Üstad Bediüzzaman’ın avukatı Bekir Berk’in evraklarını tanzim ederken, elimize 21 Temmuz 1969 tarihinde Ağrı’nın Tutak kazasından yazılmış “Abdurrahman Akman” imzalı bir mektup geçti.
Bekir Berk Ağabeyin arzusu ve isteği üzerine yazıldığı anlaşılan mektuba ilişkin iki sayfalık yazı, Üstad Bediüzzaman’ın postacılarından olduğu ifade edilen Hacı Zahir Köyele ismindeki zatla bir röportaj şeklindedir. Bu iki sayfada şunları okumaktayız:
“Kim ki Onun içindir; O da Onun içindir”
Yetmiş beş yaşında Hacı Kardeşimizden sorduğum hususları sualli cevaplı olarak aynen aşağıya alıyorum. Cenab-ı Allah bizleri her türlü hataya düşmekten muhafaza buyursun, âmin.
– Kardeş kaç yaşındasınız?
Yetmiş beş yaşındayım ve gördüğünüz gibi son derece sıhhatliyim.
– Aslen nerelisiniz, bu dinçlik ve sıhhatinizi nasıl korudunuz?
Aslen, Tutak kazasının Adakent köyündenim. Sıhhatime gelince, bunu tamamen ibadete ve oruca borçluyum. Cenab-ı Allah bu sayede beni kimseye muhtaç etmeyecek derecede dinç ve sıhhatle taltif ediyor. Bizzat bedenen en ağır işlerde çalışıyorum. Şöyle bir söz duymuşum, ne güzeldir bu söz:
“Kim ki Onun için ise; O da onun içindir.”
– Sizin zamanınızda tarikat çok revaçta ve yoğundu. Siz hangi şeyhe intisap ettiniz?
Hiçbir şeyhe intisap etmedim.
– Acaba sebebi ne ola ki, böyle herkesin şeyhlere koştuğu zamanda siz bundan mahrum kaldınız?
Hayır, mahrumiyetim ilgisizliğimden değildir. Şeyh bulamamamdandır.
– Beni hayrete düşürdünüz. Bundan elli altmış sene evvel İslâm âleminde şeyhlik ve dolayısıyla tarikat pek revaçta idi. Halbuki siz şeyh bulamadınız. Bunu nasıl izah edeceksiniz?
Peki, dinleyin öyle ise: Tahminen 20-25 yaşlarına geldiğim zaman her Müslüman’da olduğu gibi, ben de de bir mürşide intisap etme aşkı uyandı. İsim tasrih etmeden zamanın birçok tarikat şeyhlerine gittim. Fakat heyhat her kime vardımsa, kendilerinde şeriat ve sünnete muhalif haller gördüğüm için, intisap etmeyerek evime döndüm. Hattâ bir ara Suriye taraflarına da gittim. Fakat yine de beni kendisine hiç bağlayan olmadı. Bu uzun seneler devam etti. Ben de kendimi sadece ibadeti verdim.
– Peki kendinize bir mürşid hiç bulamadınız mı?
Buldum, buldum. Hem de beni son derece saran ve istediğime ulaştıran bir mürşid buldum.
“Üstadımın ziyaretine mi geldin?”
– Beni yine şaşırttınız. Hem bulamadım, hem de buldum, diyorsunuz. Açıkla da rahatlayayım.
Yukarıda söylediğim gibi Suriye taraflarına gidip de yine elim boş döndüğümde, evimde oturup son derece sıkıntılı günler geçirmiştim. Senesini söylemeye lüzum görmüyorum. Bir gece bir rüya gördüm. Baktım ki, bilmediğim bir memleketteyim. Büyük bir cadde vardı. Bu eski ve çok bozulmuş olan cadde türlü türlü tahribata uğramıştı. Bu yolu tamir için yeniden binlerce amele çalışıyordu. Kimi kazma, kimi kürekle muhtelif insanlar, çeşitli âletlerle çalışıp tamir ediyorlardı. Ben o zaman hem aç, hem de susuzdum.
Cebimde param da yoktu. “Öyle ise ben de burada çalışayım” diye düşündüm. Oradakilere, “Beni de burada çalıştırın” dedim. Beni bir çavuşun yanına kaydettirmek için götürmüşlerdi. Çavuş beni amele defterine kaydetti. Baktım ki, gün ikindi olmuş, geç kalmışım. “Acaba bugün bana harçlık verecekler mi?” diye sormak isterken, çavuş bana, “Arkadaş, müsterih ol, git ihlâsla çalış, burası öyle bir yerdir ki, burada çalışanın yevmiyesi noksan olmaz, hep müşterektirler. Sabah gelene de, akşam gelene de aynı yevmiye verilir, hep aynı yevmiyeyi alırlar.” Ben de gidip çalışmaya başladım.
