padişaha kul ol kim
Sadık Bey’in hayatı ve hatıralarını andığım zamanlarda, mazinin büyük velileri, Yunusları, Aziz Mahmud’ları hatırlarım. Adım adım onları takip ederim hayalen. Aziz Mahmud Hüdaî’nin şu satırlarında Sadık Bey’i görürüm:
“Bir padişaha kul ol kim,
Mülkü zail olmaz ola.
Bir gülşende bülbül ol kim,
Hiç sararıp solmaz ola…”
Sadık Beyimiz, asker aileden asker olarak doğmuştu. Ilgazın bu yiğit adamı, ancak Bediüzzaman gibi bir ulu sultana boyun eğerdi ve eğdi. Kastamonu’nun vefakâr insanlarından olarak asrımızın garip misafirine kucak açıp, sahip çıkanlardan olmuştu. Harbiyede tahsil görmüş, çok güzel bir yazıya sahipti. Bu güzel hattıyla Nur Risaleleri’nin neşrinde vazife almıştı.
Bu mukaddes vazifenin mükâfatı olarak dokuz ay ana rahminde kalır gibi, Denizli zindanlarında kalmıştı. Dokuz aylık bir mevkufiyet devresinde ve müteakip günlerde annesi ve dostlarıyla muhtelif muhabereleri olmuştur.
“Denizli Tüccarı”nın Sadık Bey’e mektubu
“Denizli Tüccarı” Hafız Mustafa Kocayaka’nın 3l Temmuz l944 tarihinde Sadık Bey’e yazdığı mektubun satırlarından, bir yeni firkatin, bir yeni hicranın safhalarını öğrenmekteyiz. Şöyle diyor Hafız Mustafa:
“Sevgili ve Muhterem Sadık Bey Kardeşimize,
“25 Temmuz l044 tarihli iltifatkâr mektubunuzu aldım. Üstadımız Efendimiz Hazretlerine ait olan kısmını takdim ettim. Pirinci de aldım. Merak etmeyiniz. Sıhhati ve afiyeti yerindedir. Yapılması lâzım gelen hürmeti halk yaptı. Çok memnun ve mesrur olarak bugün Afyon vilayetine ikamete memur olarak gönderildi. Kendileri memnundur. Hükümet büyük iltifat gösterdi. 400 lira harcırah gönderdi. Bir komiserin refakatinde hareket etti. İki defa hapishanede, bir defa da kabristanda Hafız Ali Efendi merhumun kabrini ziyarete gitti…”
“Kardeşiniz Hâfız Mustafa” imzasiyle sona eren bu mektupta “Denizli Tüccarı Hafız Mustafa Kocayaka” Sadık Bey’in Üstad’ına gönderdiği Kastamonu pirincinin, Üstad’ın eşyaları arasına yerleştirdiğini, mahkeme evrakını savcılığın usülden olarak temyize gönderdiği, yüzde yüz tasdik edileceğini yazdıktan sonra, Kastamonu’da olan zelzelelerden dolayı Sadık Bey’e geçmiş olsun diye teselli etmektedir:
“Zelzele felâketinde mutazarrır olduğunuza müteessirim. Cenab-ı Hak başka yönden zararınızı telafi buyursun. Felaketiniz geçmiş olsun, Müminler, Müslamanlar yekdiğerinin kardeşi olduğunu Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’inde sarahatle haber veriyor. Sizlere zaman icabı bir şey yapamadık. Af buyurunuz. Mukabil duanızı bekler, ihvanın arz ü hürmet eylediğini tebliğ ederek, sana selâm ve saygılarımı sunar, efrad-ı ailenizin ve bütün âlem-i İslâm’ın refah ve saadetini Cenab-ı Kibriya’dan dilerim, iki gözüm sevgili kardeşim.”
Üstad’ın Sadık Bey’e mektubu
Hafız Mustafa’nın mektubuyla birlikte Taşköprü’ye Denizli’den bir mektup daha geliyordu. Bu mektup ise “Sin, Ayn, Nun” diye imzalanmıştı. Bu imza büyük mazlum, nurlu Üstad’ındı. Denizli hapsinde dokuz ay kendine çorba pişiren Sadık Bey’e ayrılış anını yazıyordu kendi “dest-i hattiyle” kendi mübarek kalemiyle:
“Aziz Sıddık, Hakikatli Kardaşım Sadık,
“Yarın Afyon’a beni gönderiyorlar. Merak etmeyiniz. İnayet-i İlâhiyenin himayeti devamdadır.
“Senin ettiğin hizmet makbul olmasına ve her günü bir ay kadar kıymetli olduğuna benim şüphem kalmadı. Sen yüzümüzü ak ve kalbimizi mesrur eyleyen halisane hizmetler Gavs’ın (r.a.) (Taîşü saiden sâdıkan bi mehabbeti) fırkasında, seni de Said’e Sadık bir kardaş olduğuna kerametkârane işaret ediyor diye kanaatım geldi.”
“Başta muhterem hemşirem valideniz olarak, kardaşım olan kardaşınıza ve hanenizdekilere çok selâm ve dua ederek, bu mübarek aylarda dualarını istiyorum. Benim yanımda kıymettar ve isimlerini söylemek münasip görmediğim zatlara çok selâm ederim.”
Sin Ayn Nun
Denizli hapsi mâcerası da beraat ve tahliye ile son bulmuştu. Kastamonu, İnebolu, Isparta ve İstanbul’dan toplanan Nur Talebeleri memleketlerine dönmüşlerdi. Sadık Bey ise Taşköprü’ye dönmüş, Üstad’ına olan yakın alâkasını yazdığı mektuplarla devam ettiriyordu.
Nur Talebeleri Denizli hapsine 73 kişi olarak girmişlerdi
Nur talebelerinin Denizli hapsi, bazıları için az eksik, bazıları için az fazlasıyla dokuz ay sürmüştü. Hapishaneye yetmiş üç kişi olarak giren Nur talebeleri ,buradan yetmiş bir kişi olarak çıkmışlardı. Çünkü iki kişi Yusufiye medresesinden ebediyete intikal etmişti. Bu hapiste Sultanahmet İmamı Seyyid Mehmet Şefik Efendi (Eryuvası) ve Gönenli Mehmet Efendi (Öğütçü) gibi maneviyat ehli zatlar da Bediüzzaman’la beraber bulunmanın şerefine ermişlerdi.
Hasan Atıf’ın rüyası
Hapis hâdisesinin başlangıç günlerinde Sinoplu Hasan Atıf Egemen, gördüğü bir rüyayı arkadaşlarına şöyle müjdeliyordu:
“Hapiste dokuz ay on gün yatacağız. Anamızın karnında durduğumuz müddet kadar da burada kalacağız. Sonra hapisten günahsız olarak çıkacaksınız.” diye arkadaşlarını teselli ediyordu.
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, ikinci cildinden derlenmiştir…)