Osman Köroğlu Burdurludur. 1950’den sonra Emirdağ’da, 1952’de ise Sirkeci’deki Akşehir Palas Oteli’nde Bediüzzaman’ı ziyaret edip görüşüp konuşmuştur.
“Daha önceleri Burdur’da babam Abdullah Köroğlu’ndan ve sonraları İzmir’e gidip yerleşen Abdurrahman Cerrahoğlu’ndan Bediüzzaman’ın ismini ve büyük İslâmî hizmetlerini dinlemiştim. Sitayişle bahsederek hep faziletlerini, kemalâtını ve büyüklüğünü bana anlatmışlardı. Gıyaben kalbimde sevgi ve hürmet vardı.
“1948 yıllarından beri kıravatçılık yapmaktayım. Otuz beş-kırk yıldır aynı meslekteyim. Bu meslekle uğraşırken Emirdağ’a giderek Üstadı ziyaret etmek istedim. Sattığım kıravatları otele bırakarak Üstad’ın kaldığı yere gittim. Kendisi faytonla kıra gidiyordu. Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey bir bisikletle takip etmemi söyledi. Bisiklete binmeyi bilmiyordum, fakat Üstadı ziyaret edip, ellerini öpebilmek iştiyakıyla faytonun peşine düştüm. Sonra Üstad’ın ellerini öptüm. Beni de faytona aldı, bir kilometre kadar beraber gittik. Kendisine yapılan zulümlerden bahsetti. Halk Partisinin, İnönü’nün yaptığı eziyetleri anlattı. Benim mânâsız konuşmalarımı şefkatle karşılıyordu. Büyük bir şefkat ve müsamaha sahibiydi.
Kıravat satmak
“Yine bir Emirdağ ziyaretimde, merhum Osman Çalışkan kıravatlara ilişiyor, onları satmamı istemiyor ve itiraz ediyordu. Sonra beni Üstada, ‘Bu taylasan satıyor’ diye şikâyet etti. Üstad, ‘Nedir?’ diye sorunca, orada bulunan merhum Dr. Tahir Barçın’ın boynundaki kıravatı gösterdim. Üstad tebessüm ederek, ‘Sen buna bakma, sat’ dedi ve yine bana şefkatini gösterdi.
“Üstad’ın şefkati, merhameti ve insanlara bakış tarzı bam başkaydı. Hep müsamaha ile korumaya ve kurtarmaya çalışıyordu bizleri.
“1952 senesinde Sirkeci’deki Akşehir Palas Oteli’nde kalıyordu. Açılan Gençlik Rehberi mahkemesi için İstanbul’a gelmişti. Bu otelde harika bir haline, bir kerametine şahit olmuştum.
Muhsin Alev’le erkenden, sabah namazı vakti ziyaretine varmıştık. Abdest almıştık, fakat namazı kılmadan, görüşmek için çabucak yanına varmıştık. Bize hitaben aynı durumumuzu bildirerek konuştu.
‘Neden acele ettiniz? Abdest aldınız, fakat namaz kılmadan geldiniz. Ben neyim ki? Basit bir kulum. Neden böyle yaptınız? Beş dakika sonra gelirdiniz, o zaman görüşürdük!’
Bu hali ben gözlerimle görmüş, hayretler içinde kalmıştım.
Radyo ve beşte bir keyifli hevesat
“Akşehir Palas Oteli’ndeki ziyaretlerimde kendisine radyo getirmek istedim, teklif ettim, ‘Dinler misiniz?’ diye sordum. ‘Memnun olurum, getir.’ dedi. Bu ara ‘Nur Âleminin Bir Anahtarı’ kitabındaki radyo bahsini anlattı. İnsanların, hakikatların yanında beşte bir keyifli heveslere de ihtiyacı olduğunu söyledi. Sonra kendisine bir radyo getirdim. Arkadaşlar benim halime kızıyorlardı. Üstad ise şefkatle bakıyordu. Radyodan çeşitli istasyonları ararken şarkı, türkü söyleyen kadın sesleri de geliyordu. Üstad yine bana şefkat gösteriyordu. Bu musukî seslerine karşı bana beşte bir meselesini ders vermişti. Nur Âleminin Bir Anahtarı kitabının başındaki “İkinci Mektup’ta bu hakikat şöyle ifade edilmektedir:
“Evet beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa havanın sırr-ı hikmetine münafi olur.’
“Bu radyoyu aziz bir hatıra, Üstad’dan bir yadigâr olarak hâlâ saklarım. ‘Nur Âleminin Bir Anahtarı’ kitabı da o yıllarda yazılmıştı.
“Kendilerini bir başka ziyaretimde yeni basılmış olan Gençlik Rehberi’ni götürerek, üzerine yazı yazmasını istemiştim. ‘Ne yazayım?’ diye sordu, sonra bana dua yazdı, verdi. Bir hırsızlık vak’asında diğer eşyalarla birlikte bu hatıra kitap da elimden gitti, hâlâ üzülürüm.
“Bir gün kardeşlerden Mehmed Emin Birinci’nin de olduğu bir zaman, Üstadla Fatih Camiinden namazdan çıkıyorduk. Beyoğlu’ndaki bir fotoğrafçıda vazifeli birisine tenbih ettim, adamla konuştuk, bedelini verdim, hep beraber bir resmimizi çekti. Bu resim daha sonra Eşref Edip Beyin yazdığı Üstad’ın hayatını anlatan kitabında da çıkmıştı. Fotoğrafçı bu resim sayesinde çok para da kazanmıştı.
Ahmed Emin Yalman: “Bediüzzaman’ı kıskanıyorum”
“Beyazıt’ta, Marmara Kıraathanesindeki toplantılarda, Elbistanlı Prof. Mükremin Halil Yınanç, Üstad’ın bahsi olduğu zaman hemen toplanır, kendisine çeki düzen verir, hürmetle bahsederdi. Kendisinin hafızası, bilgisi o kadar kuvvetli olduğu halde, ‘Biz onun yanında neyiz ki!’ derdi. Onun da hafızası müthişti, bir baktığını hemen ezberlerdi. Zannediyorum, Bediüzzaman hakkında bir şeyler yazmıştır. Kendisi hiç evlenmemişti. Eserleri herhalde Elbistan’da, kütüphanededir.
“Bir gün Ahmet Emin Yalman’a ‘Niçin Bediüzzaman’la alâkalı bildiklerini yazmıyorsun?’ diye sormuştum. ‘Kıskandığımdan yazmıyorum, o bildiğiniz gibi bir kimse değildir. Fevkalâde bir insandır.’ diyerek Üstad’ın büyüklüğünü anlatmıştı.”
(Necmettin Şahiner’in yazdığı ‘Son Şahitler’ kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir…)