VAKIF EFENDİ (KİLİSLİ ŞEYH MUHAMMED VAKIF)
Bediüzzaman’ın Kilis’te Şeyh Efendi Tekkesinde kalması
Yirminci yüzyılın başlarında Üstad Bediüzzaman Arap ülkelerini ve insanlarını yakından görmek için yollara düşmüştü. Eski insanların ve eski tarihlerin “Şam-ı Şerif” dedikleri Şam’ın Emeviye camiindeki o muhteşem hutbesini vermek için hareket halinde oldukları l9l0 senelerinde Diyarbakır, Urfa, Suruç, Birecik, Kilis ve Kırıkhan üzerinden Şam’a ulaşmıştı.
Üstad uğradığı beldelerin en şerefli mevkilerinde misafir ediliyordu. Kilis’e uğradığı zamanda Şeyh Efendi Tekkesi denilen Kilis’in çok mübarek bir yerinde misafir olarak birkaç gün kalmıştı.
Merhum İbrahim Hakkı Konyalı “Kilis Tarihi” ismindeki güzel ve ciddî bir araştırma mahsulü olan kitabının 6l0’uncu sayfasında Şeyh Efendi Tekkesi başlığı altındaki araştırmasının girişinde şunları ifade etmektedir:
“Tekke, Bölük Mahallesinde Kurtağa Caddesindedir. l kapı numarasını taşır. Kapısı Türk yapı geleneğine uygun olarak doğuya açılır. Taş şöveli ve kemerli kapısının eni l.40, yüksekliği 2.l0 metredir. Kemerinin üstündeki taşta karışık ve girift bir ta’lik ile dört satır halinde şu kitâbe okunur:
“Habbeza dergâh-i feyz câh-i âli dil-mesned
Âsitâne sâye bahş-i tâk-ı gerdûn-i bülend
Âşina-yı Hâk-i bab-ı devlyet-i…. bi irtiyab
Sâlikâni kurb-i vusl-i Hak’tan behre-mend
Himmet-i pîranla yazdım Zihniyâ tarihini
Nevbiha â’lâdır şah-ı vâlâ-yı nakş-bend.”
Tarihihûl l275 (l858)
Zihni ismindeki bir şairin hazırladığı kitâbeye göre, burası bir nakşibendi tekkesidir. Tarih hesabı ebced hesabına vurulunca l858 M. l275 H. yılında yapıldığı anlaşılıyor.
Merhum Konyalı’nın “Şeyh Efendi Tekkesi” başlığındaki araştırmasından sadece giriş kısmını aldık. İ. Hakkı Konyalı “Âbideleriyle ve Kitabeleriyle Kilis Tarihi” ismindeki eserini l968‘da neşretmişti.
Kilis’teki Nur Talebelerinden camcı Mehmed Yeşildal, Şeyh Efendi Tekkesi’ndeki Muhammed Vâkıf Efendi’den l960‘lı yıllarda dinlediği bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
“Bediüzzaman buradan Şam’a gitti”
“Ben Risale-i Nurları l963 yıllarında tanımıştım. Şeyh Efendi’ye yakın komşu olmam dolayısıyla ona, ‘Said Nursî nasıl bir zattır?’ diye sormuştum. O da bana sert bir tavırla; ‘O Said Nursi değil, Bediüzzaman’dır’ diyerek Üstad’ın ismini iki defa zikredip öyle cevap vermişti. Ben, niye sert bir şekilde bana böyle söyledi, gibilerden yüzüne bakarken, Şeyh Efendi sözlerine devam etti:
“O müstesna zat zamanında bihakkın vazifesini yaptı ve öyle gitti. Bana Mektubat isimli eserini gönderdi. Eser bu zamana hitap eden çok güzel bir eser. Bizim Kilis’teki bu tekkeye misafir gelmişti. Biz onu karşıladık. Ben o zamanlarda çok gençtim, babayiğittim. Ata biner, cirit oynardım. Babam, Sermest Hazretleri’nin zamanında bizim tekkede üç gün misafir kaldı. Babam Mehmed Bican Hazretleri’nden sonra gelmektedir. Bican Hazretleri ise Mevlana Halid Hazretleri’nden ders almış. Üstad Bediüzzaman buradan Şam’a gitmişti, Şam’a, Şam’a’ diye vurguyla birkaç kere Şam ismini zikretti.
“Bediüzzaman’ın başında sarığı, belinde varabillo ve kısa bir kılıç gibi hançeri vardı. Görenler onun büyük bir âlim olduğunu bu acayip şeklinden dolayı pek anlayamıyorlardı.’
“Üstad Bediüzzaman, şimdiki Şeyh Efendi’nin kitaplarının tanzim edilip kütüphane olarak kullanılan odasında kalmıştı. Bu oda Şeyh Efendi’nin kendi odasıydı. Çocukları, pederlerine hürmeten o odaya kimseyi sokmazlarmış. Üstad Bediüzzaman kendilerine Zülfikâr ismindeki bir başka eserini de göndermiş
(Şeyh Efendi’nin kapı komşusu Camcı Mehmed Yeşildal)
(Necmettin Şahiner’in ‘Son Şahitler’ kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)