Dünkü yazımda Batı uygarlığının, modernliğin başlangıçlarından günümüze gelinceye kadar üç tür emperyalizm biçimi ürettiğini söylemiştim:
Birincisi, ontolojik emperyalizm biçimi.
İkincisi, siyasî-coğrafî emperyalizm biçimi.
Üçüncüsü de, kültürel-zihnî emperyalizm biçimi.
İlk emperyalizm biçimi, Tanrı’ya, dolayısıyla hakikate saldırı; ikinci emperyalizm biçimi dünyaya saldırı, üçüncü emperyalizm biçimi ise insana saldırı olarak gerçekleşti.
İlk yazıda ontolojik emperyalizm biçimini enine boyuna tartıştım; burada diğer emperyalizm biçimlerini, özellikle sonuncusunu mercek altına alacağım.
Birinci / ontolojik emperyalizm biçimi, kaçınılmaz olarak, dünyaya ve insana saldırı şeklinde gerçekleşen diğer emperyalizm biçimlerinin temeli ve nedenidir.
ASIRLIK PERSPEKTİFLER, BÜYÜK DOĞUMUN SANCILARINI GÖSTERİYOR…
Yaşadıklarımıza kısa ölçekli yaklaşımlarla bakarsanız, ayrıntıya boğulur, karamsarlığa sürüklenmekten kurtulamazsanız.
Dünyanın cehenneme dönüştüğünü görürsünüz; küresel krizlerin, kaosların, dünyayı büyük ölçekli bir dünya savaşının eşiğine sürüklediğini düşünürsünüz. Karamsarlık katsayınız artar…
Bu belirsizlikler, katastroflar hengamesinde, Türkiye’nin önce ekonomik olarak çökertilmeye, ardından ülkeyi iç savaşın eşiğine sürükleme senaryolarının devreye girdirilmeye çalışıldığını farkedersiniz. Karamsarlığınız kat be kat artar…
Ama genelde küre ölçeğinde, özelde medeniyet coğrafyamızda ve ülkemizde yaşananlara uzun vadeli, asırlık perspektiflerle bakarsanız, büyük resmi görmeye başlarsınız…
Büyük resimde karşımıza çıkan tablo şudur: Batı uygarlığı, yaklaşık beş asırdır geliştirdiği emperyalizm biçimleriyle dünya üzerinde her bakımdan hegemonya kurdu. Batı uygarlığının emperyalizm biçimleri üzerinden ürettiği hegemonya, son yüzyıl içinde, dünyayı tam bir çıkmaz sokağın, ardı arkası kesilmeyen işgallerin, katliamların, yıkımların eşiğine sürüklemekten başka bir şey sunmadı insanlığa esas itibariyle.
Sonuç ne? Batı uygarlığının içerden / felsefî olarak çökmesi, o yüzden kendisini ayakta tutacak felsefî temellerin çöküşünü gördüğü için ömrünü uzatmanın yollarını araştırıyor; bunun için de emperyalizm / yani saldırganlık ve hegemonya kurma biçimlerini azmanlaştırmaktan başka bir şey yapamıyor: Barbarlaşıyor…
Kimi zaman çok daha kaba, kimi zamansa ayartıcı nitelikler kazanacak şekilde sofistike barbarlık biçimlerine başvurmaktan başka seçeneği kalmadığı için, hem yaklaşık yetmiş yıldan bu yana ilk defa Batı uygarlığının kurucu aktörleri arasında büyük çatlaklar oluşmaya başladı hem de Batılı emperyalist güçler dünyanın diğer güçleriyle büyük ölçekli gerilimler yaşamaktan kurtulamıyor…
Peki nedir bu?
Bu, emperyalist Batı uygarlığının sonunun başlangıcı, yeni doğumların, yeni oluşumların habercisidir…
KÜLTÜREL EMPERYALİZM: ZİHİNLERİN İŞGALİ
İnsanlık tarihinde Tanrı fikrinden yoksun olan, dolayısıyla sonuçta Tanrı fikrine saldıran tek uygarlık pagan Batı uygarlığıdır. Başka medeniyetlerin hepsinde de şu ya da bu şekilde de olsa bir Tanrı fikri veya inancı vardır: Bu, şu ya da bu şekilde de olsa, Tanrı fikri olan bir medeniyetin hem hakikati dünyayla / fizik gerçeklikle, dolayısıyla görünüşle veya kabuk’la sınırlamamasını, hem paganlar gibi başka medeniyetlere saldırmak yerine saygı duyulmasını hem de diğer medeniyetlerle karşılıklı olarak beslenme, karşılıklı alış veriş çabası içine girilmesini kolaylaştırmıştır.
