Nurdanhaber – Mehmet BİLEN
Sabır; gerekli koşulların oluşmasını bekleme ve zorluklar karşısında dayanabilme gücü olarak tanımlanabilir. Fakat bir Müslüman için sabır; pasif bir bekleyiş süreci değil düşünce, duygu ve davranış dünyası ile aktif bir ibadet haline bürünmektir. Yani o koşulların veya zorluğun Allah’tan geldiğini kabullenip razı olmak ve bu şekilde maddi olarak bir sıkıntı veya elem çekse de manevi olarak huzura ve sükûna erebilmektir.
Allah bu dünyada, bir şeyin vücuda gelmesi için merdivenin basamakları gibi bir tertip, bir sıra koymuştur. Mesela ekmek; başak, harman, değirmen ve fırından geçtikten sonra sofraya gelebilir. Biran önce en üst kata çıkmak için basmakları atlayıp düşen biri gibi sabırsız insan da arzusuna hemen ulaşmak adına geçilmesi gereken bu merhaleleri ya atlar veya eksik bırakır, sonuçta da muradına erişemez. Demek Allah’ın yardımı ve muvaffakiyeti sabırlı insanlarla beraberdir. Kuran’da bu durama; “ Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara Suresi, 153) ayetiyle işaret edilmiştir.
Bir kul olarak insanın omzuna üç türlü sabır yüklenmiştir diyebiliriz. Birincisi; günahlardan kendini çekip onları işlememek konusunda sabretmektir. Bu sabır kişiyi “takva” mertebesine ulaştırır. İkincisi; bela ve musibet anında “İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun” “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz”(Bakara Suresi, 156), diyerek sabredip isyan etmemektir. Bu sabır da kişiyi “teslim ve tevekkül” mertebesine taşır. İsyan etmek ise Allah’tan razı olmadığını ima etmektir. Kırılmış el ile dövüşmek nasıl ki o elin kırılmasını artırırsa öyle de isyan, o kişinin dünyasıyla beraber ahiretini de harap etmesine neden olur. Üçüncü sabır ise ibadetlerin devamı üzerine sabırdır. Namaz, oruç vs. gibi ibadetleri aksatmadan yerine getirmektir. Bu sabır da kişiyi “mahbûbiyet” makamına çıkarır, kâmil bir kul olmasını sağlar.
Kuran-ı Kerim’de; “Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla sorumlu kılmaz.”(Bakara Suresi, 286) ayeti gösteriyor ki insana kaldıramayacağı bir teklif yapılmamıştır. Öyleyse insanın günahlara, musibetlere ve ibadetlerinde devam etmeye karşı sabretme gücü vardır. Yalnız, Allah’ın verdiği bu sabır kuvvetini yanlış kullanmamak gerekir. Mesela kişi geçmişte yaşadığı olmuş- bitmiş olayları hatırlayarak veya gelecekte başına gelebilme ihtimali bulunan ama gelmemiş durumları vehmederek sabrını geçmiş ve geleceğe dağıtırsa şu anda gerçekten meydana gelen vaziyete karşı sabrı kalmaz. Bu durumdaki kişi; sağdaki düşmanını yendiği halde ve solda düşman daha yokken ordunun önemli bir kısmını sağa-sola dağıtıp merkezi zayıf bırakan divane bir kumandana benzer. Merkez ise şimdiki zamandır. Öyleyse sabrı şuandaki durumlara karşı kullanmak gerekir. Yani şu andaki günaha, musibete ve ibadete…
Allah’ın isimlerinden biri de “Sabûr” dur, yani sabrın kaynağı odur ve asıl sabreden de odur. Peygamberimiz bu konuda: “İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil olan Allah’tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O’na şirk koşulur, evlatlar nisbet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder.” (Buhari, Edeb, 71) buyurarak asıl sabrın bu olduğunu dile getirmiştir, yani anında cezalandırabilecek gücü varken bunu yapmamak, üstüne iyilikte bulunmak. Öyleyse biz de Allah’ın razı olacağı gerçek sabrı yaşamak istiyorsak mecburen sabretmeyi değil de bilerek, isteyerek, şuurlu bir şekilde ve Allah’ı razı edeceğimizi düşünerek sabretmeyi öğrenmeliyiz, inşallah…