Uykudan uyandım. Son derece heyecan içindeydim. Bu rüyanın ilhamıyla Emirdağ dedikleri nur şehrine doğru yollara düştüm.
Emirdağ’a varırken, şehir kenarında bir su kuyusundan yedi sekiz yaşlarında su çeken bir kız gördüm. Kızın nazar-ı dikkati benim kılık kıyafetime takıldı. Kız bana, “Amca, sen Şarklı mısın? Üstadımın ziyaretine mi geldin?” dedi.
Ben de, “Evet” dedim.
Kız, “Dün Üstad buradan geçerken, benden su istedi, ben de suyu verdim. Bana, “İnşâallah sen istikbalin Nur talebesi olacaksın‘ diye iltifat edip, emir buyurdu. Ben de şimdi sevinç içindeyim” demişti.
Bu kız çocuğunu geçerek, dağdan döndüğünü öğrendim Üstad Bediüzzaman’ın ziyaretine gidip, hamdolsun ziyaret şerefine erdim.
“Nasıl olsa ücretini tam alacaksın”
Ziyaret esnasında geçen hadiseleri anlatmayacağım. Zira belki bir benlik, enaniyet olur. Yalnız şunu katiyetle ifade edeyim ki, ben artık aradığım mürşidi bulmuştum. Aradığını bulanda, bir ömür pahasını ne gibi hâl olursa, bende de o hâl kat kat vardı.
Dağdan dönerek şehre geldik ve camide yanyana namazımızı kıldıktan sonra artık benim ayrılmam gerektiğini anladım. Ve şöyle bir sual sordum:
“Kurban, Efendim ben ümmiyim, okur yazarlığım yoktur. Risaleleri okuyup yazamam. Ne gibi bir hizmet edeyim ki, ben de sevaba nail olayım.”
Mübarek yüzü gayet nurlu olarak, elimi tuttu, “Zahir, ben seni kendime kardeş olarak kabul ettim” dedi. “Hiç merak etme, nasıl olsa tam yevmiye alacaksın, seni postacı olarak kabul ediyoruz. İlk olarak bir mektup vereyim, Diyarbakır’dan geçerken yerine verirsin.”
Bana bir mektup uzattı. Ben ise kendimden geçmiş bir hâlde, “Nasıl olsa ücretini tam alacaksın” tesiri altında mektubu alarak sevinçle ayrıldım.
Evet, rüyam beni aldatmamıştı. Üstadımı ve mürşidimi bulmuştum. Artık yevmiyemi tam alacaktım.
– Peki Üstad Hazretlerini daha evvel tanıyor muydunuz?
Mübarek adını duymuştum, fakat kendisini görmemiştim, ancak yukarıda söylediğim gibi rüya üzerine kendisini aradım ve tanıdım.
– Peki ondan sonra bir daha ne zaman görüştünüz, yoksa bir daha göremediniz mi?
İki kere daha ziyaret ettim. Birisinde Isparta’ya gittim, okur yazar olmadığımı biliyordu. “Ne vazife yapayım?” diye, başkasına bir pusula yazdırdım. Fakat ziyaret ettiğim zaman pusulayı vermedim. Gece rüyamda Üstad Hazretleri bana, “Zahir, ben seni postacı yaptım, şu mektubu al ve filan şehire götür” dedi.
Heyecanla uyandım, fakat şehri hatırlayamadım. Zaten mektup da yoktu. Bir kere daha anladım ki, benim vazifem, durmadan taşımaktır. Ondan sonra hep diyar diyar kitap taşıdım.
Üçüncü defa Eskişehir’de görüştüm, Üstad bana dönerek, “Zahir kardeşim, dua edin, Cenab-ı Hak bizi münafıkların şerrinden muhafaza etsin. Risale-i Nur inşaallah fütuhatını her yerde yapacaktır” dedi.
Daha sonra izin isteyerek ayrıldım.
Hacı Zahir o mübarek bem beyaz sakalına bir kaç damla gözyaşı bıraktı. Kendisinden son olarak bir sual daha sordum.
– “Kitap taşıdım” diyorsunuz, ilk olarak nereden nereye kitap götürdünüz?
İlk olarak Adıyaman’da Terzi Mahmut kardeşimizden külliyetli miktarda kitap alarak Şarka taşıdım. Ondan sonra da pek çok kereler Erzurum’dan Ağrı ve diğer yerlere postacılık yaptım. Eğer şimdi yine bana ihtiyaç varsa, vazifemi yapmaya hazırım.