Batı uygarlığının ontolojik emperyalizminin Tanrı’ya, dünyaya ve insana saldırıya dönüşmesi, bize yakıcı bir gerçeği fâş eder: Batı uygarlığının fobiye / korku’lara dayandığı gerçeğidir bu. Gerçekten de Batı uygarlığı, umutlar üzerinden varolmamıştır; aksine korkular üzerinden varolmuş, korkular üzerinden dünya üzerinde hegemonya kurmuş ve korkular üzerinden ötekiler / şeytanlar üreterek hegemonyasını korumaya çalışıyor hâlâ…
İşte bu yakıcı gerçek, ikinci ve üçüncü emperyalizm biçimlerini kontrolden çıkacak noktalara götürdü.
İkinci emperyalizm sürecinde, bütün dünya kontrol ve kolonize edildi, işgal edilen kıtaların, coğrafyaların, toplumların kültürleri tarumar edildi, tabiî kaynakları talan edildi.
Bunu biliyoruz.
İliklerimize kadar yaşadığımız kültürel / zihnî emperyalizm biçimi üzerinde kafa patlatmak zorundayız.
Artık kültür ve medya endüstrisinin bütün dünyayı ahtapot gibi ağına alan araçları aracılığıyla önce zihinler işgal ediliyor, önce zihinler teslim alınıyor ve bu da ayartıcı, baştan çıkarıcı, insanın düşünme melekelerini iptal edici estetize / pornografik yöntemlerle gerçekleştirildiği için bütün dünya emperyalist celladına âşık ediliyor, gönüllü köle hâline getiriliyor!
TÜRKİYE, DÜNYANIN RUHU, UMUDU VE UFKUDUR…
Bu felaketle biz başa çıkabiliriz sadece. Güçlü ve muhkem Yaratıcı tasavvuruna dayalı insan ve kâinât fikri, adalet ve hakkaniyet kavrayışı, başka medeniyetlere hem hayat hakkı tanıyan hem başka medeniyetlerden beslenilebildiği kadar beslenilmesini mümkün kılan ruh ve kurucu irade bilfiil olmasa bile bilkuvve bizde, bu çilekeş topraklarda mevcut.
O yüzden bize saldırıyorlar iki asırdır.
O yüzden bizi hedef tahtasına yatırıyorlar iki asır sonra…
O yüzden bizim yeniden ayağa kalkmamızı önlemenin yolunun İslâm’ın kaynaklarıyla irtibatımızı koparmaktan, İslâm’ı dönüştürerek hayattan uzaklaştırmaktan, hormonlu Müslümanlar icat etmekten geçtiğini iyi biliyorlar ve bizi bize, birbirimize düşürerek kırdırmak için her tülü şeytanlığı yapmaktan geri durmuyorlar.
O yüzden her yere giren, her yeri tarumar eden, okula, evimize ve cebimize kadar giren emperyaliste “dur” de, diyorum ve ekliyorum: İstikametin üzerinde titre, yılgınlığa prim verme, kendine, ailene, çevrene, ülkene çeki düzen vermeye bak.
İstikametimiz üzerinde titrersek, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olma cehdi, mücadelesi verirsek, bizi kimse dize getiremez.
Unutmayalım: Bütün büyük doğumlar sancılıdır. Sancısız doğum olmaz. Asırlık perspektiflerle bakmasını bilirsek, bedel ödemekten çekinmezsek, kendimize çeki düzen verirsek, gelecek bizimdir, bizim olacaktır.
“Hakikat” biziz, bizde gizli: Dünyanın ruhu, umudu, ufku ve vicdanı biziz. Bu hakikati bilkuvve hakikatten bilfiil hakikate dönüştürmek gibi zorlu bir mesuliyetle mükellefiz. O yüzden mesuliyetimizi müdrik hareket etmek insanlık borcumuzdur, insanlığa borcumuzdur bizim.
Vesselam.
Yeni Şafak